Hırsla dünyaya yönelen insanın göz önünde bulundurması gereken çok önemli bir gerçek vardır: Kişi Allah’a iman etmediği sürece dünyada neye sahip olursa olsun asla gerçek huzuru bulamayacaktır.
İnsan, bilinci yerine geldiği andan itibaren sürekli bir şeyler talep etmeye başlar. Öyle ki art arda gelen bu istekler bitip tükenmek bilmez. İnsanın nefsi her an isteme halindedir ve bu isteklerinde de sınır tanımaz. Ama tüm bu sınırsız isteklerine rağmen elindeki imkanlar kısıtlıdır. Ayrıca istediği her şeye sahip olabildiğini farz etsek bile değişen bir durum yoktur. Çünkü dünyanın en zengin insanı da olsa bu zenginlik geçicidir. En fazla yaşayabileceği süre ortalama 70-80 senedir ve bu sürenin sonunda ölümüyle birlikte sahip olduğu her şey elinden gidecektir.
İnsanın tatminsizlik duygusu
Sınır tanımayan insan, Allah’tan bir karşılık olarak, bir türlü çare bulunamayan bir “tatminsizlik” duygusu içinde yaşar ve yaşamının her anında farklı farklı isteklere kapılır. Bu isteklerini elde etmek için de büyük bir hırsla çalışıp didinir; hatta bunlar için olmadık şeyleri göze alır. Çevresinde bulunan insanları hatta ailesini, yakınlarını kırmayı bile göze alabilir. İstediği şeyi elde ettiği an o “sihir” bozulur. Çok arzuladığı şey her ne olursa olsun önemini yitirir. Sanki onu elde etmek için günlerce, aylarca, yıllarca kendisi uğraşmamıştır. Elde ettiğiyle tatmin olmayan nefis hemen başka bir isteğin peşine düşer, bu sefer hırsla onun peşinden koşmaya başlar; ta ki onu elde edene kadar…
İnkarcı insanın dünya hayatında mala, mülke kısaca çevresinde gördüğü şeyleri elde etmeye karşı duyduğu bu hırs ölünceye kadar hiç durmaksızın devam eder. Hiçbir zaman elindekilerle yetinip mutlu olamaz. Çünkü istediği şeyleri Allah’ı razı etmek için değil, sadece bencil tutkularını razı etmek için istiyordur. Ve sahip olduğu herşey onun kibirini, Allah’a karşı büyüklenmesini artırmaktadır.
Yaşadığımız dünyada insan gözünü hangi yöne çevirse güzelliklerle karşılaşır. Gördüğü şeyleri büyük beğeniyle izler. Kusursuz tasarımdaki insan vücudu, milyonlarca çeşit bitki, tonlarca ağırlıktaki bulutların yer aldığı uçsuz bucaksız gökyüzü ve daha pek çok şey ruha zevk verecek estetik bir görünümle yaratılmıştır. Gördüğü şeyler dışında diğer duyularıyla algıladığı pek çok detay da insana zevk verir. Güzel bir koku veya tat, ya da güzel ritimli bir müzik gibi.
Asıl kalıcı olan…
Dalından sarkan bir meyve, güzel kokusu ve tadıyla herkesin hoşuna gider. Yine aynı şekilde bir çiçeğin farklı tonlardan oluşan renkleri, üzerindeki desenleri son derece zevk vericidir. İnsan, yaşamını sürdürürken bunlar gibi daha birçok şeyi beğenip, onları elde etmek ister. Fakat bütün bu sayılanlara bir süre geçtikten sonra dönüp baktığında büyük bir şaşkınlığa düşer. Bu güzellikler anlamlarını yitirmiş, hatta artık görmek bile istemediği bir hale dönüşmüştür.
Örneğin meyve dalından kopartıldıktan kısa bir süre sonra yavaş yavaş kararmaya başlar, sonra o güzel kokusunu kaybeder. Ardından da çürür ve kötü bir koku yaymaya başlar. İnsan canlı renkleri ve hoş kokusuyla kendisini cezbeden çiçekleri alıp evine getirir bir vazoya koyar; aradan bir gün geçmeden çiçeklerin renkleri solar, canlılıkları ve dirilikleri kaybolur. 2-3 gün sonra ise hepsi tamamen kararır ve çürür. (Harun Yahya, Dünya Hayatı’nın Gerçeği)
Aynı şey evler, arabalar için de geçerlidir. Zaman için evler yıpranır, arabaların modeli eskir, belirli kısımları paslanmaya yüz tutar. Sonuç olarak dünyada insanın çevresinde gördüğü her şey kısa zamanda bir bozulma eğilimi gösterir.
Bu çoğu insana “doğal bir süreç” gibi gelir. Etrafımızdaki her şey sürekli olarak bozulmaya, eskimeye, çürümeye doğru giderek, bize aslında çok önemli bir mesaj vermektedirler. Bu mesaj, dünyanın geçici ve aldatıcı bir hayal olduğu gerçeğidir.
Allah insanların dünyanın bu aldatıcı yönüne kanmamaları ve dünya hayatının geçiciliği üzerinde düşünmeleri için Kuran’da çeşitli misaller vermiştir:
“Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yüryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp süslendiği ve ahalisi gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de, dün sanki hiçbir zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için biz ayetleri böyle birer birer açıklarız.” (Yunus Suresi, 24)
Düşünmek ve akletmek
Allah’ın Kuran’da insanlara bildirdiği gibi dünya üzerinde güzel olan ne varsa bir gün güzelliğini kaybedecek ve hatta yok olacaktır. Ancak bunu bilmek yeterli değildir; bu gerçek, üzerinde derin düşünülmesi gereken bir konudur. Allah Kuran’da bu tür örnekleri “düşünen insanlar” için açıkladığını bildirmiştir. İnsan akıl sahibi bir varlık olarak, düşünmek, düşündüklerinden sonuç çıkarmak ve yaşamının amacını anlamakla yükümlüdür. “Düşünmek” ve “akletmek” gibi önemli vasıfları üzerinde taşımayan insanın ise hayvanlardan bir farkı kalmaz. Hayvanlar da doğarlar, büyürler, çoğalırlar, kendilerine göre bir yaşam sürerler. Hayvanlar nasıl ve neden yaratıldıklarını, bir gün öleceklerini, öldükten sonra nasıl bir hayatla karşılaşacaklarını düşünmezler. Dünyanın gerçek yüzünü görüp, hakiki amacını kavrayıp anlamaya çalışmazlar.
İnsan ise, Allah’ı tanımakla, O’nun kendisinden istediklerini öğrenip uygulamakla gerçek yurdun dünya olmadığını ve dünyanın “göz açıp kapayıncaya kadar” kaybolacak bir hayat olduğunu anlamakla sorumludur. Bu gerçekleri kavrayan insanın tavrı ise, gerçek yurt olan ahirete hazırlık yapmak, yaşamını yalnızca Allah’ı hoşnut edecek yollar arayarak geçirmek olacaktır.