Dünyevi değerleri ilahlaştıran insanların kendilerine has bir üslupları vardır. Konuşmalarından dünya hayatını yaşamlarının asıl amacı haline getirdikleri açıkça anlaşılır. Başkalarında görüp sahip olamadıkları güzelliklerden kimi zaman gıptayla kimi zaman da haset dolu bir üslupla bahsederler. Söz konusu kimselerin içlerinde yaşadıkları bu özenti, dünya hayatına ve ahirete dair gerçeklerden habersiz olmalarından kaynaklanır. Oysa Allah Kuran’da dünya nimetlerinin insanlar için bir deneme olduğunu bildirmiştir:

Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükafaat vardır. (Enfal Suresi, 28)

İman etmeyen insanlar bu gerçeğin bilincinde olmadıkları için, dünyada kendilerinden fazlasına sahip olan insanlara özenen, onların karşısında ezilen bir üslup kullanırlar. Örneğin zengin ve ünlü birinin giyiminden, arabasından bahsederken üsluplarında eziklikle karışık derin bir hayranlık hemen dikkati çeker. “Keşke onun kadar zengin olsaydım”, “Keşke şu anda onun yerinde olsaydım”, “Arabası ne kadar güzel, keşke benim olsaydı” gibi konuşmalarla bu özentilerini dışa vururlar. Oysa, gıptayla baktıkları insanların hepsi -kendileri gibi- Allah’a karşı aciz ve muhtaç olan kullardır. İnsanların sahip oldukları şeylerin tümü Allah’a aittir. Her insan, yaşamı boyunca Allah’ın kendisine verdiği nimetlerle denenmektedir.

İman edenler, asıl gerçek ve sonsuz olanın ahiretteki hayat olduğunu bildiklerinden, yaşamları boyunca ahiretteki asıl hayatı kazanmak için çaba harcarlar. Zenginlik, mal-mülk gibi dünya nimetlerini ise ancak Allah’ın razı olacağı şekilde kullanmak, Allah’ın verdiği nimetlere şükretmek ve Allah’ın şanını yüceltmek için isterler.

Bu güzel ahlaklarının bir sonucu olarak, sahip oldukları dünya nimetlerinden herhangi birini veya tamamını kaybetseler de, bundan dolayı üzüntü veya sıkıntı yaşamazlar. Bunu Allah’ın bir takdiri olarak düşünür ve Allah’tan ahirette kendilerine nimetlerin asıl gerçek olanlarını ve daha güzellerini vermesini isterler. Bunun yanı sıra Allah’ın, rızkı ve dünya nimetlerini insanlara belirli hayır ve hikmetler doğrultusunda verdiğini bildikleri tüm konuşmalarından anlaşılır. Allah bir ayetinde, insanlar arasında rızkını nasıl dağıttığını şöyle bildirir:

Allah dilediğine rızkı genişletir-yayar ve daraltır da. Onlar ise dünya hayatına sevindiler. Oysaki dünya hayatı, ahirette (ki sınırsız mutluluk yanında geçici) bir meta’dan başkası değildir. (Rad Suresi, 26)

Allah’ın yarattığı hikmetleri görüp kavrayamadıkları için, dünyevi değerlere, zenginliğe, mala mülke tutkuyla bağlı olan insanların yorumları hep dünya hayatına yönelik olur. Örneğin zenginliğine, şöhretine özendikleri bir insan aslında kötü ahlaklı biri olabilir. Ne var ki söz konusu kişiler bu insanın kötü ahlakını ve ahirette neyle karşılaşacağını hiç düşünmeyip, onun malına mülküne hayran olmakta bir sakınca görmeyebilirler. İman sahibi Müslümanlar ise, dünya hayatının gerçek yüzünü görüp asıl olarak Allah’ın rızasını ve ahiret hayatını kazanmaya çalışırlar. Bu nedenle üslupları daima bu gerçeğin şuurunda olduklarını yansıtır niteliktedir. Kuran’da bu konuya örnek olarak Karun isimli zengin bir kişinin servetine gıpta eden kimseler verilmiştir:

Gerçek şu ki, Karun, Musa’nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu…” (Kasas Suresi, 76)

Dünya hayatına özenen, bu nedenle Karun’un nasıl bir yanlış içinde oluduğunu hikmet gözüyle değerlendiremeyen kimseler, Karun’un zenginliğini görünce şöyle demişlerdir:

Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: “Ah keşke, Karun’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir” dediler. (Kasas Suresi, 79)

Müslümanlar Karun’a sahip olduklarını verenin Rabbimiz ve asıl yurdun da ahiret olduğunu hatırlatırlarken, Müslüman ahlakıyla konuşmayanlar, Karun’un zenginliğinden etkilenerek cahilce bir tavır göstermişlerdir. Müslümanların bu insanlara yaptıkları hatırlatma ise Kuran’da şöyle haber verilmektedir:

Kendilerine ilim verilenler ise: “Yazıklar olsun size, Allah’ın sevabı, iman eden ve salih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz” dediler. (Kasas Suresi, 80)

Kuran’da, gösterdiği çirkin ahlak nedeniyle Karun’un ve konağının yerin dibine geçirildiği bildirilmektedir. Bu olayın ardından ise, daha önce Karun’a gıpta edenler, onun Allah karşısındaki aczini görmüş ve yaptıkları hatayı anlayarak bu kez Müslümanca bir üslupla karşılık vermişlerdir:

Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi. Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: “Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkar edenler felah bulamaz” demeye başladılar. (Kasas Suresi, 81-82)

Müslümanlar, Allah’ın “Şu halde onların malları ve çocukları seni imrendirmesin; Allah bunlarla ancak onları dünya hayatında azablandırmak ve canlarının inkar içindeyken zorlukla çıkmasını ister.” (Tevbe Suresi, 55) ayetinde bildirdiği gibi, dünya hayatına ait zenginliğe imrenmediklerini; daima Allah’ı ve ahiret yurdunu düşünen insanlar olduklarını tüm tavır ve konuşmalarıyla gösterirler. Müminlerin bu güzel ahlakı, ahirette olduğu gibi dünya hayatında da Allah’ın lütfuyla karşılık görür. Allah, dünya hırsından arınarak, Kendi rızasını hedefleyen kimselere hem dünyada hem de ahirette nimetin en güzeliyle karşılık vereceğini bildirmektedir:

Erkek olsun, kadın olsun, bir mümin olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)