Neşe kazandırır

Müminler Allah’a ve O’nun yarattığı kadere iman ettikleri için neşe ve sevinçleri süreklidir. Bu durum onların günlük hayatlarına da yansır ve müminlerin karakterinin temel kaynağını oluşturur. İnkarcılar ise tam tersine, Allah’tan ve O’nun ayetlerinden habersiz bir şekilde yaşamanın karşılığı olarak hep mutsuz olurlar.

Müminlerin Allah’a karşı duydukları sevgi, bağlılık ve kadere olan teslimiyetleri, onları maddi ve manevi olarak rahatsız edebilecek her türlü sebebi ortadan kaldırır. Çünkü mümin için yaşamı boyunca ‘kötü’ olarak nitelendirebileceği hiçbir şey yoktur. Göstereceği Kuran ahlakı ile Allah’ın tüm ‘kötü’ gibi görünen şeyleri, kendisi için ‘hayra’ ve ‘iyiliğe’ dönüştüreceğini çok iyi bilmektedir. Bu da müminin her zaman imani bir neşeye ve sevince sahip olmasını sağlar. Herkesin üzüldüğü, karamsar olduğu bir ortamda, onu üzecek herhangi bir neden mevcut olmadığından, neşesinden ve sevincinden hiçbir şey eksilmez.

Cahiliye toplumundaki insanlar ise her ne kadar gayret ederlerse etsinler, imani bir neşeye sahip olamadıklarından, hiçbir zaman bu mutluluğu yaşayamazlar. Çok isteseler bile, bir türlü samimi ve içten bir neşe ile hareket etmeyi başaramazlar. İmanın kendilerine getireceği huzurdan uzak kaldıkları için gerçek anlamda rahat ve huzurlu olamaz, karşılarındaki insanlara da rahatsızlık verirler.

Müminin tepkileri ise, imani bir neşeye sahip olduğu için her zaman içten ve samimi olur. Her zaman Allah’a tevekkül ettiği için hareketleri ve tavırları karşısındaki insana da büyük bir huzur ve neşe verir. Bu açıdan herkes bir müminle konuşmaktan ve arkadaşlık etmekten büyük zevk alır. Çünkü gerçek anlamda samimiyete, içtenliğe ve neşeye yalnız müminler sahiptir. Zaten çevresindeki herkes de onun bu halini çok açık bir şekilde fark eder. Mümin, Allah’ın kendisine vermiş olduğu bu eşsiz nimet sayesinde yaşamaktan zevk alan, gerçek anlamda eğlenen ve gülen tek kişidir, çünkü müminler herşeyin kontrolünün Allah’ın iradesinde olduğunu bilirler. Allah bu konuyu bir ayette şöyle bildirmektedir:

De ki: “Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve müminler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler.” (Tevbe Suresi, 51)

Cahiliye ahlakının neden olduğu, insana azap ve sıkıntı veren ortamlarda yaşayan insanlar ise duydukları manevi rahatsızlıktan dolayı, eğlenmenin ve gülebilmenin zevkini hiçbir zaman gerçek anlamıyla yaşayamazlar. Bu insanlar eğleniyor veya gülüyormuş gibi görünseler de, yalnızca eğlendiklerini zannetmektedirler. Günlük hayatlarında karşılaştıkları sorunları ve problemleri hiç akıllarından çıkaramadıkları, her an onları düşündükleri için gittikleri her yerde, bulundukları her ortamda doğru dürüst eğlenip gülemez, sahte bir ‘sevinç’ ve ‘mutluluk’ tablosu çizerler. Bu insanların mutsuzlukları o kadar derindir ki, çevrelerinde samimi bir şekilde gülebilen birini gördüklerinde, kendileri böyle olamadıkları için bu durumdan bile büyük bir rahatsızlık duyabilirler. Başkalarının neşesi ve rahatlığı bu insanlar için yine azaba dönüşmekte ve mutsuzlukları daha da artmaktadır. Bu nedenle, kendi mutsuzluklarını çevrelerindekilere de aşılayabilmek için ellerinden gelen her türlü kötü ve aksi davranışı göstermekten de çekinmezler. Çevrelerindeki insanları da kendilerine benzetmeye çalışırlar. İnkarcıların göstermiş oldukları bu dengesiz davranışlar, onların ‘neşe’ gibi güzel bir nimetin zevkinden de mahrum kalmalarına neden olur. Her ne yaparlarsa yapsınlar, nereye giderlerse gitsinler, -samimi bir şekilde iman etmedikleri sürece- imanın kazandıracağı ‘neşe’den mahrum kalacak ve hayatlarını manevi bir azap içerisinde geçireceklerdir.

