Allah her varlığa bir kader takdir etmiştir. Bir insanın hayatı boyunca yaşayacağı her olay, göreceği her insan, çalışacağı her iş, hatta söyleyeceği her söz Allah Katında, daha o insan doğmadan önce belirlenmiştir. Ayrıca Allah zamandan münezzeh olduğu için, canlı cansız tüm varlıkların hayatı Allah Katında yaşanmış ve sonuçlanmıştır. Ancak zamana bağımlı olan insan, olup bitmiş bu olayları zaman geçtikçe (bir takvim içinde) görebilmektedir. Bugün 40 yaşında olan bir insanın geçmiş 40 yılı nasıl yaşanmış ve bitmişse, -bu kişinin 70 yaşına kadar yaşayacağını farz edersek- önündeki 30 yılı da gerçekte Allah Katında tek bir an içinde yaşanmıştır. Ama insan, bu yaşanmış ve sonuçlanmış olayları ancak önündeki 30 yıllık zaman dilimi içinde görebilecektir.
Kısacası, “gelecek” diye tarif ettiğimiz ve henüz gerçekleşmemiş olaylar silsilesi, aslında Allah’ın ezeli ve ebedi ilminde başlamış ve bitmiştir. Allah Katında yaşanmış ve bitmiş olan bu olayların tamamı ise o insanın kaderini oluşturur. Her insanın bir kaderi vardır ve bu kaderinin dışına asla çıkamaz. İnsan geçmişini nasıl değiştiremiyorsa geleceğini de değiştiremez. Çünkü her ikisi de Allah’ın Katında yaşanmış, görülmüş, şahit olunmuş olaylardır. Ancak kimi insanlar, geleceğe ait bilgilere sahip olmadıkları için geleceklerinin kendi ellerinde olduğunu zannederler. Bu sebeple de kadere inanmaz veya kaderlerini değiştirebilecekleri gibi bir yanılgıya düşerler. Oysa insanın tüm hayatı çekilmiş ve bitmiş bir film kaseti gibidir. İnsan kaseti seyrettikçe olanları görür; filmin sahnelerini değiştirme veya filme müdahalede bulunma imkanı yoktur, aynı şekilde kader dahilinde gerçekleşen olaylara bir müdahalesi de söz konusu değildir.
Allah’ın her insanı bir kader ile yarattığı ve insanların kaderleri dışındaki bir olayla asla karşılaşmayacakları Kuran’da şöyle bildirilmektedir:
“Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık.” (Kamer Suresi, 49)
Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre pek kolaydır. Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah’ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 22-23)
Ayetlerde bildirildiği gibi, sadece insanlar değil, tüm eşyalar ve tüm canlılar, yani herşey bir kader ile yaratılmıştır. Evinizdeki ahşap masanızdan ayağınızdaki ayakkabıya, bahçenizdeki gül fidanından dolabınızdaki giysilere, dostlarınızdan kedinize kadar her varlığın Allah Katında belirlenmiş bir kaderi vardır. Daha ne siz ne de size ait şeyler yaratılmadan önce, masanın da, ayakkabının da, gül fidanının da, dostlarınızın da gelecekte hangi safhalardan geçecekleri, nelerle karşılaşacakları bellidir. Sözgelimi ahşap masanızın yapıldığı ağacın tohumunu kimin ekeceği, o ağacın kaç sene içerisinde ve hangi şartlar altında gelişip büyüyeceği, neden, nasıl ve kim tarafından kesilip hangi ahşap fabrikasına götürüleceği, hangi ölçülerde kesilip, bu ağaçtan hangi kalitede ve hangi şekilde bir masa üretileceği, sizin bu masayı satın almaya nasıl karar vereceğiniz, onu nerede bulacağınız, ne kadar zaman evinizde tutacağınız, evinizin hangi köşesine koyacağınız, üzerinde an an hangi yemekleri yiyip, kimlerle neler konuşup, hangi yazıları yazacağınız Allah Katında ezelden beri bilinmektedir. Çünkü tüm bunları daha siz doğmadan önce belirleyen ve tek bir an içinde yaratarak bilen Allah’tır. Siz ise bunları ancak yaşadıkça, seneler geçtikçe ve sırası geldikçe öğrenebilirsiniz.
