- İmansızlığın boşluğundaki insanlar olayları nasıl yorumlar?
İmansızlık insanı derin bir boşluğa, sıkıntıya, huzursuzluğa sürükler ve hayatın gerçek amacından sapmaya neden olur. Böyle insanların olayları yorumlama şekilleri son derece yüzeyseldir. Dar bir düşünce yapısına ve bakış açısına sahip olan bu kişiler herşeyi kendi sığ bakış açıları içinde değerlendirirler.
Her olayı kendi küçük dünyaları çerçevesinde yorumlarlar
İman etmeyen bir insan için herşeyin merkezi kendisidir. Dünyada büyük bir savaş çıktığında bu onu ilgilendirmez çünkü onun için önemli olan kendisinin bundan zarar görüp görmeyeceğidir. Yaşantısında bir değişiklik olacak mı, mevcut düzeninde bozulma meydana gelecek mi, para piyasaları bundan etkilenecek mi gibi düşüncelerle sadece kendisi için ciddi endişe yaşar.
İnsanın böyle bir durum karşısında kendisi ve yakın çevresi ile ilgili gerekli önlemleri alması elbette makul bir davranıştır. Ancak kişinin sorumluluk bilincinin sadece yakın çevresi ile sınırlı kalması makul değildir. Çünkü bu anlayıştaki insan yaygın deyimiyle “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” mantığı doğrultusunda sadece kendi şahsi rahatı ve huzurunu düşünen bir tavır içindedir. Zorluklarla muhatap olan, hayatta kalma mücadelesi veren insanların durumlarını düzeltmenin ise kendini ilgilendirmeyen, kapasitesinin üzerinde işler olduğu gibi yanlış bir mantığın arkasına gizlenecektir.
Bu mantıktaki bir insan, herhangi bir ülkede huzur ve güvenlik içinde yaşarken bir anda kendilerini ağır bir savaş ortamının içinde bulan kadınlar, çocuklar ve yaşlı insanların yaşadıkları zor şartları aklına getirip düşünmez. İnsanların bu duruma düşmesine neden olan asıl sebepleri araştırmakla, bu eksiklikleri gidermek için kendisinin yapması gerekenleri belirlemekle, bu amaç doğrultusunda çaba sarf etmekle ilgilenmeyen kişi tüm gücüyle kendini kurtarmaya bakacaktır.
Vicdanını tam kullanarak, Allah korkusunun eksikliğinin dünyada nasıl bir kargaşa oluşturduğunu görüp Kuran ahlakını hakim kılmak için samimi bir çaba göstermek yerine sadece kendisini ve yakın çevresini kurtarmak isteyecektir. Kendi ihtiyaçlarını istediği şekilde karşılayabilmek, sıkıntı yaşamamak, zorluk çekmemek onun için fazlasıyla yeterli olacaktır. Başkalarının ne durumda olduğunun, korku içinde, açlık tehlikesiyle nasıl yaşadıklarının pek bir önemi olmayacaktır.
Oysa yüksek ahlaka ve bilince sahip bir insan, yukarıda verdiğimiz örnekte olduğu gibi bir ortamla muhatap olmasa bile dünyanın genel gidişatına bakarak, insanlığın, Allah korkusuna dayalı olan bir ahlak yapısına şiddetle ihtiyaç duyduğunu hemen fark eder. Kendisinden başkasını umursamayan, vurdumduymaz, bencil ve zalimliğe yatkın kişilerden oluşan bir toplumun, insanları dinsizliğin ürkütücü dünyasına çekeceğini fark eder. Allah’ın razı olduğu güzel ahlakın yaşanmıyor olmasının toplumlar üzerinde açtığı derin yaraları görür ve bunları tamir edecek tek yolun din ahlakının toplumlar üzerinde hakimiyeti olduğunu tespit eder. Ardından da elinden gelenin en fazlasını yaparak, bu üstün ahlakı yaşama ve insanların da yaşamalarına vesile olma amacına yönelir. Allah güzel ahlaklı müminleri Kuran’da şöyle müjdelemiştir:
Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, Biz de kötülükten sakındıranları kurtardık… (Araf Suresi, 165)
Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) mü’minleri müjdele. (Tevbe Suresi, 112)
Sürekli olarak olumsuz yorumlar yaparlar