Bu insanların kalplerini içi dumanla kaplı karanlık bir eve benzetebiliriz. Allah’a iman etmedikleri için bu evin kapısı, penceresi yoktur. Rabbimize iman etmedikleri için de, evlerinin içindeki pis ve dumanlı hava hiç dışarı çıkmaz, içeriye de hiçbir zaman için temiz hava girmez.

Müminler ise Allah’a samimi bir şekilde iman etmelerinin bir karşılığı olarak, Allah’ın onlara hissettirdiği ‘gerçek’ neşeyle eğlenip güldükleri için, aldıkları keyif ve mutluluk en üst seviyededir. Rabbimiz bu konuyu Kuran’da şöyle müjdelemektedir:

… Allah onlardan razı oldu, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur. (Maide Suresi, 119)

Bir başka ayette ise Allah, müminlerin kalplerinin Allah’ın zikriyle mutmain olduğunu bildirerek, iman edenlerin yaşadığı bu huzur ve mutluluğun gerçek kaynağının Allah’a olan imanları olduğunu bildirmiştir:

Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur. (Rad Suresi, 28)

Güç kazandırır

Cahiliye toplumunda güçlü olabilmek ve buna bağlı olarak insanlara hükmedebilmek oldukça önemli görülür. İnsanlar zengin olarak ya da çevrelerindeki insanların kendilerine saygı gösterecekleri bir makam elde ederek güç sahibi olabileceklerine inanırlar.

Örneğin, paranın gücüne ya da parayla istediği herşeyi yapabileceğine inanan bir insan, parayı elde etmek için elinden gelen herşeyi yapar. Ancak çok önemli bir şeyi sürekli göz ardı etmektedir: manevi güç. İnsanın manevi gücü ise Allah ile olan yakınlığına bağlıdır. Cahiliye toplumunda yaşayan insanlar, her ne kadar maddi açıdan güçlü olsalar bile, en ufak bir zorluk anında hemen umutsuz ve karamsar bir ruh haline bürünebilir ve bundan dolayı da sahip oldukları yaşama sevinçlerini o anda kaybedebilirler. Yaşama sevinçlerini ve azimlerini kaybettikleri için, karşılaştıkları zor durumlarda güç ve destek alabilecekleri hiçbir şeyleri kalmamış olur. Ruhlarında meydana gelen bu güç kaybı doğal olarak onların günlük yaşamlarına, hareketlerine ve tavırlarına da olumsuz bir biçimde yansır. Herhangi bir yere gidecek, herhangi bir işi yapacak gücü ve isteği kendilerinde bulamadıkları için üşengeç ve halsiz bir yapıya bürünürler. Herhangi bir çaba harcamaktan kaçınır, kendilerine yarar sağlayacak faaliyetlerden hep yüz çevirirler. Hatta kendi menfaatleri söz konusu olsa bile, yine üstlerine çöken bu ağırlık ve üşengeçlik nedeniyle, pek bir şey yapma arzusu duymazlar. Bu insanları, çok yaşlı bir insanın durumuna benzetebiliriz. Görüntüleri genç bile olsa, bu güç eksikliğinden dolayı, ruhları bedenlerini yaşlı bir insanın bedeni gibi hareket ettirir. Bedensel olarak değil ama ruh olarak yaşlanmışlardır. Yaşlı bir insanın güçten düşmesi, kendini yorgun hissetmesi, hep dinlenmeye ihtiyaç duyması gayet normaldir. Hatta, bazen yaşlı insanların bile tıpkı gençler gibi dinamik ve aktif olduğuna şahit oluruz. Bedenleri yaşlanmış olsa bile, ruhları aktif ve dinamik kalır. Bu insanlar ise, tam tersine, genç oldukları halde bu tarif edilen duruma düşmüş ve manevi olarak yaşlı bir insandan farksız hale gelmişlerdir.

