Şeytanın telkinlerine kapılarak herşeye olumsuz gözle bakan kimseler bir süre sonra içinde yaşadıkları sayısız nimet ve güzelliği göremeyecek hale gelirler. Çevrelerindeki herşeye eleştirme, kusur bulma gözüyle baktıkları için zihinlerini yalnızca bu tür düşünceler meşgul eder. Bu nedenle konuşmalarında genellikle huzursuz oldukları konulardan yakınıp durur ancak Allah’ın kendileri için yaratmış olduğu nimetlerden bahsetmezler. Kendilerince kusur ya da eksiklik gibi gördükleri konuları son derece akıcı bir üslupla anlatırlarken Allah’ın nimet olarak yarattığı güzellikleri dile getirmezler. Çünkü bu ahlakı yaşayan insanlar şeytanın yoğun etkisiyle yalnızca kendilerine kusurlu görünen şeylere dikkatlerini vermektedirler.

Oysa şu gerçek çok iyi bilinmelidir ki, insanın sahip olduğu nimetler kendisine ait değildir. İnsan asla böyle haksız bir iddia ve sahiplenme içinde olmamalıdır. En küçüğünden en büyüğüne tüm nimetler yalnızca Allah dilediği, lütfettiği için, kullarına olan sonsuz rahmetinden dolayı vardır. İnsanların sahip oldukları herşey Allah onlara lütfettiği için kendilerinde bulunmaktadır. Allah Kuran’da sahip olduğu nimetler için “Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir” (Kasas Suresi, 78) diyen Karun adlı kişinin nasıl yanlış bir tavır içerisinde olduğunu ve bundan dolayı nasıl ibret dolu bir akıbete uğradığını şöyle bildirmektedir:

Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi. (Kasas Suresi, 81)

Karun’un durumu tüm insanların üzerinde düşünüp ibret alması gereken bir gerçeğe işaret etmektedir. Allah yeryüzündeki tüm kullarına sayısız nimet vermektedir. Ancak yukarıda belirttiğimiz gibi negatif bir kişilik geliştiren insanların büyük bir kısmı belki de müminlerle birlikte yaşarken içerisinde bulundukları refah ortamının ve rahatlığın verdiği cesaretle böyle bir karakter gösterebilmektedirler. Mutlu olabilecekleri, şükredebilecekleri onca nimete karşın yakınmaları nankörlüklerinin göstergesidir. Oysa sahip oldukları nimetler ellerinden gidecek olsa, açlık, hastalık, zorluk gibi durumlarla karşılaşsalar, böyle bir tavra güç yetiremeyeceklerdir. Tam aksine küçücük bir nimet bile onlar için çok değerli olacak, bunun kıymetini en iyi şekilde bilecek ve şükredici bir ahlak göstereceklerdir.

Allah “Rabbinin nimetini durmaksızın anlat” (Duha Suresi, 11) ayetiyle insanları sürekli olarak nimetleri anmak ve anlatmakla yükümlü kılmıştır. Bir başka ayetinde ise Allah, insaların çevrelerini kuşatan nimetlerin çokluğunu bildirerek onlar üzerindeki rahmetini şöyle hatırlatmıştır:

Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 18)

Kuşkusuz akıl ve mantık sahibi her insan bu gerçeği çok açık bir şekilde görebilir. Bunun için özel bir çaba harcamasına gerek yoktur; sadece çevresine dönüp bir bakması yeterlidir. O halde neden bazı insanlar bu durumu anlamazdan gelmekte, neden bu güzellikleri fark ettiklerini dile getirmemekte, neden bunların sevincini ve neşesini yaşamaktan kaçınmaktadırlar? Çünkü bu şeytanın etkisiyle gerçekleşir; şeytan insanların bu gerçeğin şuurunda olarak yaşamalarını istemez. Bu nedenle kendisine kulak veren insanların dikkatini boş kuruntulara çeker ve onları vesveselerle oyalar, böylece bunlardan başka hiçbir şey düşünemeyecek hale gelmelerini ve Allah’ın üzerlerindeki rahmetini takdir edememelerini ister.

