İnsanların en zorlandıkları şeylerden biri, “birbirlerine güvenmek”tir. Fikirlerine, hayata bakış açılarına, kişiliklerine uygun insanlarla dostluklar kurabilir, belirli şartlar doğrultusunda bu kimselere sevgi, saygı yöneltebilirler. Ama gerçekten güvendiklerini göstermelerini gerektiren bir durum olduğunda hemen geri adım atarlar.

Kendilerinden başka gerçek anlamda kimseye güven duymazlar. Ne eşlerine, ne anne babalarına, ne çocuklarına, ne dostlarına ne de akrabalarına. Yıllarca evli kalan insanların, halen eşlerine güvenemediklerine dair konuşmalara hemen her yerde rastlarız. “Babana bile güvenmeyeceksin” gibi atasözleri ise, insanların en yakın akrabalarına bile ne kadar kuşkulu yaklaştıklarının önemli bir göstergesidir.

Hayatlarını, insanların birbirlerine olan bu güvensizliklerini görerek geçiren insanlar da, aynı şüpheli ve tedirgin yaklaşımı çevrelerindeki kimselere karşı sürdürmektedirler.

İnsanların bu tedirginliklerinde çok fazla haklılık payı da vardır elbette. Çünkü gerçekten de sözde en yakın oldukların söyleyen kimi dostlar, sadakat yeminiyle biraraya gelmiş evli insanlar ya da bir ailenin bireyleri dahi, çok rahatlıkla birbirlerinin arkasından konuşmakta, birbirlerini gizlice izlemekte, birbirlerinden şüphe duymaktadırlar. En sıradan konulardan en önemli konulara kadar birbirlerine yalan söylemekte hiçbir mahsur görmemektedirler. Birbirlerine kıymetli bir şey, mal, mülk ya da para asla emanet edemezler. Birbirlerinin üzerine bir mal mülk geçiremezler. Zaruri durumlarda dahi cüzdanlarını, çantalarını, evlerinin anahtarlarını birbirlerine veremezler. En yakın bildikleri insanların dahi, her an bir oyun oynayıp arkadan vurması tehlikesiyle yaşarlar.

İşte tüm bu nedenlerle cahiliye ahlakını yaşayan insanlara güvenmekte zorlanmak çok makuldür. Çünkü bu güvensizliğin haklı delilleri vardır. Ama müminlere güvenmekte tereddüt etmenin hiçbir açıklaması yoktur. Çünkü müminler, insanların görmeye alıştıkları tüm bu insan modellerinin dışında kalan insanlardır. Çünkü müminler Allah’tan korkarlar. Her yaptıkları iyiliğin ve kötülüğün ahirette hesabını vereceklerini bilirler. Bu yüzden asla yalan söylemezler. İnsanlara karşı ikiyüzlü bir tavır sergilemezler. İnsanların arkasından konuşmazlar, dedikodu yapmazlar. Dünyada sevmeyi, sevilmeyi, saygıyı, dostluğu, sadakati, vefayı, iyiliği, güzel ahlakı en iyi bilen insanlardır. Yapmayacakları şeyi asla söylemezler. Tutamayacakları bir sözü asla vermezler. Kimseye kötülük yapmazlar. Kimsenin malına canına asla zarar vermezler. Kendilerine emanet edilen bir şeyi titizlikle korurlar. Sır verildiğinde, bunu samimiyetsizce insanlara yaymazlar. İnsanlara ihanet etmez, kendilerine duyulan güveni asla istismar etmezler.

Dolayısıyla mümine güvenmekte zorlanmak olmaz. Eğer bir insanın Allah’tan korktuğu ve sakındığı açıksa, Kuran ahlakına uyuyorsa, bu kişiye karşı insan hiç düşünmeden güven duyabilir. Malını canını, dünyada maddi manevi en kıymetli bildiği şeylerini rahatlıkla emanet edebilir. Müminlerin sözlerine, sevgilerine, saygılarına, sadakatlerine tam inanabilir. Göründüğünün dışında farklı ve gizli bir yönü olmadığına, bu kişiden kimseye zarar gelmeyeceğine tam itimat edebilir. Koruyup kollamada, şefkat ve merhamette, maddi manevi imkan sağlamada, müminin, iman eden dostlarını kendi nefsinden önde tutacağına tam olarak güvenebilir.

Bu nedenle bir insanın müminlere karşı temkinli davranması tamamen yersizdir. Çünkü müminin içi dışı birdir. Allah korkusundan dolayı, kötü olan tavırlara asla yanaşmaz. İnsanların dünyada bildikleri her türlü iyilik ve güzellik müminlerde toplanmıştır. Bu nedenle müminlerin olduğu yer de dünyanın en güvenilir yeridir. Yüce Allah Kuran’da bu gerçeği şöyle bildirmiştir:

Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O’nun elçisi, rüku’ ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü’minlerdir. (Maide Suresi, 55)

Kim Allah’ı, Resûlü’nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah’ın taraftarlarıdır. (Maide Suresi, 56)