Görüldüğü gibi bu insanlar iman etmemeleri nedeniyle Allah’ın kalplerine vereceği manevi güçten yoksun olarak yaşamaktadırlar. Allah bu insanların gösterdikleri ahlaka bir karşılık olarak kalplerindeki gücü çekip almıştır. Bu yüzden bir anlamda, yaşarken ölmüş gibi bir ruh hali içerisinde yaşarlar. Bu olumsuz halleri onların her hallerinden, her davranışlarından rahatlıkla anlaşılabilir.

İnkarcıların bu durumlarına karşılık müminler, güçlü imanlarının kendilerine kazandırdığı mutluluk ile manevi güçlerine güç katmaktadırlar. Daima Allah’ı veli ve dost edinmelerinin ve O’nun rızasına uymalarının karşılığında, Allah’ın onlara bir nimet olarak verdiği manevi güç sayesinde hep canlı ve diridirler. Hiçbir zaman üşengeç ve uyuşuk bir hale bürünmezler; bunun kendilerine getireceği zararı ve kaybı iyi bildiklerinden bu durumdan sakınırlar. Duydukları bu manevi güç onları Allah’ın rızasını daha çok kazanmaya, her zaman bir önceye göre çok daha ciddi bir çaba harcamaya yöneltir. Allah yolunda karşılaşacakları güç durumlarda sabretmelerinin de temel kaynağını oluşturur. Böylece hiçbir işte ve hiçbir yerde Allah’ın beğenmeyeceği bir tavır içerisine girmezler. Her zaman ileride, hep önde ve hep örnek olabilmek için daima hızlı ve aktif olmayı tercih ederler. Bu çabaları onların her geçen gün cennet ahlakına biraz daha yakınlaşmalarını sağlar. Allah’ın rızasını ve cennetini umut etmenin verdiği güç, her defasında katlanarak büyür ve Allah’ın Kuran’da tarif ettiği üstün ahlaka ulaşırlar. Salih amellerde bulunmanın verdiği mutluluk, başka salih amellere de talip olma isteği oluşturur. Göstermiş oldukları bu çaba ne kadar çok olursa olsun bundan dolayı bir yorgunluğa da kapılmazlar. Allah, Kendi rızası için samimi çaba harcayan kullarının imanına iman katarak, onların güçlerini daimi kılar. Allah Kuran’da müminlere durmaksızın çaba harcamaya devam etmelerini şu sözlerle bildirmektedir:

Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et. Ve yalnızca Rabbine rağbet et. (İnşirah Suresi, 7-8)

Allah’ın bu emrine uyan ve tüm hayatlarını Allah’ın rızasını kazanabilmek için durmaksızın bir çaba içerisinde geçiren müminler, hem dünyada hem de ahirette mutlu bir yaşam sürerler. Allah müminlerin dünya ve ahiret mutluluğuyla müjdelendiğini Kuran’da şöyle bildirmektedir:

Ve onlar -Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir. (Rad Suresi, 22)

Şevk kazandırır

Şevk, bir işi ya da bir amacı gerçekleştirmek için duyulan yoğun istek ve arzudur. Yapılan işte ne kadar ihlaslı olunursa, duyulacak şevk o denli büyük olur. İnkar edenlerin ise yaptıkları işlerde -herhangi bir çıkarları olmadığı sürece- şevkli hareket etmeleri hemen hemen imkansızdır. Onlar sadece nefislerinin isteklerini tatmin etmek için şevk duyar ve bunun için de hırsla hareket ederler. Yapılan bu işin sonucunda ise kişinin sadece kendisinin kazanması önemlidir. Bunun dışında, kendilerinden yana bir çıkar sağlayamayacakları işlerde, son derece isteksiz ve şevksiz olurlar. Bu tavırları da yaptıkları işlere olumsuz bir şekilde yansır. Şevk ve isteğin getirdiği özen olmadığı için, ortaya çıkan sonuç da verimsiz ve bereketsiz olur. Çoğu zaman başladıkları işleri yarım bırakırlar, hatta başlayamazlar bile. Bu nedenle başladıkları bir şeyin sonunu getirebilmeleri, onlar için büyük bir başarı hatta takdir edilmesi gereken bir durumdur. Allah Kuran’da bu insanların isteksizce yaptıkları işlerin tamamen boş bir çabadan ibaret olduğunu ve bundan dolayı da hüsrana uğrayacaklarını bildirmiştir:

De ki; “Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi? Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar.” (Kehf Suresi,103-104)

Müminler ise, imanlarının kendilerine verdiği mutluluk nedeniyle, hiç bitmeyen bir enerji, şevk ve isteğe sahiptirler. Her geçen gün Allah’ın rızasını daha da fazla kazanmak için, daha çok salih amelde bulunmayı isterler. Bitirdikleri bir işle yetinmezler, aksine bu onları daha da şevklendirir, yeni salih amellerde bulunmalarına vesile olur. Yapmaları gereken işleri en iyi, en güzel ve insanlara en faydalı olacak şekilde yapabilmek için Allah’a dua eder, düşünür ve bu yönde samimi bir çaba harcarlar. Tüm bunların sonucunda ortaya çıkan sonuç, yapabileceklerinin en iyisi olur. Bu, Allah’ın müminlere verdiği başarının önemli bir sırrıdır.

Bu kısa dünya hayatında Allah’ın rızasını kazanabilecekleri ne kadar çok salih amelde bulunurlarsa, ahirette görecekleri güzel karşılığın o denli büyük olacağını bildiklerinden hiçbir zaman azıyla yetinmeyip, hep daha fazlasına talip olur, Allah’a, “… Senin razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et…” (Ahkaf Suresi, 15) şeklinde dua ederler. Allah müminlerin bu ihlaslı davranışına karşılık kalplerine ‘güven ve huzur’ duygusunu indirerek onların imanlarını her geçen gün daha da artırır. Allah müminlere olan bu rahmetini Kuran’da şu şekilde bildirmiştir:

Müminlerin kalplerine, imanlarına iman katıp artırsınlar diye, ‘güven duygusu ve huzur’ indiren O’dur… (Fetih Suresi, 4)

Fiziksel güzellik ve sağlık kazandırır

Müminlerle inkarcılar arasında her konuda büyük farklılıklar vardır. Genellikle insanların ruh halleri ve dış görünüşleri arasında çok sıkı bir bağlantı vardır. Çoğunlukla hareket ve tavırlarından nasıl bir ruh hali içinde oldukları rahatça anlaşılabilir. Kuran ahlakından uzak yaşayan kişilerin sıkıntılar karşısında duydukları tevekkülsüzlük, yüzlerine bitkin ve umutsuz bir ifade olarak yansır. Kalpleri, üzülecek ya da sıkılacak bir şey olmadığı zamanlarda bile hep dar ve sıkıntılıdır. Yaşadıkları herşeyden şikayet eder, hiçbir şeyden kolay kolay memnun olamazlar. Genelde aksi ve ters tavırlar sergilerler. Elbette ki, böyle bir ruh haline sahip bir insanın yüzünün gülmesi, neşeli tavırlar sergilemesi ve buna bağlı olarak güzel, temiz ve güvenilir bir yüz ifadesine sahip olması da söz konusu olmaz. Bu nedenle yüzleri karanlıktır, neşe ve mutluluğun vereceği aydınlıktan yoksun olarak yaşarlar. Allah iman etmeyenlerin içinde bulunduğu durumu bir ayette şu şekilde açıklamıştır:

“Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve Biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.” (Taha Suresi, 124)

İman etmedikleri için doğruyla yanlışı, iyi ile kötüyü birbirinden ayırt edebilecek bir anlayışa sahip değillerdir. Bundan dolayı da, içinde bulundukları durumun kendilerine ne kadar zarar verdiğini de göremezler. Rahatsız olmaları, bu durumdan kurtulmak için çaba göstermeleri gerekirken, yaşadıkları hayatın doğruluğunu savunmaları, onların bu durumu benimsediklerini açıkça göstermektedir. Şeytan tüm bunları onlara ‘çekici ve süslü’ göstererek, içinde yaşadıkları bu durumun zararını görmelerini engellemektedir. Kendilerine içinde bulundukları durumun zararları anlatılıp, düzeltmeleri yönünde öğütle hatırlatma yapıldığında ise, Allah’ın “Allah’tan ‘içi titreyerek korkan’ öğüt alır-düşünür. ‘Mutsuz bedbaht’ olan ondan kaçınır.” (A’la Suresi, 10-11) ayetleriyle bildirdiği gibi, verilen öğüt ve tavsiyelerden yüz çevirirler. Mutsuz olduklarının farkında olmalarına rağmen, bunu itiraf etmekten kaçınır ve bu durumun çeşitli sebepleri olduğunu ileri sürerler. Bu hallerini meşru göstermeye çalışarak kendilerini kandırırlar. Aslında öne sürdükleri mazeretlerin hiçbiri doğru değildir. Çünkü hayatları boyunca üzülmelerine yol açan, onları mutsuzlaştıran herşey aslında Allah’ın onlar için yarattığı imtihanın bir parçasıdır. Tüm bunların Allah’tan bir hikmet üzerine kendilerine verildiğinin şuurunda olmadıkları için, hoşlarına gitmeyen olaylar onları üzüp, mutsuzlaştırmaktadır. Bu gerçekten ne kadar habersiz kalırlarsa, mutsuzlukları da o denli artmaya devam edecektir.

