İslam aleminde kargaşa bitmiyor, akan kanlardan Müslümanlar neden sorumludur?

Bazı müslümanlar nerede yanlış yapıyorlar?

Suriye, Doğu Türkistan, Arakan, Irak, Filistin, Afganistan, Keşmir…

Şu an dünya çapında çok büyük kargaşa yaşanıyor. Durumun ciddiyetinin anlaşılması için medyada yer alan şehit sayılarına, yaralanan kişilerin durumuna bakmak dahi yetiyor. Her gün yüzlerce kişi yurdundan ayrılmak zorunda bırakılıyor, yüzlercesi ise katlediliyor. Küçük çocuklara tecavüz ediliyor, kadınların karınlarından bebekleri kesilerek alınıyor, Müslümanlar ateşe atılarak işkenceler yapılıyor. Dünyanın hemen her bölgesindeki bu sıkıntılı durum devam ederken, özellikle Müslümanların üzerindeki baskı dikkat çekici şekilde artıyor. Dünya ise İslam coğrafyasında yaşanan acılara karşı genel olarak sessiz.

Müslüman ülkelerdense elbette ki zulme karşı duranlar; kendileri zor durumda oldukları halde mültecilere kapılarını açanlar da var. Ancak bazıları da bu zulmü adeta görmezden gelebiliyor. Öyle ki ne gazetelerinde ne de televizyonlarında bir haber yayınlanıyor. Bu gibi ülkelerde at yarışları sonuçları gibi sıradan konular bile çok daha fazla dikkat çekiyor ve basında geniş yer buluyor.

Bazı ülkelerde ise sessizlik devam ederken bir yandan da “dış güçler” suçlanıyor. Oysa her şeyin suçlusu olarak “dış güçleri” göstermek çözüm değil, doğru da değil. Müslümanların önce kendilerinin nerede yanlış yaptığını sorgulamaları gerekir.

Müslümanlar, Suriye’de olduğu gibi, İslam tarihinde görülmedik bir zulme uğrarken, buna karşı neden tepkisiz kalındığı iyice düşünülmelidir.

“Kardeş” ve “Ümmet” olmak

Gerçekten, sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse Bana ibadet ediniz. (Enbiya Suresi, 92)

Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah’tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz. (Hucurat Suresi, 10)

Bu iki ayet Müslümanların birbirleriyle nasıl bir ilişki içinde olmaları gerektiğini bize gösteren ayetlerdendir.

Bir Müslüman için Allah’ın rızası, rahmeti ve cennetini kazanmak asıl ölçüdür, bunun için de Kuran’a ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in gösterdiği yola uyarız.

Ayetlere ve hadislere baktığımızda farklı farklı Müslüman gruplardan değil, tek bir “ümmet”ten, kardeşlerden bahsedildiğini görürüz. Bu kardeşlik bilincinin bozulması ve ayrılıkların çıkması ise Kuran’da bir bozgun sebebi olarak bildirilmiştir. Şu an dünya çapında yaşanan durum da işte tam olarak budur. Dolayısıyla Müslümanların yeniden ümmet olmaya, kardeşliğe niyet etmeleri ve bu konuda çalışmaları gerekmektedir.

➤ Müslümanların birlik olmasını gerektiren ayetlere bazı örnekler şunlardır:

İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)

Allah’a ve Resulü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider… (Enfal Suresi, 46)

➤ Peygamberimiz (s.a.v.)’in Müslümanların birbirleriyle değil savaşmak, birbirlerine  buğz dahi etmemesini, düşmanlıkların hemen ortadan kaldırılmasını tavsiye ettiği  bazı hadisler ise şunlardır:

Birbirinize buğz etmeyiniz. Birbirinize haset etmeyiniz. Birbirinize sırt çevirmeyiniz. Birbirinizle alakayı kesmeyiniz. Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz… (Buhari- Müslim- Riyazüssalihn s. 930)

Birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerine şefkat hususunda müminler adeta tek bir beden gibidirler. Ondan bir uzuv şikayet ederse, uykusuzluk ve ateşle vücudun diğer uzuvları da ona iştirak ederler. (Buharî, Salât, 88; Müslim, Birr, 65)

Ayet ve hadislerdeki hüküm çok açıktır. Müslümanlar her ne olursa olsun ayrılığa düşmekten sakınmalı ve her zaman haktan ve adaletten yana olmalıdırlar. Bu da mazlumların korunmasını ve zulme karşı manevi bir birlik ile dayanışmayı ve toplu bir fikri mücadele yürütmeyi gerektirir. Özellikle de söz konusu olanlar başka Müslümanlar ise, Şura Suresi 39. ayetindeki gibi, inananlar “Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır.” ahlakına uymalıdırlar.

İslam Birliği’nin bir an evvel kurulmasının ne kadar aciliyetli olduğu çok açıktır. Peki bu birliğin kurulması zor mudur? Kimilerine göre Avrupa Birliği’nin, Şangay İşbirliği Örgütü’nün kurulması çok makul ve kolaydır da, İslam Birliği’nin kurulması nedense zordur… Aslında hiç de zor değil. Aynı inancı, aynı kültürü paylaşan insanların bir ‘Ülkeler Birliği’ kurmaları nasıl olur da zor olabilir? Tek Bir Allah’a iman eden, aynı inancı yaşayan, aynı ahlakı beğenen, aynı Peygamberin yoluna uyan kimselerin birlikte hareket etmeleri elbette ki hiçbir şekilde zor olamaz.

