Nedeni şu: Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir.(Enfal Suresi, 53)

Allah Kuran’da, insanlara verdiği nimeti artırmasında ya da azaltmasındaki bir ölçünün de, kişinin ‘kendinde olanı değiştirmesi’ olduğunu bildirmiştir. Bu ayet inanan insanlara çok önemli bir sırrı haber vermektedir. Eğer bir insan, bir konuda gerçekten içten ve samimi bir değişiklik yaparsa, bu inşaAllah, Allah Katında mutlaka en güzel şekilde karşılık görür. Allah, kullarındaki samimi değişikliği gören ve bilendir. Ve Allah, bu samimi değişimin neticesince müminlere, mutlaka bir nimet artışı olacağını vadetmiştir.

Aynı şekilde, insanın sahip olduğu nimetleri takdir edemeyen bir ahlak içerisinde olması da, Allah’ın bu nimetleri azaltmasıyla sonuçlanabilir. Bu da yine Allah’ın Kuran ile bildirdiği bir vaadidir. Kuran’da Allah’ın bu adetullahını açıklayan ayetlerden bazıları şöyledir:

Allah bir şehri örnek verdi: (Halkı) Güvenlik ve huzur içindeydi, rızkı da her yerden bol bol gelmekteydi; fakat Allah’ın nimetlerine nankörlük etti, böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı.(Nahl Suresi, 112)

Andolsun, Sebe’ (halkı)nın oturduğu yerlerde de bir ayet vardır. (Evleri) Sağdan ve soldan iki bahçeliydi. (Onlara demiştik ki:) “Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na şükredin. Güzel bir şehir ve bağışlayan bir Rabb(iniz var).”

Ancak onlar yüz çevirdiler, böylece Biz de onlara Arim selini gönderdik. Ve onların iki bahçesini, buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde az bir şey de sedir ağacı olan iki bahçeye dönüştürdük.

Böylelikle nankörlük etmeleri dolayısıyla onları cezalandırdık. Biz (nimete) nankörlük edenden başkasını cezalandırır mıyız?(Sebe Suresi, 15-17)

Elbetteki Allah dünya hayatını pekçok sırla birlikte yaratmıştır. Allah bir insanın sahip olduğu nimetleri, gösterdiği ahlak nedeniyle artırıp azaltabileceği gibi, hiçbir sebep yokken, o kişinin imanını sınamak için de değiştirebilir. Dolayısıyla bir nimet artışı, her zaman için o kişinin ahlakındaki bir düzelmeden kaynaklanmayabilir. Aynı şekilde bir nimet eksilmesi de her zaman için, kişinin kötü ahlak gösterdiğinin bir delili değildir. Kuran’da, Allah’a karşı inkarcı bir ahlak içerisinde olan kimselere Allah’ın özel olarak nimet verdiği anlatılarak, bu önemli sır insanlara bildirilmiştir:

Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve çocuklarla Biz onların hayırlarına koşuyoruz (veya yardım ediyoruz)?Hayır, onlar şuurunda değiller.(Müminun Suresi, 55-56)

Şu halde onların malları ve çocukları seni imrendirmesin; Allah bunlarla ancak onları dünya hayatında azaplandırmak ve canlarının inkar içindeyken zorlukla çıkmasını ister.(Tevbe Suresi, 55)

Bu ayetlere göre, bir insanın hayatındaki nimet kaybının ya da nimet artışının pek çok anlamı olabilir. Bu nedenle mümin, böyle bir durumla karşılaştığında, hemen Kuran’da bildirilen tüm bu ihtimalleri düşünerek, kendi içinde bir ‘vicdan değerlendirmesi’ yapar. Elindeki nimetlerde bir eksilme olduysa, yapmış olabileceği muhtemel hataların, böyle bir nimet kaybına sebep olabileceğini düşünerek Allah’a sığınıp tevbe eder. Ya da hayatındaki nimetlerde bir artış olduysa, Allah’ın lütfederek kendisine nimetini bağışlayıp artırdığını düşünerek Allah’a gönülden şükreder. Aynı zamanda da kendisine verilen nimetlerin ayetlerde bildirildiği gibi, o andan sonraki hayatı için bir deneme olduğunu düşünüp ahlakını daha da güzelleştirmeye ve Allah’ın rahmetine gereği gibi layık olabilmek için daha çok çaba harcamaya çalışır.

Ancak mümin, ayette bildirilen ‘bir kavim kendinde olanı değiştirinceye kadar, Allah ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir’ sırrı üzerinde çok samimi ve vicdanlı bir şekilde düşünmelidir. Allah’ın bu ayette bildirdiği değişim, sadece ‘yüzeysel bir değişim’ değildir. Allah, ‘kalpten, imanla, Allah korkusuyla, şevkle, samimiyetle, gönülden bir değişimi’ bildirmektedir. Yoksa insan, bazen bir konuda olabilecek tüm tedbirleri alır. O konuyu çözüme kavuşturabileceğini düşündüğü fiili eylemleri kusursuz olarak yerine getirir. Dıştan bakıldığında, bu kişinin gerçekten çok çaba sarfettiği açıkça anlaşılır. Ama sonuçta yine de ayette bildirildiği gibi, kişinin hayatında bir nimet artışı olmayabilir. Elbetteki yukarıdaki ayetlerde açıklandığı gibi, insanın hayatındaki nimet eksikliğinin devam etmesinin pek çok başka sebebi ve hikmeti olabilir. Ancak bu durumun bir sebebi de ‘kişinin, kendini sadece dıştan, yani yüzeysel olarak değiştirmiş olması’ olabilir.