Allah, Kendisine iman etmeyen, dolayısıyla akıl erdiremeyen bu insanların üzerine bir ‘pislik’ çökerteceğini bildirmiştir:

Allah’ın izni olmaksızın, hiç kimse için iman etme (imkanı) yoktur. O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar. (Yunus Suresi, 100)

İnkarcıların akletmemelerinden kaynaklanan kötü halleri onları çirkinleştirdiği gibi ruh ve beden sağlıklarını da olumsuz yönde etkilemektedir. Dengeli bir ruh haline sahip olamazlar. Yaşadıkları stres ve sıkıntı bu insanların psikolojilerinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Ne zaman kızacaklarını, ne zaman güleceklerini anlayabilmek, neye, nasıl bir tepki vereceklerini önceden kestirmek mümkün olmaz. Bu karanlık ruh hali her fırsatta kendini belli eder. Rahatı ve huzuru, hep kendilerine rahatsızlık ve mutsuzluk verecek şeylerde ararlar. Karşılaştıkları bir sorunu aşmak için, Allah’a dua edecekleri, sabredip O’dan yardım dileyecekleri yerde, bunu kendi akıllarıyla çözmeye çalışırlar. Ancak sorunlarını çözemedikleri gibi, bundan duydukları sıkıntı ve stresle mutsuzlukları daha da artar. Biraz olsun rahatlamak için, kendilerine çok daha fazla zarar verecek çeşitli yöntemlere başvururlar. Bunlardan en yaygın olanları ise içki, sigara ve uyuşturucudur. Yaşadıkları kötü psikoloji o kadar ağır ve derindir ki, bedenlerine ve organlarına zarar veren bu maddeleri bile kullanmaktan hiç çekinmezler. Hayatları boyunca duydukları sürekli mutsuzluk nedeniyle, bir çeşit akıl kapanması veya şuursuzluk yaşadıklarından, tüm bunların içinde bulundukları durumu daha da ağırlaştıracağının farkına varamazlar. Sürekli bu psikolojiyle yaşayan bir insanın sağlıklı ve dayanıklı olması ise mümkün değildir. Bedeni normalden çok daha kısa zamanda yaşlanacak ve çeşitli şekillerde bunun sinyallerini verecektir. Sürekli baş ağrısı, erken yaşlarda saçların dökülmesi ve iştahsızlıkla başlayan rahatsızlıklar, daha sonraları baş gösterecek olan daha ağır ve ciddi hastalıkların habercisi olacaktır.

Duydukları sıkıntı, hayatlarını sürdürebilmeleri için ihtiyaç duydukları en önemli nimetlerden biri olan sağlıklarını tehlikeye sokar. Mutlu olmak, sıkıntıdan biraz olsun kurtulup rahatlamak için, daha büyük sorunları ve bunların getireceği zorlukları davet ettiklerinin farkında bile değillerdir.

Müminler ise, her zaman Allah’a samimi bir şekilde iman etmenin, yalnız O’nu dost ve veli edinmenin huzurunu yaşarlar. Hiçbir şekilde sağlıklarını tehlikeye atacak bir şekilde hareket etmez, bunu Allah’ın kendilerine verdiği bir nimet olarak görürler. Bundan dolayı da kendilerine olabildiğince iyi bakar ve böylece sağlıklı ve dayanıklı olurlar. Sağlıklı olmanın ne denli önemli ve güzel bir şey olduğunu bilir ve bunun karşılığında hep Allah’a şükrederler. İnkarcılar gibi, karşılaştıkları bir problemi görmezlikten gelmez, hemen bununla ilgilenerek, ileride doğabilecek daha önemli problemler için tedbir almış olurlar.