Eğer bir insan kader gerçeğinden haberdar değilse veya bu gerçeği tam olarak kavrayamamışsa, önceden belirlenmiş olan bir kaderi yaşadığını düşünmeden hareket edebilir, olayların akışına kendini kaptırabilir. Örneğin evi için bir yemek masası satın almaya gittiğinde onlarca mağaza dolaşır, her mağazada defalarca fikir değiştirir, düşünür, yanındakiyle fikir alışverişinde bulunur, tartışır. Sonuçta, kendi seçimiyle bir masada karar kıldığını zanneder. Oysa, o insan daha alışverişe çıkmadan önce, hangi masayı alacağı kaderinde bellidir; dolayısıyla kaderinde belli olan masayı arar, bulur ve satın alır. Aradaki fikir alışverişlerini, tartışmaları, konuşmaları ve kararsızlıkları da yine o insanın kaderinde Allah önceden belirlemiştir.
Dolayısıyla bir insanın, başına gelen herhangi bir olaydan dolayı sıkıntı, pişmanlık, üzüntü veya korku duyması, “keşke şöyle yapsaydım” “keşke oraya gitmeseydim” gibi sözler sarf etmesi, geleceği için endişe duyması son derece yersizdir. Çünkü bu insan zaten yaşanmış bitmiş bir hayatı izlemektedir ve o pişmanlık ve üzüntü duyduğu olayların tümü onun kaderindedir. Örneğin, eline çok fazla tabak alarak bunları taşırken hepsini düşüren bir insan “keşke hepsini elime almasaydım, o zaman bunlar olmayacaktı” diyerek üzüntü duyabilir. Oysa onun bilmediği veya unuttuğu gerçek şudur: O an, o dakika, o tabakların her birinin nerede ve nasıl kırılacağı daha o tabaklar imal edilmeden, hatta onları kıracak olan insan daha yaratılmadan önce bellidir. İnsan başına gelen bu tür olaylardan dolayı ancak ders almalı, bunlar üzerinde düşünerek, hikmetlerini anlamaya çalışmalıdır. Ancak bu gibi olaylarda üzüntü duyması son derece yersizdir, çünkü başına gelecekleri engellemeye gücü yoktur. Bir ayette hiçbir insanın Allah’ın dilediklerini engelleme gücünün olmadığı şöyle bildirilmektedir:
Allah sana bir zarar dokunduracak olsa, O’ndan başka bunu senden kaldıracak yoktur. Ve eğer sana bir hayır isterse, O’nun bol fazlını geri çevirecek de yoktur. Kullarından dilediğine bundan isabet ettirir. O, bağışlayandır, esirgeyendir. (Yunus Suresi, 107)
Kadere teslim olan insan, Allah’ın yarattığı herşeyde -ilk bakışta aleyhinde bile gözükse-, hayır ve güzellik olduğunu bilir. Allah’ın bu olayda yarattığı hayırları ve hikmetleri görüp şükreder. İlk anda bunları kavrayamıyorsa bile mutlaka Allah’a tevekkül eder; bu hayır ve hikmetleri kendisine göstermesi için Allah’a dua eder. Eğer yine de hayırları göremezse, bunları ahirette görüp anlamayı umar. Allah’ın sonsuz adalet sahibi, şefkatli ve merhametli olduğuna kesin olarak inanmanın huzurunu ve rahatlığını yaşar.
Böyle bir insanın konuşmalarından teslimiyeti ve tevekkülü açıkça anlaşılır. Bir an bile olsa yaşadığı olaylar hakkında ‘neden ya da niçin böyle oldu?’ gibi bir söz sarf etmez. Allah’ın inananlar için herşeyi en güzel ve en kusursuz şekilde yarattığını, olumsuz gibi görünen bir olayın aslında kişiye pek çok yönden hayır getirebileceğini bilerek konuşur.