İman etmemiş ya da iman zafiyeti içinde olan kişiler çoğu zaman olayların hayırlı yönlerini göremediklerinden, herşeyden mağdur olacakları, üzülecekleri, sıkıntıya düşecekleri yorumlar çıkarır ve haksızlığa uğradıklarına yönelik çıkarımlar yapma eğiliminde olurlar. Hatta böyle insanlar kendilerine iyi bir söz söylendiğinde bile aniden duygusallaşır, yine ağlamaklı bir tavır gösterirler. Tüm bunların en önemli nedeni dinin özünü kavrayamamış olmalarıdır. Çünkü Kuran’ı tüm hayatında uygulayan bir insan olumsuz düşüncelerin etkisi altına girmemesi ve Allah’ın rahmetinden ümit kesmemesi gerektiğini bilir. Bu, Allah’ın Kuran’da bildirdiği önemli bir konudur:
… Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez. (Yusuf Suresi, 87)
Ümitsizlik ve karamsarlık, imansız ve zayıf kişilikli insanların maddi-manevi güçlerini ellerinden alan, onlara moral bozukluğu, şevksizlik ve mutsuzluk veren bir özelliktir. Bu insanlar kendileri olumsuz yorumlar yaptıkları gibi, müminlerin her olaydaki hayır ve hikmetleri gören ve dile getiren yorumlarına da şaşırırlar. Kendilerinin felaket gibi yorumladıkları olayların, tamamen Allah’ın kontrolünde olduğunu bir türlü kavrayamazlar. Bu anlayışsızlıkları konuşmalarına da yoğun bir karamsarlık ve olumsuzluk olarak yansır. Sahip oldukları çarpık bakış açısı ve yaptıkları bu olumsuz yorumlarla etraflarındaki aynı kültürden insanlara da sıkıntı ve ağırlık verir, onların da ümidini kırarlar. Hiçbir zaman İslam ahlakının insanlığa getirdiği barışı, güvenliği, rahatlığı, mutluluğu, güzellikleri anlatmazlar. Müslümanların yaptıkları hayırlı çalışma ve hizmetlerden, İslam ahlakını yaşamanın kolaylığından, Allah’ın müminlerin üzerindeki rahmetinden bahsetmezler. Yaptıkları yorumların hemen hemen tamamına sızlanma ve çözümsüzlük hakimdir.
Ancak müminler bulundukları bir ortamda asla böyle bir yorum şekline izin vermezler. Çünkü bilirler ki insanın karşısına bir zorluk çıkacaksa o zorluğu yaratacak olan Allah’tır ve herşeyde olduğu gibi zorlukların da tümünde insan için bir hayır ve güzellik vardır. Allah’ın yardımıyla aşılamayacak hiçbir zorluk yoktur. Bunu bilen Müslümanlar her zaman her konuda ümitvardırlar. Dolayısıyla üslup ve konuşmalarında hiçbir zaman olumsuz bir yoruma ve vurguya yer olmaz. Karşılarına çıkan her olayı hayırlı görür, hiçbir zaman “acaba sonuç ne olacak, ya şöyle olursa…” gibi olumsuz bir üslup kullanmazlar. Allah Peygamberimiz (s.a.v.) döneminde bir zorluk anında sahabelerin kullandıkları güzel üslubu bize şöyle örnek vermiştir:
Mü’minler (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya kapılmadan) dediler ki: Bu, Allah’ın ve Resûlü’nün bize vadettiği şeydir; Allah ve Resûlü doğru söylemiştir. Ve (bu,) yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı. (Ahzab Suresi, 22)
www.Allahakulolmak.imanisiteler.com
Mutlaka her konuda yorum yapma ihtiyacı hissederler
Bu kişiler, konuşulan hiçbir konu ile ilgili olarak “Ben bilmiyorum. Bilgim yok, haberim yok.” demek istemez. Aksine bilmediği konular, tanımadığı insanlar, karşılaşmadığı durumlar hakkında da zan ve tahminlere dayalı yorumlar yapar. Kuran ahlakına göre düşünmediğinden, bilmese bile biliyormuş gibi davranmakta bir sakınca görmez. Bunun sebebi kişinin, insanların gözündeki imajını zedelemekten çekinmesi ve bilmiyorum demenin nefsine ağır gelmesidir. Oysa Allah Kuran’da zan ve tahminlere dayalı, doğru olmayan açıklamalar yapan bu gibi insanların gafil olduklarını bildirir:
Kahrolsun, o ‘zan ve tahminle yalan söyleyenler’; Ki onlar, ‘bilgisizliğin kuşatması’ içinde habersizdirler. (Zariyat Suresi, 10-11)
Allah başka bir ayetinde de “İşte sizler böylesiniz; (diyelim ki) hakkında bilginiz olan şeyde tartıştınız, ama hiç bilginiz olmayan bir konuda ne diye tartışıp-duruyorsunuz? Oysa Allah bilir, sizler bilmezsiniz.” (Al-i İmran Suresi, 66) şeklinde bildirerek insanların bilgileri olmayan konularda tartışmamalarını, bilmedikleri şeylerin arkasına düşmemelerini emreder.