Allah, müminlerin göstermiş olduğu bu güzel ahlaka ve Kendisine olan içten bağlılıklarına karşılık, onları dünyada da güzel bir hayat ile müjdelemiştir. Tabii ki bu ‘güzel hayat’, hem ‘maddi’ hem de ‘manevi’ anlamdadır. Duydukları manevi mutluluk, onların sağlıklı ve güzel görünmelerinin en önemli ve en büyük kaynağıdır. Müminlerin sahip olduğu güzellik, Allah’ın onlara vermiş olduğu ‘nuru’ dur. Bu nur sayesinde müminlerin yüzleri hep aydınlık ve temizdir. Allah, müminlere vermiş olduğu nuruyla, onları inkarcılardan farklı ve üstün kılmış ve onlara etkileyici bir manevi güzellik ve imani bir heybet vermiştir. Tüm müminler Allah’ın bir lutfu olarak temiz ve etkileyici bir görünüme sahiptirler. Allah, “… Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir…” (Fetih Suresi, 29) ayetiyle, müminlerin yüzlerindeki imanlı ifadenin, toplumda onları fark ettirecek bir özellik olduğunu buyurmuştur.

İnkar edenler ile müminler arasındaki bu fark dünyada olduğu gibi ahiret gününde de ortaya çıkacaktır. Allah bu durumu şu ayetlerle haber verir:

O gün yüzler ışıl ışıl parlar. Rablerine bakıp-durur. O gün, öyle yüzler vardır ki kararmış-ekşimiştir. Kendisine, beli büken işlerin yapılacağını anlamaktadır. (Kıyamet Suresi, 22-25)

O gün, öyle yüzler vardır ki apaydınlıktır; güler ve sevinç içindedir. Ve o gün, öyle yüzler vardır ki üzerini toz bürümüştür. Bir karartı sarıp-kaplamıştır. İşte onlar da, kafir, facir olanlardır. (Abese Suresi 38-42)

Hikmetle bakan bir iç göz kazandırır

İnsan kendisini, tüm canlıları ve evreni yaratan Allah’ı tanıyabilmek, O’nun gücünü kavrayabilmek için Rabbimizin yarattığı herşey üzerinde düşünmeli ve O’nun sonsuz aklının ve sanatının tecellilerini görmeye çalışmalıdır. Ancak bu sayede gördüğü herşeyin yaratılmış olduğunu, herşeyin mutlaka bir gücün ve aklın ürünü olması gerektiğini kavrayabilir. Bu sayede, Allah’ın aklını, gücünü ve sanatının çeşitliliğini anlayarak Allah’a yakınlaşacak ve O’na iman etmesi gerektiğini anlayacaktır.

Ancak insanın tüm bunları görüp anlayabilmesi için, ‘hikmetle bakan bir iç göze’ ihtiyacı vardır. İnsanların çevrelerindeki herşeye ‘hikmetle’ bakmaları, Allah’ın “(Bunlar) ‘İçten Allah’a yönelen’ her kul için ‘hikmetle bakan bir iç göz’ ve bir zikirdir.” (Kaf Suresi, 8) ayetiyle belirttiği gibi, her an Allah’ı zikretmeye ve O’nu anmaya güzel bir vesile olacaktır. İnsan istediği kadar dünya üzerindeki yaratılış delillerine baksın, bunlar üzerinde günlerce, haftalarca, yıllarca araştırmalar yaparak bunların insanı şaşırtan özellikleri olduğunu bulsun, iman gözüyle değerlendirmediği sürece, tüm bunların gerçekte ne anlama geldiğini ve bunlarla kendisine ne anlatılmak istendiğini kavrayamaz.

