İnsanların günlük sohbetlerinde, yaşadıkları sıkıntılardan, zorluklardan, hastalıklarından bahsettikleri bölümler oldukça geniş bir yer tutar. Baş ağrısı, mide ağrısı, sıradan bir yorgunluk, uykusuzluk, bitkinlik gibi en sıradan bir rahatsızlıkta dahi, her fırsatta bu durumu uzun uzun dile getirirler. Daha kalıcı veya ciddi hastalıklarda da durum bundan farksızdır. Bu durumda da, hayatlarının geri kalanının büyük bir kısmını içerisinde bulundukları durumdan yakınmak ve şikayet etmekle geçer. Bu gibi insanlar hemen her gün, çevrelerindeki aynı kişilere, aynı sorunlarından sanki ilk kez bahsediyormuş gibi en başından başlayarak tekrar tekrar anlatmakta bir sakınca görmezler.
Oysa ki hastalıkları sık sık dile getirmek kişilerin ne kendilerine ne de karşılarındaki kimselere herhangi bir fayda sağlamaz. Zaten bu kişilerin amacı da konuyla ilgili herhangi bir bilgi edinmek, herhangi bir sorunu çözüme kavuşturmak ya da hastalığa bir tedavi şekli bulmak değildir. Bu daha çok, toplumda yaygın hale gelmiş bir alışkanlıktan kaynaklanan bir tür cahili sohbet şeklidir.
İnsanlar çevrelerinde de çok sık rastladıkları bu alışkanlık ile, hastalıklarını detaylandırarak ve çoğu zaman da abartarak anlatmayı olağan bir sohbet şekli olarak görürler. Ancak aslında, -bir amaç ya da hikmetle söylenmediğinde- bu tümüyle boş bir konuşmadır. İnsan, hiçbir fayda getirmeyecek bu tür bir konuşmaya ayıracağı vakti, çok daha güzel sohbetlere ya da faydalı faaliyetlere ayırabilir.
Allah Kuran’da insanlara ‘boş konuşmalardan sakınmalarını’ bildirmiştir. Eğer anlatılanlar her iki tarafa da hiçbir fayda sağlamayacaksa, hastalığı bir çözüme kavuşturmayacaksa, kişinin o konuda yeni bir bilgi edinmesine imkan sağlamayacaksa, bu da bir nevi boş konuşma olabilir.
Bunun yanı sıra bir insanın, acizliklerini, sıkıntılarını, içerisinde bulunduğu zorlukları dile getirmesi asil bir ahlak özelliği de değildir. Müslüman güçlü bir ahlaka sahiptir. İmanı dolayısıyla acıya, sıkıntıya, zorluğa dayanıklıdır. Ne kadar zor durumda olursa olsun, bu sıkıntılarını dile getiren, bunlardan şikayet eden, yakınan, söylenen bir üslup kullanmayı kendine yakıştırmaz. Bir sıkıntı yaşadığında ya da bir hastalığı olduğunda, bunu sadece sohbet konusu olsun diye çevresindeki kimselere anlatmaz. Kimi zaman, başkalarının da ibret alması, üzerinde düşünmesi, insanın ne kadar aciz ve Allah’a ne kadar muhtaç olduğunu kavramaları için yaşadığı zorluklardan bahsedebilir. Hastalıklarının, Allah’a yakınlaşmasına vesile olan çok hikmetli olaylar olduğunu, insanların denenmesi için özel yaratıldığını ve Kuran ahlakı doğrultusunda kendisinin tüm bu yaşadıklarını nasıl değerlendirdiğini başkalarına anlatabilir. Bu tür bir anlatım zaten Kuran ahlakının bir gereğidir ve insanların da düşünüp imanda derinleşmelerine vesile olabilecek çok önemli bir tebliğdir.
İman sahibi bir kimse tüm bunları anlatırken, Allah’a olan kesin teslimiyetini, tevekkülünü, yaşadıklarında gördüğü hikmet, hayır ve güzellikleri ifade eden üslubu ile bu kimselere ‘hal ile de tebliğ’ yapmış olur. Çünkü anlatılanlar kadar, bir kişinin kendi ahlakıyla da yaşayarak örnek olması da, bazen insanlar üzerinde çok daha fazla ve derin etki uyandırabilir. Eğer kişi bu tebliği yaparken, yüzüyle, sesiyle, üslubuyla (Allah’ı tenzih ederiz) mağdur olmuş bir insan izlenimi verse, anlattıklarının belki de hiçbir etkisi olmayabilir. Ama eğer gerçekten kendisi de hastalıkların verilmesindeki hikmetleri görebilmişse, zaten doğal olarak bu samimi kanaati anlatımına da yansır.
Bunun dışında mümin hastalığından, çözüm bulabilmek, yardım istemek için de bahseder. Fiziksel olarak gerçekten zor durumda olduğunda, tedavi amacıyla çevresindeki insanların kendisine destek olmasına ihtiyaç duyabilir ve bu açıdan hastalığını dile getirir. Ya da konu hakkında tecrübesi olan veya uzman birinden bilgi alma amacıyla hastalığını detaylandırabilir. Ama tüm bunlar belirli bir amaç ve hikmet doğrultusunda -Allah’ın razı olacağı ahlaka uygun olarak- yapılan konuşmalardır. Bunların içinde şikayet, yakınma, söylenme üslubu ya da boş sohbet amacı yoktur.
Bunun yanı sıra bazen de insan çevresindeki kimseler arasında yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermemek için de hastalığından bahseder. Örneğin şiddetli bir ağrısı varsa veya fiziksel açıdan güçsüz olduğu bir durum oluştuysa, kendisinden fiziki yardım istendiğinde, mecbur kaldığı için rahatsız olduğunu belirtip gerekirse konuyu daha da açıklar. Aksinde tembellik ettiği, yardım etmekten kaçındığı ya da umursuz davrandığı yönünde bir kanaat oluşturabileceğini düşünerek bu açıklamayı da yine -Allah rızası için- yapar.
Bunlar gibi, insanın hastalığından bahsetmesini gerektiren daha pek çok durum olabilir. Mümin bunun gerekli olup olmadığını, Kuran ahlakına ve Müslüman asaletine uygun düşüp düşmediğini vicdanıyla tespit eder.
Herşeyi Allah’ın yarattığını, tüm sıkıntılarda binlerce ayrı hikmet olduğunu ve Müslümanın imanının en önemli alametlerinden birinin ‘tevekkül’ olduğunu bilen bir insan için hastalıklar çok önemli imtihan ve eğitim vesileleridir. Mümin hastalık dönemi boyunca, sözleriyle ya da tavırlarıyla olabilecek en güzel ahlakı göstermesinin ahireti için çok güzel bir kazanç olacağını bilerek, hastalığı Kuran’da haber verilen tüm hikmetleriyle düşünüp uygulamaya çalışır.
Mümin hastalığı (Allah’ı tenzih ederiz) bir şikayet veya yakınma sebebi olarak değil, aksine Allah’a şükür ve yakınlaşma vesilesi olarak görür. Aczini kavrayışındaki derinlik, dünya hayatının geçiciliğini anlayışındaki keskinlik, ölümün ve ahiretin yakınlığını hissedişindeki netlik, imanlı bir insan için hastalıklarda en yüksek boyutlara ulaşır. Bu iman derinliğini elde etmenin ne kadar önemli olduğunu bilen bir mümin, bu derinliği zedeleyecek cahili ve gafil üsluplardan şiddetle sakınır.