Kehf Ehli
Allah, Kuran’da yer alan Kehf kıssasında, inkarcı kavimlerinden ayrılan iman sahibi gençlerin Allah’a ibadette kararlılık göstererek, yalnızca Allah’a kulluk edebilmek için yaşadıkları yerden uzaklaşıp mağaraya sığınmayı tercih ettiklerini bildirmektedir. Allah’ın Kehf kıssasında bilgi verdiği, Kehf ehli olarak adlandırılan bu topluluğun Allah’a olan güçlü bağlılığının ve sadakatinin iki önemli belirtisi dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki, bu insanların genç olmalarıdır.
Çoğu insan için gençlik, hayatında belki de dilediği herşeyi yapabileceği, en sağlıklı ve fiziki bakımdan da en güzel ve güçlü olduğu dönemdir. Kehf Ehli de, genç olmalarına rağmen, bu gençliklerini ve gençliğin kendilerine sağladığı tüm imkanları, Allah’ın rızasını kazanmak için kullanmaya adamışlardır. Söz konusu gençlerin, hayatlarının bu önemli bölümünü, Allah’ın rızasını kazanabilmek için seve seve Allah’a adamış olmaları, bu kimselerin derin bir imana sahip olduklarının göstergesidir. Sadece Allah’a ibadet edebilmek için, ellerindeki tüm imkanlardan vazgeçip bir mağaraya sığınmayı göze almış olmaları ve Allah’a ibadette böylesine bir kararlılık göstermeleri, şüphesiz ki bu gençlerin Allah’a olan güçlü sevgileri, bağlılıkları ve sadakatleriyle açıklanabilir. Allah Kuran’da, Kehf Ehlinin Allah’a olan güçlü imanlarını ve göstermiş oldukları teslimiyetli tavırlarını şöyle bildirmektedir:
Sen, yoksa Kehf ve Rakim Ehlini Bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın? O gençler, mağaraya sığındıkları zaman, demişlerdi ki: “Rabbimiz, Katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl). (Kehf Suresi, 9-10)
Onların kalpleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı) rabtetmiştik; (Krala karşı) Kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir; İlah olarak biz O’ndan başkasına kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek olursak, andolsun, gerçeğin dışına çıkarız. (Kehf Suresi, 14)
(İçlerinden biri demişti ki:) “Madem ki siz onlardan ve Allah’tan başka taptıklarından kopup-ayrıldınız, o halde, (dağlara çekilip) mağaraya sığının da Rabbiniz size rahmetinden (bolca bir miktarını) yaysın ve işinizden size bir yarar kolaylaştırsın.” (Kehf Suresi, 16)
Allah Kuran’da, “bu gençlerin kalbine sabrı ve kararlılığı rabtetmiştik” şeklinde buyurmuştur. Ayrıca bu gençlerin Kendisi’ne iman etmede ne kadar kararlı ve sabırlı olduklarını haber vermiştir.
Bir başka ayette de, Firavunun zulmüne rağmen, Allah’a teslim olarak Hz. Musa’ya iman eden gençlerin sadakatlerine şöyle dikkat çekilmiştir:
Sonunda Musa’ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı. (Yunus Suresi, 83)
Firavun dönemindeki bu gençler gibi, Kehf Ehlinin de, inkar edenlerin baskılarına karşı gelebilmeleri ve Allah’ın rızasını kazanmak için mağara gibi, yaşaması oldukça zor olan bir yeri tercih etmeleri, bu insanların Allah’a olan sadakatlerini ortaya koyan bir başka güzel davranıştır. Allah’a karşı olan güçlü sadakat ve bağlılıkları, onlara bu gücü ve cesareti vermiş ve bundan sonra karşılaştıkları zorluk ve engellerde gösterdikleri sabrın da temelini oluşturmuştur. Aynı durum, Firavunun zorbalığına ve acımasızlığına rağmen, Hz. Musa’ya iman eden gençler için de geçerlidir. Bu genç insanlar da, Firavundan korkmamış ve Hz. Musa’ya tabi olarak, Allah’a karşı olan sadakatlerini göstermişlerdir.
Tüm bu örnekler bizlere Allah’a kaşı duyulan güçlü bir sadakat ve bağlılığın, müminin her zaman için Allah’ın rızasına uygun hareket etmesini sağlayan önemli bir güç oluşturduğunu göstermektedir.