İnsanların bu anlamı göremeyişlerinin bir nedeni de, tüm bunları kalp gözüyle değerlendirecek zihinsel ve ruhsal bir rahatlığa sahip olmamalarıdır. İnsanın dikkatli olabilmesi, her ayrıntıyı fark edebilmesi ve bunları doğru bir şekilde değerlendirebilmesi için zihinsel bir rahatlığa da sahip olması gerekmektedir. İşte cahiliye toplumunda yaşayan insanların zihinleri, yukarıda bahsedilen nedenlerden dolayı, sürekli olarak dünyevi işlerle doludur. Karşılaştıkları sorunları, problemleri çözme endişesi içerisindedirler. Kendilerini rahatsız eden bir durumdan kurtulup mutlu olabilmenin yolunu, günlük hayatta sürekli olarak kendi işlerini düşünmede, elde edecekleri kazançları hesap etmede ve dünya hayatından maksimum faydayı elde edebilmenin yollarını aramada görürler. Bu yüzden, tüm dikkatlerini bunlar için harcar ve çevrelerindeki yaratılış delillerini göremezler. Ya da görseler bile, yüzeysel bakış açıları nedeniyle bunları sıradan olaylarmış gibi karşılarlar. Tüm bunların ne kadar mucizevi detaylar olduğu kendilerine anlatılsa bile, onları asıl ilgilendiren ulaşmak istedikleri menfaatler olduğundan, bu anlatılanlar onlar için bir anlam ifade etmez. Kısacası, bu insanlar görmek istemedikleri için kör bir insandan daha kör, duymak istemedikleri için de, sağır bir insandan daha sağır hale gelmişlerdir. Allah bir ayetinde bu insanları şu şekilde tarif etmiştir:

“… Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler…” (Araf Suresi, 179)

Zihinlerinin yanı sıra, manevi olarak yani ruhsal açıdan da rahat ve huzurlu olmadıkları için, Allah’ın yaratılış delillerindeki hikmetleri göremezler. Allah, bir Kuran ayetinde inkarcıların sivrisinekteki yaratılış delillerini göremedikleri için verdikleri tepkiyi şöyle anlatır:

Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkar edenler ise, “Allah bu örnekle neyi amaçlamış?” derler. (Oysa Allah) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz. (Bakara Suresi, 26)

İnkar edenler karamsarlık, sıkıntı ve stres içinde yaşadıkları için, her gün karşılaştıkları, gözlerinin önündeki iman hakikatlerinin üzerinde düşünmezler. Onlar için önemli olan, dünyada elde edebilecekleri en yüksek menfaati kazanmak olduğundan, bunun dışındaki konuları pek önemsemezler. Allah’ın gücünü, O’nun yarattığı tüm varlıklar üzerindeki hakimiyetini gerçek anlamda göremedikleri için de, Allah’a imanın gereğini ve önemini kavrayamazlar. Biraz olsun kavramış gibi gözükseler de, bu onların vicdanlarını harekete geçirecek kadar güçlü olmadığı için kısa sürede etkisi kaybolur.

Allah bu insanların, kendilerine Allah’ı hatırlatan nice delillerle karşılaşmalarına rağmen, bunlardan hiç etkilenmediklerini bir ayette şöyle bildirmektedir:

Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler. (Yusuf Suresi, 105)

Mutsuzluklarından dolayı manevi anlamda rahat ve huzurlu olamazlar; bu da onların çevrelerindeki herşeye “hikmetle bakan bir iç göz” ile bakmalarını engeller ve onları Allah’a iman etmekten alıkoyar. Allah’a samimi bir şekilde iman ederek kazanacakları mutluluğu, kendi akılsızlıkları yüzünden kaybedip mutsuz bir yaşam sürerler.

Müminler Allah’a iman ettikleri, hep O’nu düşünüp, O’nun rızası için çalıştıkları için mutluluğu her zaman hissederler. Allah’a daha fazla yakınlaşmak için Allah’ın yarattığı herşey üzerinde derinlemesine düşünür ve araştırırlar.

Örneğin müminin uçsuz bucaksız gökyüzüne bakması Allah’ın gücünü ve sanatını takdir etmesine vesile olur. Ya da güzel bir manzarayla karşılaştığında bunun Allah’ın kendisine gösterdiği bir güzellik olduğunu düşünerek şükreder. Müminlerin çevrelerindeki herşeyi Allah’ı zikretmek için bir fırsat olarak görmeleri, onların      Allah’ın rızasını kazanmalarını ve mutluluğu daha yoğun bir şekilde yaşamalarını sağlar.