Ve de ki: “Övgü (hamd), çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan ve düşkünlükten dolayı yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah’adır.” Ve O’nu tekbir edebildikçe tekbir et. (İsra Suresi, 111)

Allah’la yakın ve sıcak bağlantı kurmanın getirdiği doğal bir hareket tarzı, hiç şüphesiz O’nu çokça anmak, tesbih etmek ve yüceltmektir. Allah’ın kudretinin herşeyi sarıp kuşattığının, kontrol ettiğinin bilincinde olan müminler, bu kudret karşısında saygı dolu bir korku duyarlar. Allah’ın azametinden ve ihtişamından kaynaklanan hayranlık dolu bir korkudur bu. Ve bu üstün güç karşısında acizliklerini bilirler ve Rabbimiz’i, “tekbir edebildikçe tekbir ederler”.

Müminleri diğer insanlardan ayıran önemli bir özellik, her an Allah’ı düşünmeleri ve O’nu anmalarıdır. Zaten Allah ile kurdukları yakın bağlantının kaynağı da budur. O’nu düşünürken kullandıkları bir ifadeyi Allah Kuran’da şöyle bildirir:

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın, Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru. (Al-i İmran Suresi, 191)

Ayetten de açıkça anlaşıldığı gibi, dünya üzerinde gerçek anlamda düşünüp akledebilen yegane kişiler olan müminler, tefekkürleri sonucunda Allah’ın yüceliğini ve gücünü hissedebilmektedirler. Bunun sonucu ise Allah’ın şanını yüceltmek ve O’nu tekbir etmektir. Nitekim, müminler dualarında da şöyle yakarırlar:

Rabbimiz, bizi inkar edenler için bir fitne (deneme konusu) kılma ve bizi bağışla Rabbimiz. Şüphesiz Sen, üstün ve güçlüsün, hüküm ve hikmet sahibisin. (Mümtehine Suresi, 5)

Aynı şekilde, Hz. Musa (as) da Allah’ın ayetini gördüğünde “… Sen ne Yücesin (Rabbim)…” (Araf Suresi, 143) demiş, Hz. İbrahim (as) da kavmine tebliğ yaparken “… Rabbim ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır…” (Enam Suresi, 80) diyerek öncelikli görevleri olan Allah’ın şanını yüceltmeyi, doğal ve içlerinden gelen bir tavır olarak yapmışlardır. Benzer bir ifadeyi, Hz. Şuayb (as) da tekrarlamıştır. Bunu haber veren ayette Allah şöyle buyurmaktadır:

Allah bizi ondan kurtardıktan sonra, bizim tekrar sizin dininize dönmemiz Allah’a karşı yalan yere iftira düzmemiz olur. Rabbimiz olan Allah’ın dilemesi dışında, ona geri dönmemiz bizim için olacak iş değildir. Rabbimiz, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Biz Allah’a tevekkül ettik… (Araf Suresi, 89)

Kuran’da Allah bize Resullerin ve müminlerin Kendisi ile sıcak bağlantıda olduklarını, gösterdikleri tavırlardan, Allah’ı anmalarından ve O’nun şanını yüceltmelerinden kaynaklandığını duyurmuştur. Yukarıda verdiğimiz örneklerin dışında Kuran’da Resullerin ve müminlerin Allah’a samimi hitaplarıyla ilgili pek çok örnek bulunmaktadır. Bunların bazılarını şöyle örnekleyebiliriz:… Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir söz söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka Sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sende olanı bilmem. Gerçekten görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sensin Sen. (Maide Suresi, 116)

Rabbim, bilgim olmayan şeyi Senden istemekten sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum. (Hud Suresi, 47)

Rabbim, Sen bana mülkten (bir pay ve onu yönetme imkanını) verdin, sözlerin yorumundan (bir bilgi) öğrettin. Göklerin ve yerin Yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim velim Sensin. Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni salihlerin arasına kat. (Yusuf Suresi, 101)

Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasip olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin. (Sad Suresi, 35)

Bütün bu samimiyetlerine karşılık Allah müminlerden razı olacak, onlar da O’ndan razı olacaklardır. Ve iyilik yapanların ve sabredenlerin karşılığı, kıyamet günü küçük düşürülmemeleri ve yaptıklarına karşılık olmak üzere mirasçı kılındıkları cennete sokulmaları olacaktır… Kendilerine hiçbir sıkıntı ve yorgunluk dokunmadan, diledikleri tüm nimetler arasında, gözlerinin lezzet aldığı ve nefislerinin arzu ettiği herşeyin içinde ebediyen kalacaklardır… İşte bu, korkup sakınanların mutlu sonu ve ebedi kurtuluşudur.