Firavunun Ailesinde İmanını Gizleyen Adam
Allah’ın, Kuran’ın Mümin Suresi’nde yer alan bir kıssada vermiş olduğu bilgiler, Allah’a olan güçlü bir sadakat ve bağlılığın, insanı nasıl üstün bir ahlaka yönelttiğini bizlere göstermektedir. Allah bu kıssada, Hz. Musa’nın Firavuna tebliğ yaptığı sırada ortaya çıkarak, Hz. Musa’ya destek veren ve Firavunun zulmüne karşı çıkan bir kimseden bahsetmektedir. Allah, Firavunun Hz. Musa’nın tebliğine büyüklenerek karşı çıktığını bildirmektedir:
Firavun dedi ki: “Bırakın beni Musa’yı öldüreyim de o (gitsin) Rabbine yalvarıp-yakarsın. Çünkü ben, sizin dininizi değiştirmesinden veya yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum.” Musa dedi ki: “Gerçekten ben, hesap gününe iman etmeyen her mütekebbirden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığınırım.” (Mümin Suresi, 26-27)
Hz. Musa’nın, Firavuna Allah’ın hak dinini tebliğ ettiği bu sırada, Firavun ailesinden olan bu kişi ortaya çıkmış, Firavuna ve kavmine tebliğ yaparak onlara Hz. Musa’ya inanmaları gerektiğini söylemiştir:
Firavun ailesinden imanını gizlemekte olan mümin bir adam dedi ki: “Siz benim Rabbim Allah’tır diyen bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o, size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunuyor. Buna rağmen eğer o bir yalancı ise yalanı kendi aleyhinedir; ve eğer doğru sözlü ise, (o zaman da) size vadettiklerinin bir kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah, ölçüyü taşıran, çok yalan söyleyen kimseyi hidayete erdirmez.” (Mümin Suresi, 28)
İman etmiş olan bu kişi, Firavunun öfkelendiği ve peygamberi öldürmekle tehdit ettiği bir anda ortaya çıkmış ve Hz. Musa’ya büyük bir destek vermiştir. Böyle bir anda, Firavun gibi zalim ve yeryüzünde ölçüyü taşıran bir kimseye karşı durmak, bu kimsenin imanını ve Allah’a karşı olan güçlü sadakatini ortaya koymaktadır. O da Hz. Musa’nın yaptığı gibi, Firavunun karşına geçmiş ve kavmini Allah’ın yoluna uymaya davet etmiştir. Sergilemiş olduğu bu tavır, bu kimsenin üstün bir ahlaka sahip olduğunu göstermektedir. Mümin olan bu kişi, kalbinde taşıdığı güçlü iman ile Firavunun karşısında durabilme cesaretini göstermiştir. Bu da, bu kişinin Allah’a olan güçlü sadakatini ve Allah’ın rızasını kazanmakta hiçbir engel ve zorluk tanımadığını ortaya koymaktadır.
Bu kişinin Allah’a ne kadar sadık ve bağlı olduğu, Firavunun ailesinden olmasına ve Firavunla beraber yaşamasına rağmen, kararlı, akıllı ve dikkatli bir şekilde imanını gizleyebilmesinden de anlaşılmaktadır. Bu kimse, Firavun gibi din düşmanı olan birinin yaptığı tehditlere ve uyguladığı şiddete karşın, iman etmiş ve bu imanını da koruyabilmiştir. Gözden kaçırılmaması gereken diğer bir nokta da budur. Çünkü Allah’ın “Ey iman edenler, eğer inkar edenlere itaat ederseniz, sizi topuklarınız üzerinde gerisin-geri çevirirler, böylece büyük hüsrana uğrayanlara dönersiniz.” (Al-i İmran Suresi, 149) ayetiyle açıkladığı gibi, inkar eden kimselerin sözüne uymak, kişinin imanına zarar verecektir. İşte bu noktada, bu kişinin, tehlikeli bir yerde, imanını hem ‘gizleyebilmesi’ hem de inkar edenlere itaat etmeden ‘muhafaza edip koruyabilmesi’, gerçekten güçlü bir akla ve Allah’a karşı sarsılmaz bir bağlılık ve sadakat duygusuna sahip olduğunu göstermektedir.