Kendi Menfaatleri İçin İslam Birliği’ni İstemeyenler Büyük Yanılgıdadırlar

İttihad-ı İslam’ı istemeyen, dünyada bu kadar zulüm ve acı varken, sadece kendi rahatını ölçü alıp bu zulümle ilgilenmeyenler olabilmektedir. İşte bu yanlış bakış açısını düzeltmek, İslam Birliği’nin aciliyetini anlatmak, diğer Müslümanların sorumluluğundadır. Çünkü:

Bazıları kendi yaşadıkları bölgelerde rahat olabilirler ama Suriye’de insanlar aç bırakılıyor, şehit ediliyor.

Bazıları kendi menfaatlerine zarar geleceğini düşünüp, “İslam Birliği’ne gerek yok” diyor olabilirler, ama Arakan’da Müslümanlar evleriyle birlikte yakılıyor, Doğu Türkistan’da genç kızlardan haber dahi alınamıyor…

Bazıları İttihad-ı İslam’ı aciliyetli görmüyor olabilirler, ama mazlumlar “Rabbim bize bir kurtarıcı gönder” diye sabah akşam dua ediyorlar…

İşte bu yüzden Müslümanların şevkini ve heyecanını kıran, İslam Birliği’ne yanaşmayan açıklamaların yanlışlığını insanlara anlatmak; İslam Birliği’nin aciliyetini hatırlatarak Müslümanların tekrar bir birlik haline gelmesi için çaba göstermek son derece önemli..

Bu da tabi ki Kuran ahlakının öğretilmesi, ilmi delillere dayalı, sağlam bir imana vesile olacak çalışma yapılmasıyla, yani eğitimle sağlanabilir. İnsan ince ince eğitildiğinde şuuru açılır, bencillikten kurtulur, ayetleri anlamaya ve Kuran ahlakını hayata geçirmeye başlar.

İşte bu nedenle her türlü fikri çalışmayla, televizyon, kitap veya dergilerle İslam Birliği’nin neden gerekli olduğunun anlatılması, ümmet bilincinin yeniden canlandırılması gerekiyor. Bu bilinç sadece Müslümanlara değil, İslam Birliği’nin temelindeki şefkat vesilesiyle, bütün dünyaya barış ve huzur getirecektir.

İslam coğrafyasının hemen her köşesinde var olan savaş, kargaşa, çatışma, ekonomik kriz, fakirlik, açlık gibi problemlerin bir türlü çözülememesinin ana sebebi, Müslümanların gerektiği gibi bir dayanışma içinde olmamasıdır. Çok geniş bir nüfusa sahip olan İslam aleminin, elindeki maddi manevi tüm imkanlara rağmen, on yıllardır bu sorunları sona erdirememiş olması kabul edilebilir değildir. Dahası bu sorunlar her yıl katlanarak büyümektedir. Dünyanın kimi yerlerindeki Müslümanlar, gördükleri bu zorlu manzara sebebiyle, son derece yanlış bir şekilde, çözüm ve kurtuluştan yana ümitlerini tamamen kaybetmişlerdir. Oysa ümitsizliğe kapılmak, o mazlum insanları zulme terk etmek anlamına gelir ki, bu da vicdanen hiçbir şekilde kabul edilemez.

İslam Aleminin Birlik Olması En Acil Konudur

İslam aleminin kimi fertleri, acı ve sıkıntıların hakim olduğu İslam coğrafyasındaki durumu pek de umursamıyor gibi görünüyorlar. Bunun sebebi de muhtemelen bu felaketlerden uzakta olmaları ve kendi çıkarlarına dikkat vermeyi daha önemli görmeleri. Fakat bugün başkasının başına gelenler, yarın kişinin kendi başına da gelebilir.

Nitekim artık yaşanan problemler, her ülkeye bir şekilde sirayet eder boyuta ulaşmıştır. Hemen ve kesin bir çözüm bulunamazsa, henüz pek ciddi sıkıntı yaşamayan ülkeler de kısa zaman içinde aynı duruma düşebilirler. Zira bundan önceki yıllara oranla, İslam coğrafyasındaki sorunlar giderek daha da uç boyutlara ulaşmış, birçok ülke adeta can çekişir hale gelmiştir.

Müslüman nüfusun diğer önemli bir bölümü de, çözüm için hep Batılı ülkelerin bir şeyler yapmasını beklemektedirler. Bir yerde bir zulüm yaşandığında hemen onlardan yardım talep edilmekte ve yol göstermeleri istenmektedir. Bu tür durumlara karşı, adeta tümüyle Batı’ya bağımlı bir hale gelinmiştir. Güç birliği yapacakları takdirde maddi manevi çok büyük bir güce sahip olacak olan İslam coğrafyasının bu yaklaşımı, elbette ki çok büyük bir hata ve ciddi bir acziyet göstergesidir.

Tarih boyunca dünyaya yön vermiş olan Müslüman aleminin, şimdilerde üzerinde oyunlar oynanan, güçsüz ve halsiz, kendi problemlerini çözemeyen bir yapıya bürünmüş olmayı asla kabul etmemesi gerekir. Bu duruma gelinmiş olunmasının tek sebebi ise, Müslümanların ‘birlik ve beraberlik’ içinde olmamalarıdır. Eğer inançlı insanlar arasındaki kardeşlik bağları güçlü olmazsa ve birlik içinde hareket edilmezse, o zaman Müslümanların kuvveti elbette ki kırılmaktadır.

Bu durumdan çıkmak, Müslüman coğrafyasında huzur, refah ve barış sağlamak ise, aslında zor değildir. İslam alemi güçlerini birleştirdiği takdirde hiç kimse Müslümanlara Allah’ın izniyle güç yetiremez, onlara zulmedemez. Bugün Müslüman ülkeler aralarında bir birlik kurmuş olsa, meydana gelecek manevi gücün ne denli caydırıcı olacağı ve bu suretle de hiçbir kuvvetin, tesis edilecek barışı bozmaya yeltenemeyeceği açıktır.