Fakat bazen kimi insanlar, çabalarındaki bu yüzeyselliği fark edemez ve ‘neden hala çabalarının sonuç vermediğini’ anlamaya çalışırlar. Aslında bunun sebebi çok açıktır: Kişi derin düşünmediği için, ahlakını da derinlemesine değiştirememiştir. Ama bu eksikliğin gereği gibi şuurunda olmadığı için, ‘çok çaba harcadığını, ama yine de istediği sonuca ulaşamadığını’, ‘başarılı olamadığını’, ‘çabalarının işe yaramadığını’ (Allah’ı tenzih ederiz) düşünür.

Oysa tam anlamıyla çok büyük bir yanılgı içerisindedir. Allah Kuran’da, hiçbir kuluna ‘tek bir hardal tanesi kadar dahi haksızlık yapılmayacağını’ (Enbiya Suresi, 47) bildirmiştir. Dolayısıyla bu konumdaki bir insanın Allah’ın bu sonsuz adaletini bilerek, ‘Allah sonsuz adalet ve merhamet sahibidir. Eğer Allah benim durumumu değiştirmediyse, demek ki bende hala çok önemli bir eksiklik var. Nerede yanlış yapıyorum acaba?’ diye düşünüp, bu sorusunun yanıtını da yine Kuran’da araması gerekir.

Kuran ayetlerinde, Allah’ın bir insanda istediği en önemli özelliklerden birinin ‘samimiyet’ olduğu bildirilmiştir. Samimiyet, insan ne kadar kusurlu ve eksik olursa olsun, onu doğru yola ulaştıracak, Allah’ın rızasını kazanmasına vesile olacak çok önemli bir mümin alametidir. Eğer insan, şeytanın mantıklarını, nefsinin etkisini tamamen dışta bırakarak, Allah’a karşı çok samimi, dürüst ve Allah’tan yana düşünecek olursa, -Allah’ın dilemesiyle- bir konuda hemen en doğru olanı bulabilecek yetenektedir. İşte bu konuda da Kuran’a samimiyetle bakan bir insan da, ‘asıl eksikliğinin, dışta gösterdiği fiili çabada değil, kendi içindeki niyetinde olduğunu’ görecektir.

Zira Allah’ın ayette belirttiği ‘değişme’, insanın içinde Allah’a karşı çok samimi bir karar almasıdır. Allah’ın beğenmeyeceği bir ahlak göstermemeye kesin olarak karar vermesidir. Aksini yapmış olmaktan çok büyük bir pişmanlık ve vicdan azabı duyarak kendisini değiştirmeye çok samimi niyet etmesidir. Ve bu kararında, ‘her ne olursa olsun geri adım atmayacak, gevşeklik göstermeyecek ve istikrarlı olacak bir imanda olması’dır. İşte insan kendi içinde böyle bir karar aldıktan sonra, ayette bildirildiği gibi, ‘Allah’ın, kendisine karşı bağışladığı nimetini de değiştirmesini’ umabilir.

Elbetteki insan hiçbir zaman için bir iyiliği, güzelliği yalnızca ‘nimet elde etmek’ için yapmamalıdır. Müminin asıl hedefi Allah’ın rızasıdır. Mümin, hiçbir dünya nimetini, Allah’ın rızasına, sevgisine, dostluğuna ve yakınlığına değişmez. Tüm bunlar, dünyadaki nimetlerin tamamı biraraya gelse, yine de hiçbiriyle değişilmeyecek çok büyük bir nimetlerdir. Dolayısıyla ‘kendinde olanı değiştirirken’ müminin amacı da asla yalnızca ‘daha çok nimete kavuşmak’ değildir.

Eğer bir insan, ayette haber verilen bu sır gereğince, tüm bu yönleriyle de düşünerek samimi bir adım atarsa, -Allah’ın izniyle- Allah ona, ‘daha önce kendisinden alınan nimetlerden çok daha güzelini ve hayılısını vereceğini’ vadetmiştir. Çünkü Allah’ın kullarından istediği asıl istediği, ‘sizin kalplerinizde bir hayır olduğunu bilirse (görürse)’ sözleriyle bildirdiği gibi, ‘samimiyet’tir:

Ey Peygamber, ellerinizdeki esirlere de ki: “Eğer Allah, sizin kalplerinizde bir hayır olduğunu bilirse (görürse size sizden alınandan daha hayırlısını verir) ve sizi bağışlar. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”(Enfal Suresi, 70)