Çoğu insanın farkında olmadan yakalandığı, adı konulmamış çok önemli bir hastalık türü vardır: Bu, insanın, “aklını aşırı derecede beğenmesi ve dünyada herşeyden, herkesten çok kendi aklına güvenir hale gelmesi”dir.
Böyle bir insan, çevresindeki her olayı çok iyi kavradığını, her insanı çok iyi tanıdığını zanneder. Her konuda olabilecek en doğru analizleri kendisinin yaptığına inanır. Herkes hakkında kendine göre belirli teşhisleri vardır. Ve bunların olabilecek en isabetli teşhisler olduğundan kesin emindir. Kim ne derse desin, olaylara ve insanlara başka bir bakış açısından bakabilmesi mümkün olmaz. Böyle bir aşamada, bir konuda o kişiye ne açık deliller sunulması ne de mantıklı açıklamalar yapılması fayda vermez. Bu kişi sadece kendi bildiğine inanır, kendi bildiği gibi düşünür ve kendi bildiğini uygular.
Bir an için bile olsun, “olaylara, insanlara ve yaşadıklarıma bir başka bir bakış açısıyla bakayım” demez. Kendinden çok emindir. Olayların bambaşka anlamları olabileceğinden, insanların tavırlarının çok farklı amaçlar taşıyabileceğinden en ufak bir şüphe dahi duymaz. Olayların, kendi gördüğü kısmı gibi, göremediği kısımları da olabileceğini düşünmez. İlk gördüğü kadarıyla, olaylar ve insanlar hakkında kesin ve peşin hükümler verir.
Bu tür kimselerin bir başka önemli özellikleri ise, kendi çıkarımlarını zaman içerisinde sürekli olarak daha da pekiştirmeleridir. Her şeye kendi bakış açıları ve ön yargılarıyla baktıkları için, kendilerine göre bu yönde sahte deliller bulmakta da hiç zorlanmazlar. Giderek kendilerinden başka hiç kimseyi dinlemeyecek ve manen hiçbir gerçeği göremeyecek kadar körleşirler. Bu manevi körlük sonucunda da, kendilerini nasıl yanlış bir yola ve nasıl tehlikeli bir sona doğru sürüklediklerini fark edemeyecek hale gelirler.
Tüm bunların sonucunda da gerçek anlamda “akıllı” olma vasıflarını kaybederler. İyiyi kötü, kötüyü iyi; güzeli çirkin, çirkini güzel, doğruyu yanlış, yanlışı doğru algılamaya başlarlar. Kendilerine iyilik olarak yapılan bir tavrın altında art niyetli bir tavır olduğundan emir olurlar. Ya da kendilerine gösterilen güzel bir tavrın ardında başka bir amaç olduğu kanaatine varırlar. Hiçbir kusur bulamadıkları normal bir tavra ise, “suni ve doğal olmadığı” yakıştırmasını yaparlar. Ahiretlerine fayda verecek, nefislerini eğitecek bir yaklaşımı, kendilerince adaletsiz, merhametsiz, sevgisiz bir tavır olarak nitelendirirler. Daha güzel ahlaklı olmalarına vesile olacak bir olayı, aleyhlerinde zannederler. İnsanların yüzlerine bakarak, anlamlar çıkarırlar. Sözlü olarak hiçbir şey duymadıkları halde, sırf bakışlarından, insanların kendileri hakkında olumsuz bir kanaatleri olduğuna inanırlar. Bunlar gibi daha pek çok konuda yaptıkları pek çok teşhis vardır. Karşılarındaki insanlar ne kadar aksi yönde açıklama yaparlarsa yapsınlar, bu kimseleri doğru düşünmeye ikna edemezler.
İnsanlar, içerisine düştükleri bu durumun zararını ve tehlikesini ilk başlarda o kadar iyi kavrayamazlar. Oysa ki bu, önlem alınmadığı takdirde insanı dünyada da ahirette de yıkıma sürükleyebilecek çok tehlikeli bir hastalıktır. İnsanı sürekli olarak mutsuz eden, isabetsiz düşündürten, isabetsiz kararlar aldırtan, insanlardan uzaklaştıran, güzel olan hemen herşeyi yıkıp tahrip eden bir bakış açısıdır.
Böyle bir duruma gelen bir kişinin yapması gereken; aklını, teşhislerini, analizlerini, çıkarımlarını bir kenara bırakıp tümünü unutmaktır. Kendini Allah’a, Kuran’a, Allah’ın yarattığı kadere tam teslim etmeli, her yaşadığı olaya Allah’a güvenle, tevekkülle yaklaşmalıdır. Kuran’ı rehber edinmeli, her teşhisini, her analizini Kuran’a göre yapmalıdır. İmanlarına ve akıllarına güvendiği müminlerin öğütlerine tam tabi olmalı, kendisine yapılan Kuran ahlakına dayalı her çağrıya kulak vermelidir. Aklına, mantığına ne kadar aykırı gelirse gelsin, bu öğütlere hiç bir şekilde karşı açıklamalar getirmemelidir.
Diğer yandan insanın, aklından bu kadar emin hale gelmesinden, içinde duyduğu bu büyüklük hissinden dolayı Allah’tan korkup sakınması ve hemen Allah’a sığınması gerekir. Çünkü insan Allah’ın verdiği çok sınırlı bir akla sahiptir. Acz içindedir. Kendinden bu kadar emin olmasına yol açacak hiçbir özelliği yoktur. Böyle bir büyüklük hissi ve kendinden eminliğin, şeytanın bir aldatmacası olduğu açıktır. Bu nedenle şeytanın oyununu en hızlı ve en kesin şekilde bozmalı, mutlaka Allah’tan, Kuran’dan ve müminlerden yana tavır almalıdır.
Kuran’da yer alan “Allah’a karşı haksız yere büyüklenme” ile ilgili ayetleri düşünmeli, bu ahlakın getirebileceği pişmanlık dolu sondan Allah’a sığınmalıdır.
Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim.Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır. (Araf Suresi, 146)
Ona ayetlerimiz okunduğunda, sanki işitmiyormuş ve kulaklarında bir ağırlık varmış gibi, büyüklük taslayarak (müstekbirce) sırtını çevirir. Artık sen ona acı bir azap ile müjde ver. (Lokman Suresi, 7)
“İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.” (Lokman Suresi, 18)
Öyleyse içinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların konaklama yeri ne kötüdür. (Nahl Suresi, 29)
Bizim ayetlerimize, ancak kendilerine hatırlatıldığı zaman, hemen secdeye kapananlar, Rablerini hamd ile tesbih edenler ve büyüklük taslamayan (müstekbir olmayan)lar iman eder. (Secde Suresi, 15)