Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’, sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). (Şems Suresi, 7-8)
Allah’ın hem çevremizde, hem de kendi nefsimizde bu zıtlıkları yaratmasının hikmetlerinden birisi de dünya hayatında bu belirgin farklılıklar arasında kıyas yaparak nimetlerin daha şuurlu olarak farkına varmamızdır. Dolayısıyla nimetlerden daha çok zevk alıp şükretmemiz, çevremizdeki ve ahlakımızdaki eksiklikleri görebilmemiz ve Allah’ın rızasının en fazlasını kazanabilmek umuduyla hep daha güzelini, daha mükemmelini hedefleyerek cennete layık bir kul olabilmemizdir.
İnsan kimi zaman bir nimetin gerçek değerini, o nimeti kaybettiğinde daha iyi anlayabilir. O nimete sahip olduğu andaki haliyle, Allah’ın kendisinden bir hayır ve hikmet üzere o nimeti aldığı andaki halini kıyaslayarak aradaki farkı hisseder. Bu da kişinin Allah’a daha derin bir coşkuyla bağlanmasına, Allah’a daha içten ve samimi dua etmesine vesile olur. Sahip olduğu nimetlerin aslında Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın dilediği anda nimetini dünyadaki imtihanın bir parçası olarak alabileceğini daha şuurlu şekilde anlamasını sağlar. Dolayısıyla bu eksiklikler kişinin Allah’a olan şükrünü arttırır.
İnsan sağlıklıyken, bunun ne kadar büyük bir nimet olduğunu çoğu zaman düşünmeyebilir. Derin düşünmediği takdirde, ağrısının olmamasını, elini, kolunu sağlıklı kullanabiliyor olmasını, görebiliyor, duyabiliyor olmasını, kolaylıkla yürüyüp koşabilmesini, konuşabilmesini, rahatça yemek yiyebilmesini, kendi işlerini kendisinin halledebiliyor olmasını sıradan ve normal karşılıyabilir. Ancak ne zamanki insan sağlığını kaybeder, işte o anda hasta olmadığı halini düşünür ve sağlıklı olmanın Allah’tan çok büyük bir nimet olduğunun farkına varır. Allah tekrar sağlık, sıhhat nasip ettiğinde de, hep aradaki farkı hatırlar ve sağlığının kıymetini daha çok bilmesi ve bunun için Allah’a sürekli şükretmesi gerektiğini düşünür.
Allah dünya hayatında olduğu gibi ahirette de zıtlıkları bir arada yaratmıştır. Dünyada bizim alışık olduğumuzdan farklı olarak, ahirette insanın hoşuna gidecek maddi ve manevi bütün güzellikler her türlü eksiklikten arındırılmış şekliyle cennette bir aradadır; insanın sevmediği, hoşlanmadığı, ruhen ve bedenen, azap ve tedirginlik duyacağı her türlü detay da cehennemde bir aradadır. Yani Allah bu zıtlıkları ahirette de yaratmış olmasına karşın birbirinden keskin şekilde ayırmıştır.
Müslümanın dünyada yaşadığı her ortam maddi manevi her yönden tertemizdir. Ama bu temizliği elde edebilmek için, Müslüman kirle de muhatap olmak zorunda kalabilir. Yani sürekli olarak zıtlıklara şahit olur. Bunlar, dünyanın geçiciliğinin görülmesi, insanın kendi aczinin, Allah’a ne kadar muhtaç bir varlık olduğunun şuuruna varabilmesi ve ruhunun eğitilip olgunlaşması açısından son derece hikmetlidir. Ancak Müslüman dünya hayatında gösterdiği güzel ahlakın ödülü olarak cennette kirle muhatap olmaz. Tüm acizlikleri ortadan kalkar, sürekli bir bolluk, bereket içinde yaşar. Allah bütün sıkıntıları, zorlukları ondan çekip alır. Dünyada Allah’a boyun eğmemiş, Allah’ın beğendiği ahlaka göre hayatını sürdürmemiş kişiler ise, cehennemde dünyada gördükleri güzelliklerin, nimetlerin, tadına vardıkları lezzetlerin hepsinden sonsuza kadar mahrum bırakılırlar. Mümin olan kişiler cennette, dünyada imtihan oldukları eksikleri hatırlayarak ve cehennemdekilerin konumunu görerek cennetteki nimetlerden çok daha fazla zevk alırlar. Güzellikten, estetikten, sevgiden, saygıdan, muhabbetten, dostluktan, maddi her türlü nimetten aldıkları zevkin ve hepsinden önemlisi Allah’ı razı etmiş olmalarından kaynaklanan huzurun, mutluluğun, neşenin gücü bu şekilde çok daha yüksek olur. Nitekim Kuran ayetlerinden de, Allah’ın cennetteki müminlere ve cehennemdeki inkarcılara kendi yaşantılarıyla kıyas yapacakları görüntüler gösterteceğini; bu şekilde cennet ehlinin aldığı zevkin daha da güçlü, cehennem ehlinin yaşadığı pişmanlığın ve azabın da daha şiddetli olacağını anlıyoruz:
Ateşin halkı cennet halkına seslenir: “Bize biraz sudan ya da Allah’ın size verdiği rızıktan aktarın.” Derler ki: “Doğrusu Allah, bunları inkar edenlere haram (yasak) kılmıştır.” (Araf Suresi, 50)
İnsan dünyada hoşuna gitmeyen karanlık, kasvetli, kirli, dağınık, dar bir alandan çıkıp geniş, ferah, aydınlık, temiz, hoş kokan bir yere geçtiğinde ruhunda çok büyük bir rahatlık hissi oluşur, doğal olarak hemen Allah’a şükretme ihtiyacı duyar. Kişi sıkıntı duyduğu anıyla kıyasladığı için o anki nimetin değerini çok daha iyi anlar. İnsan kısa süre asansörde kaldığında dahi, bir süre sonra Allah’ın izniyle oradan çıkacağını bilir, ama ruhunda hemen bir darlık, sıkıntı yaşayabilir. Oradan çıktığında ise hemen Allah’a şükreder. Dar bir alanda kapalı kalmanın ne kadar sınıktı verici olduğunu düşünür ve cehennemde Allah’ın yaratacağı azap şekilleri aklına gelir. “Elleri boyunlarına bağlı olarak, sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yok oluşu isteyip-çağırırlar.” (Furkan Suresi, 13) ayetini hatırlar ve cehennemle karşılık görmekten şiddetli şekilde korku duyar.
İnsan ahireti düşünürken de hep dünyada tanıdığı, yaşadığı kavramlarla kıyaslayarak cennetin mükemmeliğini ve güzelliğini, cehennemin de korkunçluğunu hayal eder. Bu şekilde bir yandan cehennemden korkar, Allah’tan sakınır ve kendisini cehenneme sürükleyecek ahlak bozukluklarını bir an önce düzeltmeye yönelir. Bir yandan da yoğun bir cennet özlemi duyar. Cennete layık olabilmek için, Allah’ın rızasını kazanabilmeyi dünyadaki birinci hedefi haline getirir ve ruhunu cennete göre eğitir. Örneğin fedakarlık, affedicilik, yardımseverlik, hoşgörü cennet ahlakının gerektirdiği ruh süsleridir. İnsan dünya hayatıyla kıyasladığında, sadece böylesine üstün ahlak özelliklerine sahip insanların bir arada yaşadığı bir ortamı gözünde canlandırdığında dahi, cennet ortamını çok daha iyi anlar. Bu ruh inceliklerinin; fedakarlık, sevgi, barış, dostluk, şefkat, merhamet, affedicilik, sabır gibi ahlak güzelliklerinin hiç yaşanmadığı bir ortamın düşünülmesi de, yine kişinin zihninde hemen cehennem ortamını canlandırır. Kişi bu kıyaslamaları yaparak cennetin ve müminlerin değerinin farkına varır.
Beyinde sürekli işleyen bu kıyaslama mekanizması, insanı devamlı olarak daha güzel, daha rahat ve daha temiz olana, daha sevgi dolu, daha huzurlu, daha neşeli bir ortama doğru bir arayışa iter. Bunun için de Müslüman vicdanını, tevekkülünü, sabrını, hoşgörüsünü, mazlumluğunu, Allah’a olan itaatini, bağlılığını ve sadakatini sürekli olarak peygamberlerin ahlakıyla kıyaslar. Bu şekilde kendisindeki eksiklikleri çok açık şekilde tespit eder ve ruhunu daha da mükemmelleştirmek için azimli bir gayret içine girer. İşte ahlaktaki bu inceliklerin oluşabilmesi ancak kişinin tavrını sürekli Kuran ahlakıyla kıyaslamasıyla mümkün olabilir. İnsanın kendisini hiçbir konuda yeterli görmemesi, imanını, aklını, vicdanını geliştirmesinin önünde hiçbir engel olmadığını düşünmesi gerekir. Özellikle peygamberlerin ve Müslümanların örnek ahlaklarıyla kendisini sürekli karşılaştırarak ahlakında daha mükemmele ulaşmayı hedeflemelidir. Allahın izniyle bu şekilde, hem cennet hayatına daha layık bir ahlak elde edebilmesi hem de iman, ruh ve akıl kalitesinin artmasıyla birlikte nimetlerden de daha şiddetli zevk alabilmesi mümkün olacaktır.