Allah, Kuran’da “…Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216) ayetiyle bu durumu insanlara hatırlatmaktadır. Dolayısıyla, aksilik gibi görünen bir olayla karşılaşıldığında samimi bir Müslüman, Allah’ın herşeyi hayır ile yarattığını ve herşeyin hayırlara vesile olacağını düşünür. Konuşmalarına da bu düşüncesi hakimdir. Hiçbir zaman cahil insanların “Eyvah, keşke, maalesef, nasıl yaptım böyle bir şeyi?” gibi şikayet eden, tevekkülsüz ve umutsuz üslubunu andıracak ifadeler kullanmaz.
Kaderi ve iman edenler için herşeyin hayır olarak yaratıldığını bilen bir üslup Müslümanın tüm hayatına hakimdir. Hiçbir şeyi, hiç kimseyi ve hiçbir olayı bu inancının dışında tutmaz. Olumlu gelişmelerin kaderde olduğunu düşünüp, aksilik gibi görünen olaylarda kaderi unutmuş konuşmalar yapmanın gafil bir üslup olduğunu bilir. Hatayı yapan kendisi de olsa, başkası da olsa ‘niye yaptın’, ‘oraya gitmeseydin bunlar olmazdı’ gibi sözler söylemez. Tam tersine Kuran’da, “… Size isabet eden Allah’ın izni ile idi…” (Al-i İmran Suresi, 166) ayetiyle haber verilen gerçeği anlamış bir insanın üslubuyla konuşur. Baştan tedbirini alamamasının da, oluşan hatanın meydana gelmesinin de hep kişinin kaderinde olduğunu bilir.
Kader mutlaka olması gerektiği gibi yani Allah’ın dilediği şekilde gelişir. Bu nedenle “şöyle olsaydı böyle olurdu” gibi yanlış mantıklar öne sürerek hüzne ya da pişmanlığa kapılmak yersizdir. Yaşanan neyse en hayırlısı odur. Bu nedenle Müslümanca konuşan bir insanın üslubunda hiçbir zaman kızgınlık, öfke, gerilim, şikayet, ağlamaklı bir ses, panik, korku ya da sıkıntı olmaz.
İman eden bir insan en zorlu ve sıkıntılı gibi görünen olaylarda dahi, hemen o olayın güzel yönlerini, hayırlara vesile olabilecek muhtemel sonuçlarını keşfetmeye çalışır ve bunu samimi bir üslupla dile getirir. Bu Müslümanca tavır kişinin çevresindekileri de etkileyerek panik ve endişe havasını dağıtır.
Allah Kuran’da müminlere, “De ki: “Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve müminler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler.” (Tevbe Suresi, 51) ayetiyle zorluklar karşısında nasıl bir üslupları olması gerektiğini bildirmektedir. Yine bir başka ayette ise “Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: “Biz Allah’a ait (kullar)ız ve şüphesiz O’na dönücüleriz.” (Bakara Suresi, 156) buyrularak, müminlerin kaderin ve her olayın hayırla yaratıldığının şuurunda olan, teslimiyetli bir üslup kullandıklarına dikkat çekilmektedir. Allah’ın bu gerçeği kavrayan kimselere vereceği karşılık ise ayette “Rablerinden bağışlanma (salat) ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır.” (Bakara Suresi, 157) şeklinde ifade edilir.
Burada şunu da hatırlatmak gerekir ki, iman eden bir insanın kaderi ve herşeyde hayır olduğunu hatırlatırken kullandığı üslup, Kuran ahlakından uzak olan insanların kullandığı “tesellici”, “ortalık yatıştıran” veya “ezbere yapılan” konuşmalardan çok farklıdır. Benzer olaylarla karşılaştıklarında Kuran ahlakını benimsememiş kimi insanlar da “vardır bir hayır” gibi sözler sarf edebilirler. Ancak arada kesin bir farklılık vardır: Müslüman bu sözü kalpten gelen, samimi, candan ve kararlı bir üslupla söyler. Cahiliye ahlakındaki bir insan ise, diliyle bu gerçeği her ne kadar dile getirse de, kalben buna bir türlü kanaat getiremediğini tavırlarındaki tevekkülsüzlükle ortaya koyar.