Kuran’da hicret edenler, “Allah’tan bir fazl arayıp, Allah’a ve O’nun Resûlü’ne yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından sürülüp-çıkarılmış” (Haşr Suresi, 8) kimseler olarak tarif edilir. Yine bir başka ayette bu kimselerin yalnızca “Rabbimiz Allah’tır” (Hac Suresi, 40) demelerinden dolayı inkar edenler tarafından haksız yere sürgün edildikleri bildirilmektedir.

Allah, Kendi yolunda hicret eden bu kimselerin koruyuculuğuyla müminleri görevlendirmiş ve onların birbirlerinin velileri olduğunu bildirmiştir:

Gerçek şu ki, iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd edenler (çaba harcayanlar) ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte birbirlerinin velisi olanlar bunlardır… (Enfal Suresi, 72)

Allah’ın “barındıranlar” olarak adlandırdığı müminler, maddi manevi sahip oldukları her türlü imkanı arkalarında bırakarak kendilerine sığınan bu kimselere, belki de daha önce hiç tanımadıkları halde yardım elini uzatırlar. Hicret edip gelen bu kimselerin ne mal varlığının miktarı, ne itibarları, ne de meslekleri, onlar için hiçbir önem taşımaz. Çünkü onlar bu kimselere sadece Allah’a iman ettiklerini söylemelerinden dolayı destek olurlar. Ayrıca bu kişilerden ne o an için, ne de ileriye yönelik bir karşılık ummazlar. Buradaki amaçları sadece Allah’ın rızasını kazanabilmektir, dolayısıyla verdikleri desteğin karşılığını da yine yalnızca Allah’tan beklerler.

Müminlerin hicret edenlere yaptıkları yardım onların güzel ahlaklarının ve merhamet anlayışlarının bir gereğidir. Ama asıl olarak bu ahlakı Allah’ın bir emri olduğu için uygularlar. Zira Allah “Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir” (Nur Suresi, 22) ayetiyle onlara bu yükümlülüklerini bildirmiştir.

Allah’ın bu emri gereği iman edenler, hicret eden kimseleri “mümin kardeşleri” olarak benimser ve onlara karşı son derece şefkatli bir tavır sergilerler. Ellerindeki maddi manevi tüm imkanları bu kimselerle paylaşır, onları barındıracak imkanlar sağlar ve bakımlarını üstlenirler. Rahat etmeleri ve sıkıntıya düşmemeleri için her türlü ihtiyaçlarını onlar henüz dile getirmeden tek tek tespit edip gidermeye çalışırlar.

Ancak herşeyden önemlisi müminlerin tüm bu fedakarlıkları içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, severek ve isteyerek yapmalarıdır. Gerektiğinde kendi yiyeceklerini, giyeceklerini, hatta evlerini onlara sunar ve belki de kendileri ihtiyaç içerisinde kalır, ama bundan dolayı en ufak bir huzursuzluk ya da sıkıntı duymazlar. Aksine hicret edenlere gösterdikleri bu merhamet onları vicdanen rahatlatır. Allah’ın beğendiği bir ahlakı gösterebilmiş olmaktan memnuniyet duyarlar. Allah müminlerin bu ahlakını, “Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ‘cimri ve bencil tutkularından’ korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır” (Haşr Suresi, 9) ayetiyle açıklamıştır. Allah üstün ahlaklarından dolayı bu kimselerin “kurtuluşa erenler” olduklarını da bildirmiştir. Bir başka ayette ise hicret edenlere Allah rızası için güzel bir tavır gösterenler, Allah’tan bir bağışlanma ve üstün bir rızık ile müjdelenmişlerdir:

… (Hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte gerçek mü’min olanlar bunlardır. Onlar için bir bağışlanma ve üstün bir rızık vardır. (Enfal Suresi, 74)