Allah, “Sizin İlahınız tek bir İlah’tır; O’ndan başka ilah yoktur; O, Rahman’dır, Rahim’dir (bağışlayan ve esirgeyendir).” (Bakara Suresi, 163) ayetiyle insanlara Kendisi’nden başka bir Yaratıcı, iyilikten ya da kötülükten yana müdahalede bulunabilecek bir güç olmadığını bildirmiştir. Allah tektir, O’ndan başka insanlara hayır yöneltebilecek, onları koruyup kollayabilecek, nimet ve huzur verebilecek başka bir kuvvet yoktur.
Ancak insanların bir bölümü bu gerçeğin gereği gibi farkında değildirler. Kimileri kendilerine sorulduğunda Allah’tan başka bir ilah olmadığına, O’nun herşeye güç yetirdiğine inandıklarını söylerler. Fakat bu gerçeğe kalben tam olarak iman etmedikleri için insanlardan, olaylardan ve hatta bazen de ‘şans’ ya da ‘tesadüf’ adını verdikleri hayali güçlerden medet umarlar. Ancak ne insanların ne de diğer varlıkların hiçbirinin gerçek anlamda bir gücü yoktur. Kuran’da bildirildiği gibi, “…Şüphesiz ‘izzet ve gücün’ tümü Allah’ındır…” (Yunus Suresi, 65)
İman eden bir kimse ise Allah’tan başka ilah olmadığına, ‘izzet ve gücün’ sadece O’na ait olduğuna iman eder ve bu gerçeği hayatının her anında samimiyetle yaşar. Allah’tan başka hiçbir şeyden; insanlardan, olaylardan, eşyalardan medet ummaz. Sadece Allah’a güvenip dayanır. Yalnızca Allah’tan korkup, yalnızca O’ndan yardım bekler. Çünkü hiçbir insan, hiçbir varlık İlahlık vasfı taşıyamaz; bunların her biri, Allah’ın korumasına muhtaç, kendilerinden yana iyilik sağlamaya ya da bir kötülüğü uzaklaştırmaya güç yetiremeyen varlıklardır. Allah Kuran’da bu konuyu şöyle bir örnekle açıklamaktadır:
Hak olan çağrı (dua, ibadet) yalnızca O’na (olan)dır. Onların Allah’tan başka çağırdıkları ise, onlara hiçbir şeyle cevap veremezler. (Onların durumu) yalnızca, ağzına gelsin diye, iki avucunu suya uzatan(ın boşuna beklemesi) gibidir. Oysa ona gelmez. İnkar edenlerin duası, sapıklık içinde olmaktan başkası değildir. (Rad Suresi, 14)
Bu gerçeğin farkında olan bir müminin kalbindeki samimi iman ve Allah korkusu, tüm açıklığıyla konuşmalarına da yansır. Konu ne olursa olsun, böyle bir insanın üslubundan sadece Allah’a güvenip dayandığı hemen anlaşılır. Allah’tan başkz bir ilah olmadığını kavramış bir kimse, nasıl bir olayla karşılaşırsa karşılaşsın, herşeyin Allah’ın kontrolü altında olduğunu bilir. Söz konusu durum kişinin tüm hayatını, geleceğini, güvenliğini, mal varlığını ya da sağlığını birinci dereceden ilgilendirebilir. Ve görünüşte tüm şartlar sadece birkaç kişinin ağzından çıkacak bir karara, bu kişilerin yapacağı herhangi bir hataya ya da elde edecekleri bir başarıya bağlı olabilir. Ancak katıksız olarak iman eden bir kimse, tüm bunların sadece Allah’ın kontrolü altında olduğunu bilir ve buna göre davranır. Bu konuya şöyle bir örnek verebiliriz:
Tüm mal varlığını ortaya koyarak yeni bir işe yatırım yapan bir iş adamı, ürünlerinin piyasada iyi bir yer edinmesi için çeşitli reklam ve tanıtım kampanyalarına katılır. Aynı sektördeki diğer firmalarla rekabet edebilmesi için daha kaliteli üretim yapması gerekecektir. Bu yüzden tüm bunlar için reklam müdüründen pazarlama ya da satış elemanlarına kadar şirket bünyesinde çalışan herkesten çok iyi bir performans bekler. Bu kişilere gereken talimatları verir. Onları teşvik etmek ve harekete geçirmek için çeşitli konuşmalar yapar. Çünkü mutlaka diğer firmaların önüne geçebilmeli, onlardan daha başarılı olmalıdır.
Bu noktada, aynı şartlar altında bulunan ancak Allah’tan başka bir ilah olmadığının şuurunda olan bir insanın tavrındaki farklılık şu olur: Bu kimse de gereken tüm teknik tedbirleri alır. Fakat kendisini zengin edecek gücün ne yapılacak reklamda ne tanıtım ve pazarlama çalışmalarında ne de bu konuda uzman olan elemanlarda olmadığının farkındadır. Tam tersine tüm bunların Allah’ın dilemesiyle karar alabilen, Allah’ın izni ile hareket edebilen ve yine Allah’ın izniyle başarı kazanabilen varlıklar olduğunu bilir. Eğer bu aracılardan herhangi birini Allah’tan ayrı müstakil bir güç gibi kabul edecek olursa, onu Allah’a ortak koşmuş olacağının şuurundadır. Bu nedenle gerek beklentilerini anlatırken gerek elemanlarını yönlendirirken gerekse de tüm işlerin takibini yaparken tüm bunların Allah’ın kontrolünde olduğunu bilen bir üslupla konuşur. Aksilik gibi görünen bir olay geliştiğinde hiçbir zaman bundan dolayı bir sıkıntıya kapılmaz, asabi konuşmalar yapmaz. Bu hata kimden ya da hangi sebepten kaynaklanıyorsa, bu doğrultuda gereken en akılcı ve keskin tedbirleri alır. Ancak hiçbir zaman bu hataya neden olan kişinin müstakil güç sahibi olduğunu veya olayların kendi kendine geliştiğini sanarak, Allah’a şirk koşan bir üslup içerisine girmez. Çünkü eğer ortada yapılan bir hata varsa, bunun kişinin kaderinde olduğunu ve Allah dilediği için o hatanın yapıldığını bilir. Bu durum onun dünya hayatındaki imtihanının bir parçasıdır; olayların insanların kontrolünde geliştiğini sanarak gaflete mi kapılacaktır yoksa Allah’tan başka bir ilah olmadığının şuurunda mı hareket edecektir? İman sahibi bir insan böyle bir durumda bütün olayların Allah’ın dilediği şekilde, hayır ve hikmetle yaratıldığını bilir. Bu nedenle beklemediği bir sonuçla karşılaştığında da her zaman tevekkülünü, Allah’a olan boyun eğiciliğini yansıtan itidalli ve teslimiyetli bir üslup içerisinde olur.
Müslümanın konuşmalarına yansıyan bu şuur, önemli bir iman alametidir. Allah’tan başka ilah olmadığını bilerek yaşayan ve konuşmalarına da bunu yansıtan kişi doğal olarak çevresine de Allah’ın büyüklüğünü ve yüceliğini sürekli hatırlatmış yani tebliğ yapmış olur.