Bir insan ne kadar çok şey bilirse bilsin mutlaka bilmediği konular da olacaktır. Bu yüzden insanın her konuyu biliyor gibi davranmaya çalışması son derece anlamsızdır. Ancak sonsuz akıl ve ilim sahibi Yüce Allah herşeyin bilgisine sahiptir. Kaldı ki insanın pek çok konuda bilgisi olsa bile Allah’ın “… her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.” (Yusuf Suresi, 76) ayetini unutmaması gerekir. Allah ayetiyle insanların ne kadar bilgi sahibi olurlarsa olsunlar bu konuda kibire kapılacakları bir durumları olmadığına dikkat çekmiş ve onları tevazulu olmaya yöneltmiştir.
Gerçek anlamda Allah korkusu olan bir insan doğruluğu hakkında şüphe duyduğu bir bilgiyi aktarmaktan ya da emin olmadığı bir sözü söylemekten çekinir. Zandan, tahminden ve tereddütlü bir bilgiyi savunmaktan, üzerine yorumlar yapmaktan kaçınır. Böyle bir durumla karşılaştığında bilgisi olmadığını söylemekten ise kesinlikle çekinmez. Çünkü bunun aksi, Allah’ın, “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra Suresi, 36) ayetinde bildirdiği gibi kendisini büyük bir sorumluluk altında bırakabilir.
www.muminlerintemizligi.imanisiteler.com
Sizden önceki nesillerden onlardan kurtardığımızdan pek azı dışında yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi?.. (Hud Suresi, 116)
Dikkatleri kendi üzerlerine çekmek için olayları abartarak anlatırlar
Böyle bir kişi insanların, söylediklerini dinlemelerini sağlamak, onları güldürmek, kendisini sempatik bulmalarını sağlayarak dikkat çekmek gibi basit amaçları için çok rahatlıkla abartılı anlatımlar yapmaktan, karşı tarafa doğruluğu şüpheli olan ilginç bilgiler aktarmaktan çekinmez. Hatta bu yönde inatçı tartışmalara, sözlü çekişmelere girmekten de kaçınmaz. Dikkat çekme arzusu baskın geldiğinden bir şekilde bunu dindirmek amacıyla, gerçeği saptırarak ve orjinalinden farklı şekillere sokarak yalan bile söyleyebilir.
Bu kişiler dikkatlerini, Allah’ın razı olduğu ahlakı göstermeye değil de daha ağırlıklı olarak kendilerini ön plana çıkarmaya, insanların rızasını kazanmaya yönelttikleri için bu üslubun temelde yalan üzerine kurulu olmasını önemsemezler. Hatta yaptıkları bu abartılı konuşmaları yalandan saymaz, zararsız bir sohbet ya da masumane bir eğlence olarak göstermeye çalışırlar. Oysa Kuran’da “…yalan söz söylemekten de kaçının.” (Hac Suresi, 30) buyrulmaktadır. Bu sebeple küçük-büyük, zararlı-zararsız diye düşünmeden yalan söylemekten kaçınmak gerekir.
Akıl sahibi ve güzel ahlaktan hoşlanan bir insan ise karşısındaki kişinin konuşmalarında yukarıda bahsettiğimiz şekildeki abartılı, doğru olmayan açıklamaları fark edebilir. Bu kişinin yalan söyleyen insanların konumuna düşmemesi için, bunları doğru olacak şekilde düzeltmesi için kişiyi teşvik eder. Ve kendisi de böyle bir duruma düşmekten şiddetle sakınır.