Allah bir Kur’an ayetinde, “Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Al-i İmran Suresi, 104) buyurmaktadır. 

Müminler Allah’ın emir ve tavsiyelerine karşı son derece titizdirler. Bu yüzden Allah’ın razı olmayacağını düşündükleri bir ahlak göstermekten şiddetle sakınır ve yanlış tavırlarında asla ısrarcı bir tavır izlemezler. Kuran’da müminlerin bu ahlakı şöyle bildirilmiştir:

Ve ‘çirkin bir hayasızlık’ işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah’tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir. (Al-i İmran Suresi, 135)

Ancak insan hata yapmaya yatkın bir varlıktır. Kimi zaman bilmediğinden, kimi zaman unutup yanıldığından kimi zaman da nefsinin ya da şeytanın telkinlerine merhametuyduğundan istemeden hata yapabilir. İnsanın bu dünyadaki amacı, Rabbimiz’in kendisi için yarattığı ömür süresi içerisinde, bu ve benzeri olaylarla denenmesi, Kuran ahlakını öğrendikçe olgunlaşıp, içerisinde bulunduğu hatalardan kurtulması ve Rabbimiz’in razı olacağı üstün bir ahlaka ulaşabilmesidir. İnsan aklını ve vicdanını en güzel şekilde kullanıp tüm samimiyetiyle hareket ediyorsa, Allah ‘ın kendisini bağışlamasını umabilir. Allah pek çok ayette “Affedici” ve “Bağışlayan” olduğunu haber vermiştir. Bir ayette Rabbimiz’in bu üstün ahlakı şöyle bildirilmiştir: 

“Haber ver kullarıma; şüphesiz Ben, Ben bağışlayanım, esirgeyenim. ” (Hicr Suresi, 49) 

Rabbimiz müminlerin de birbirlerine karşı aynı şekilde bağışlayıcı olmalarını tavsiye etmiştir: 

“Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam’a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir. ” (Araf Suresi, 199)

Müminler, Allah Kuran’da “Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.” (İsra Suresi, 53) buyurmuştur. Bu nedenle müminler birbirlerine bir hatırlatma ya da bir tavsiyede bulunurken sözün en güzelini seçmeye özen gösterirler. Birbirlerine olan sevgileri ve aralarındaki güçlü tesanütün de gücüyle bu ahlakı en güzel şekilde uygularlar. Konuşmaları samimi, riyadan uzaktır. Dürüstçe, yalnızca karşılarındaki Müslümanın iyiliğini düşünerek hareket ederler. Bir insanın iyiliğini istemek, o kişinin ahirette Allah’ın huzurunda mahcup olmaması, küçük düşmemesi, geri dönüşü ve telafisi olmayan bir pişmanlık yaşamaması ve gönül huzuruyla hesap verebilmesini istemektir. Müminler nasıl haram bir fiilden ya da Allah’ın hoşnut olmayacağını düşündükleri bir tavırlardan sakınıyorlarsa, aynı kendileri gibi kardeşlerini de böyle bir hatadan korumak isterler. Çünkü müminler birbirlerinin velisidir ve Kur’an’a uygun şekilde birbirlerine öğüt verir, doğruyu hatırlatırlar. Kuran’da da, müminlerin samimiyetle uyguladıkları bu ahlakın gerçekten iman eden kimseler üzerinde rahmani bir etki oluşturacağı haber verilmiştir:

Sen öğüt verip-hatırlat; çünkü gerçekten öğütle-hatırlatma, müminlere yarar sağlar.” (Zariyat Suresi, 55)

Bazen müminlerin öğüt verdiği bu kişi, Kuran’a göre çok önemli bir eksiklik ve çok tavsan2yanlış bir tavır bozukluğu içerisinde olabilir. Müminler Kuran ahlakının bir gereği olarak bu kişiye yine de yumuşakbaşlılıkla, güzel ahlakla, olgunlukla ve hoşgörüyle yaklaşırlar. Böyle bir durumun hata yapan kişiyi yanıltmaması çok önemlidir. Kendisine şefkat ve merhametle yaklaşılması,  ‘nasıl olsa bir şey olmuyor, kimse bana karşı bir tavır almıyor, yine de iyi davranıyorlar’ gibi yanlış mantıklarla gevşeklik göstermesi, ‘böyle de idare ederim’ diye düşünmesi son derece yanlıştır. Burada gösterilmesi gereken Kuran ahlakına en uygun olan davranış, söylenenlere hemen en güzel tepkiyi göstermek ve kişinin gücünün yettiği oranda kendini değiştirmeye, hatasını telafi etmeye gayret etmesidir. Aksilik çıkarmak, ağırdan almak, Müslümanların iyi niyetini suistimal etmeye çalışmak, anlamazlıktan gelmek, durumu açmaza sokmaya çabalamak gibi rahmani olmayan davranışlardan şiddetle kaçınmak gerekir. Çünkü insanı her şeyi lütfedip veren de ve dilediği takdirde geri alan da Yüce Rabbimiz’dir. Hata yapanı da, ona yapılan hatırlatmayı da yaratan Allah’tır. Hızlı davranmak ve söyleneni kabul etmek Kuran’a göre en doğru davranıştır. İnsanın kendi kendine, “orada ben haklıydım”, “konunun aslı öyle değil, aslında açıklasam haklı olduğum anlaşılır”, “başka insanlar da aynı hataları yapıyor, niçin bana öğüt veriliyor?” gibi nefsini koruma çabaları ise, eksiklerini görmemezlikten gelmesine sebep olur. Bu da kişinin ulaşması gereken üstün ahlakı uygulamasını geciktirecek, belki de kişinin Allah’ın rızasını kazanmasını engelleyecek ve sonsuz ahiret hayatını tehlikeye sokacaktır. Allah bir Kuran ayetinde şöyle buyurmaktadır: 

“Rabbimiz, biz: “Rabbinize iman edin” diye imana çağrıda bulunan bir çağırıcıyı işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz, bizim günahlamızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi de iyilik yapanlarla birlikte öldür.” (Al-i İmran Suresi, 193)

Unutulmamalıdır ki insana konuşma, fikrini ifade edebilme yeteneğini veren Allah’tır. Kimse Allah’ın dilemesi dışında tek bir kelime dahi söyleyemez. Herşeyi yaratan Rabbimiz’dir ve Allah’ın takdir ettiği kaderde olup bitmiştir. Dolayısıyla hata yapmak, o hatayı düzeltmek, yapılan bir uyarı ya da hatırlatma da Allah’ın takdiriyledir. Müslüman, Allah’a duyduğu sevgi ve derin saygısından dolayı , Kuran ahlakına göre yapması gereken her ne varsa aşk ve şevkle bunu yerine getirir. Allah’ın rızasını kazanmak için yaptığı her şeye ibadet gözüyle bakar, bunun sonucunda da Allah’ın rızasına uygun bir ahlak göstermenin vicdani rahatlığını yaşar.