Bugün medeni dünyanın hiçbir kesimi yok ki her gün manşetlerden düşmeyen toplumsal dejenerasyonun etkisi altında kalmış olmasın. Anlayışımızın sınırlarını zorlayan ve kamu vicdanını yaralayan bir haber okumadığımız tek bir gün geçmiyor. Geçtiğimiz günlerde ABD medyasında çıkan iki haber şu ana kadar duyduklarımız arasında kesinlikle en dehşetlilerindendi.

İlk haber sarhoşken araba kullandığı sırada, 14 yaşındaki kız kardeşinin araçtan dışarı fırlamasına sebep olan bir trafik kazası… Kazaya neden olan 18 yaşındaki Kaliforniyalı kızın hikayesi ilk bakışta dünyanın hemen her yerinde her gün meydana gelen milyonlarca trafik kazasından biri olarak görülebilir. Ancak bu ölümcül kazayı diğerlerinden ayıran bazı korkunç detaylar var. Kazaya neden olan kız,  14 yaşındaki kızkardeşini kurtarmaya çalışmak yerine onun ölümüne neden olan kazanın videosunu kaydediyor ve sosyal medya hesabında canlı olarak yayınlıyor. Kayıtta, kazaya sebep olan büyük kızkardeş şarkı söyleyip, müzik eşliğinde el hareketleri yaparken kızkardeşinin çığlıkları duyuluyor ve yardım için savrulan elleri görülüyor. Kaydın sonunda, abla küfürlü bir yorum yapıyor: “Kız kardeşim … ölüyor. Bakın … kızkardeşimi ölümüne seviyorum.”

Günümüz toplumlarındaki ahlaki çöküşün vurucu etkisini ortaya koyan benzer bir başka korkunç hikaye bu haberin de önüne geçti. Bu, yardım etmek ya da Acil Yardım’ı aramak yerine boğulan engelli bir adamın ölüm anlarını filme çeken Floridalı beş gençle ilgili. Bir dakika boyunca süren bu videoda, adamı gölette boğulurken izlerken gençlerin alay ettikleri, güldükleri ve hatta küfrettikleri duyuluyor. Bu gibi durumlarda genellikle akla gelen ilk şey yasal yollara başvurmaktır. Ancak bu olayda, polis ve savcılar bu grubun “harekete geçmemekle” herhangi bir yasayı ihlal etmiş olmadığını dolayısıyla yasal olarak çok az şey yapılabileceğini belirtiyorlar. Bu “harekete geçmemenin” ahlaki açıdan hiçbir açıklaması yok. Bu sadece bizi sorunun özünü anlamaya götürüyor: Polisin kendi ifadesiyle bu “son derece rahatsız edici” video, ahlaki çöküntü yaşayan bir topluma işaret ediyor. Bu büyük sorun, kolluk kuvvetleri dışında daha kapsamlı bir müdahaleyi gerektiriyor.

Bunlar, genel toplumsal çöküşün habercisi olan iki temel olaydır. Çünkü bireylerdeki ahlaki dejenerasyonun toplumsal çöküşün bir öncülü olduğu ve nihayetinde ulusların düşmesiyle sonuçlandığı bilinmektedir. Zor koşullardaki insanlarla alay edecek, onlarla eğlenecek kadar acımasız ve zalim insanların ortaya çıkması, toplumun kendisini bir çıkmaz içinde bulduğu son noktadır. Nitekim bireylerin ahlaki çöküşü sosyal yozlukla doğrudan ilişkilidir. Zira bu kişiler toplumun iyileştirilmesine katkıda bulunmaz ve başkalarına fayda sağlayacak herhangi bir şey yapma konusunda şevk sahibi olamazlar. Ahlaki çöküş bir toplumun entelektüel, fiziksel ve yaşamsal gücünü baltalar ve hamle yapacak gücünü yok eder. Bu, ahlaki çöküntü yaşayan insanların hayatlarını ve var olmalarını anlamlı kılan herhangi bir değere bağlı olmamaları nedeniyledir. Cornell Üniversitesi’nden Prof. William Provine tarafından açıklandığı üzere bu mantığın kökenini materyalizmin ahlaka bakış açısında bulabiliriz:

“Modern bilim direkt olarak, dünyanın mekanik ilkelere tam uyum içinde düzenlenmiş olduğuna işaret etmektedir. Doğada maksatlı prensipler yoktur. Akıl yoluyla saptanabilen tanrılar ve tasarlayıcı güçler yoktur… İkincisi, modern bilim insanın yaratılıştan vicdani ve ahlaki duyguları olmadığını, insanın şartsız uyması gereken ilkelerinin de olmadığını ima eder. Üçüncüsü, insanlar inanılmaz karmaşık makinelerdir. Her bir insan, iki temel mekanizma ile etik bir kişi haline gelir: kalıtım ve çevresel etkiler. Hepsi bu kadardır. Dördüncüsü, öldüğümüzde sadece ölürüz ve bunun sonumuz olduğu sonucuna varmalıyız. ”

Kendisini bu ideolojiyle özdeşleştiren bir kişinin hayatı, ona göre kaçınılmaz olarak rastlantısallıktan ibarettir. Nitekim, bu görüşteki insanlardan oluşan bir toplum, bir ulusun devamlılığının temeli olan herhangi bir istikrar güvencesi sunmaz. Bu kişiler uyum ve ilerleme sağlayan toplumsal koordinasyonu teşvik etmek yerine, bağları hiçe sayarak kargaşaya neden olurlar.

Ahlaki düşüşü toplumlar için büyük bir tehdit olarak gören çeşitli şahsiyetler vardır. Örneğin, General Douglas MacArthur, “Tarih, ahlaki çöküntü yaşayan ulusların siyasi ve ekonomik düşüşe geçmediği tek bir örnek kaydetmemiştir” der. Nitekim, yoksulluk, suç ve tüm kötülükler yozlaşmış bireylerin topluma hükmetmeye başlamasıyla gelişme gösterme eğilimindedir.

Bununla birlikte, toplumlarda dejenerasyonun neden olduğu bu olayların gidişatını tersine çevirmek mümkündür. Nasıl toplumlardaki sefalet bireyler aracılığıyla yayılıyorsa, toplumları refaha yönlendirecek olanlar da yine bireylerdir. Theodore Roosevelt, “Bir insanı fikren yetiştirip ahlaki olarak yetiştirmemek, topluma yönelik bir tehdit yetiştirmektir” demiştir. Dolayısıyla bir toplumun hayatta kalması, bireyleri ahlaki olarak eğitmek ve onları nefret insanı olarak değil sevgi insanı olarak yetiştirmekten geçmektedir. Kalplerinde sevgi, barış ve iyi niyet barındıran insanlar toplumda itici güç haline geldiğinde, insanların acı çekmesine neden olan kötülük, sefalet, haksız rekabet, adaletsizlik ve tüm diğer olumsuzluklar nihai olarak ortadan kalkacaktır. Bu, insanlara çok erken yıllardan itibaren başkalarına yönelik vesayet duygusu aşılanarak başarılabilir. Bitkiler ve hayvanlar da dahil olmak üzere çevrelerindeki herkese ve her şeye saygı duymaları, korumaları ve göz kulak olmaları gerektiğini hisseden sorumlu bireyler olarak yetişen insanlar, kendilerine saygısı olan özgüvenli insanlar haline geleceklerdir. Bu tip insanlar, toplumun iyiliği ve refahı için çalışacak bir mekanizmanın dişlileri olma eğilimindedirler. Gerçekten de egoist olmayan ve başkalarına karşı fedakar olan insanların hakim olduğu bir toplumda “güçlü olanın hayatta kalması” artık bir slogan olmayacaktır. Güçlü olan zayıf olanları koruyacak ve onlara zayıf yönlerinin üstesinden gelmeleri ve toplumdaki yerlerini almaları için fırsat tanıyacaktır. Böyle bir toplumda, rekabetin yerini herkesin iyiliği için işbirliği yapmak alacak, zulüm, duyarsızlık, ihtiyaç sahiplerine karşı umursamazlığın yerini sevgi ve merhamet alacaktır. Bu, ırkı, milleti, dini, ideolojisi veya cinsiyeti ne olursa olsun herkesin insan olarak hak ettiği sevgi ve saygıyla muamele gördüğü bir yol olacaktır.