Allah’ın Kuran’da bildirdiği bu örnekten de anlaşılacağı gibi, Allah’ın rızasını kazanmak, her ne zorluk içerisinde olunursa olunsun, Allah’a karşı ancak güçlü bir sadakat göstermekle mümkün olabilmektedir.
Hicret Eden Müminler
Müminler Kuran ahlakını anlatmak ve insanları doğru ve güzel olana davet etmek için büyük bir çaba ve istek içindedirler. Ancak Kuran ahlakının insanlara getireceği adalet huzur ve eşitlik gibi kavramlar, bazı kimselerin çıkarlarını olumsuz etkilediği için, bu kimseler Kuran ahlakından büyük bir rahatsızlık duyarlar. Bu yüzden de Kuran ahlakını yaymaya ve anlatmaya çaba harcayan ve bu konuda istekli olan müminleri çeşitli şekillerde engellemeye çalışırlar.
Bu kimselerin bu amaçla başvurdukları yöntemlerden biri, müminleri yaşadıkları yerlerden ayrılmaya zorlamalarıdır. İnkarcılar bu şekilde hareket ederek, müminlerin dirençlerini kıracaklarını ve kendilerince müminleri zayıf düşürüp, onlara karşı kesin bir zafer kazanacaklarını zannederler. Ancak unuttukları önemli bir şey vardır, o da, müminlerin, Allah’ın kendilerine gösterdiği bu doğru yolda ilerlemedeki kararlılıkları ve Allah’a karşı olan güçlü bağlılıklarıdır. Müminler, Allah’a duydukları samimi iman ve sadakat nedeniyle, kendilerine isabet eden zorluk her ne olursa olsun, hedeflerinden asla sapmazlar. Onlar için yaşadıkları şehirden sürülmek hicret etmek anlamına gelir ki, bu da müminlerin Allah’a olan teslimiyetlerini gösteren olaylardan biridir. Böyle bir durumla karşılaşan müminler, hiç tereddüt etmeden yaşadıkları ortamı, evlerini, mallarını ve kurulu düzenlerini tamamen geride bırakırlar. Gerektiğinde hiçbir plan ve hazırlık yapmadan sadece Allah’ın rızasını kazanabilmek için zorlu bir yolculuğa çıkarlar. Dolayısıyla bir müminin hicret etmesi, Allah’ın rızasını kazanmak ve Kuran ahlakına uygun bir yaşam sürebilmek için, sahip olduğu herşeyi en ufak bir kararsızlığa düşmeden ardında bırakıp gitmesidir. Bu olay, müminlerin bu yolda gerçekten büyük bir samimiyete ve kararlılığa sahip olduklarını göstermektedir. Allah, hicret etmenin ve kişinin sahip olduğu herşeyden bu amaçla vazgeçebilmesinin bir mümin özelliği olduğunu Kuran’ın pek çok ayetinde bildirmiştir.
Hicret etmek, aynı zamanda insanın ‘kendine edinmiş olduğu batıl yolu terk ederek, Allah’ın kendisine göstermiş olduğu doğru yola tabi’ olmasıdır. Hz. Lut hicretin bu anlamını şu şekilde dile getirmiştir:
Bunun üzerine Lut ona iman etti ve dedi ki: “Gerçekten ben, Rabbime hicret edeceğim. Çünkü şüphesiz O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Ankebut Suresi, 26)
Müminlerin gerçekleştirdiği hicrete bu açıdan bakıldığında, hayatları boyunca Allah’ın kendilerini yöneltip-ilettiği hak yoldan ve O’nun rızasını kazanmaktan asla kopmadıkları ve hayatlarını tamamen Allah’ın hoşnutluğu ve rızası üzerine kurdukları görülür. Müminler ‘hicret ruhunu’ taşıyan, bundan dolayı da hayatları boyunca Allah’a sadık kalarak yaşayan insanlardır. Allah, Kendi yolunda böylesine kararlılık ve azim gösteren müminleri, hem dünyada hem de ahirette ‘büyük derecelerle’ ödüllendireceğini Kuran’da şöyle haber vermiştir:
Zulme uğratıldıktan sonra, Allah yolunda hicret edenleri dünyada şüphesiz güzel bir biçimde yerleştireceğiz; ahiret karşılığı ise daha büyüktür. Bilmiş olsalardı. (Nahl Suresi, 41)