Ancak burada şunu da belirtmek gerekir ki, kimi zaman da şeytan insanlara doğrudan böyle bir etkide bulunmaz. İnsanları bu bölümde ele aldığımız negatif kişiliğe sürüklemesi onun için yeterli olur. Böyle bir ahlak anlayışı geliştiren kişi, artık olumsuzlukları kendi kendine bulur, sırf aksilik olsun diye güzellikleri dile getirmekten, güzel sözler söylemekten kaçınır. Bu kimseler Allah’ın kendileri için yarattığı nimetleri tüm detaylarıyla gördükleri halde, çevrelerindeki insanlara birşeylerden “hoşnutsuzluk duyduklarını” belli edebilmek için kasıtlı olarak bunları dile getirmezler. Bu, şeytanın insanlara öğrettiği sinsi ve sessiz dil ile verilen mesajlardan biridir. Herkesin sevinçle karşıladığı güzel bir haberi duymazlıktan gelir; herkes bu konuda şevk ve heyecanla samimi yorumlarda bulunurken, bu kişi ne konuşanları tasdik eder ne de kendisi bir söz söyler. Çok mecbur kaldığında söylediği kısa birkaç sözü de özellikle soğuk ve ilgisiz bir ses tonuyla söyler. Bu şekilde, o ortamda bulunan diğer insanlardan çok daha farklı bir ruh hali içerisinde olduğunu, bir şeylerden memnuniyetsizlik duyduğunu; hatta konu edilen müjdeli ve sevinçli haberin bile onu bu ruh halinden kurtaramadığı mesajını vermiş olur. Oysa elbette ki ortaya konulan bu çaba tümüyle yapmacıktır. Söz konusu kişi istese anında bu ruh halinden kurtulabilecek bir iradeye sahiptir. Ancak bunu kasıtlı olarak istememekte, kasıtlı olarak bu şeytani ahlakı sürdürmektedir. Nimetlerden, güzelliklerden bahsedecek olursa üzerindeki negatif hava hemen dağılacak, doğruyu görebilecek ve Kuran ahlakının gereğine uygun bir ahlak gösterebilecektir. Bunu istemediği için, içten içe şeytanın sesini dinlemenin üzerinde oluşturduğu ağırlıkla kasıtlı olarak suskun kalmaktadır. Şeytan kurduğu tuzaklarla, insanlara yaptıkları kötü amelleri güzel göstermekte, kendi irade ve istekleriyle onları kendilerine zarar verecek bir sistemin içine sürüklemektedir.

Kuran ayetlerinde nankör bir tavır göstererek Rabbimiz’in nimetlerini anmaktan kaçınan insanların aslında gösterdikleri bu ahlakın şuurunda oldukları şöyle bildirilmektedir:

Gerçekten insan, Rabbine karşı nankördür. Ve gerçekten, kendisi buna şahiddir. (Adiyat Suresi, 6-7)

Bir başka ayette ise Allah söz konusu kişilerin aslında nimetleri görebilen kimseler olduklarını şöyle belirtmiştir:

Onlar, Allah’ın nimetini biliyorlar, sonra da inkar ediyorlar; onların çoğu inkar edenlerdir. (Nahl Suresi, 83)

Oysa bu durumda kişinin hemen Allah’a sığınması; Kuran ahlakına uygun olmayan bir davranışta ısrar ettiği takdirde      Allah’ın azap ile karşılık verebileceğini hatırlaması gerekir. Böyle bir kimse Rabbimiz’in sonsuz gücü karşısındaki aczini, O’nun rahmetine muhtaç olduğunu düşünerek, böyle bir cesaret göstermeye güç yetiremeyecek bir ahlak içerisinde olmalıdır.

Unutulmamalıdır ki Allah’ın verdiği sayısız nimeti takdir edemez hale gelen bu kişiler, bir süre sonra artık isteseler de sahip oldukları nimetlerden zevk alamayacak hale gelebilirler.