Güzel ahlaklı, vicdanlı, akıllı, kişilikli bir insan doğal olarak herkes tarafından çok sevilir. İnsan böyle bir kişiye karşı duyduğu sevginin gücünü çoğu zaman kendinden sanır. Halbuki bu durum daha çok, ‘karşıdaki kişinin sevilecek özelliklerinin çok güçlü olması’ndan kaynaklanır.

Eğer sevginin gücü, seven kişinin sevgi derinliğinden kaynaklanıyor olsa, mutlaka bunu ispatlayacak deliller de olması gerekir. Bu delillerin en önemlilerinden biri de kişinin ‘sevdiğine kıyamaması’dır. Eğer bu yönde bir titizliği ve hassasiyeti yoksa, o zaman o kimsenin sevgisinin gücü de samimiyeti de şüpheli hale gelir.

Bir insan eğer sevdiği kişiyi -Allah rızası için- kendi nefsinden önde tutuyorsa; onu her türlü tehlikeden koruyorsa; ona zarar verecek her türlü şeyden sakınıyorsa; ona zarar vermektense kendi zarar görmeyi tercih edebiliyorsa; onun sağlığını, rahatını, huzurunu, konforunu kendininkilerden önde tutabiliyorsa; onu kıracak, rahatsız edecek tek bir sözü dahi söylemekten sakınıyorsa; kendi nefsinin isteklerindense onun isteklerini öncelikli görebiliyorsa; kendi fikirleriyle onunkiler çatıştığında ondan yana tavır koyabiliyorsa; haklı olduğu halde, onu haklı kendini haksız çıkarabiliyorsa; enaniyetiyle gururuyla karşı karşıya kaldığında karşısındaki kişiyi yüceltip kendi nefsini ve gururunu ezebiliyorsa; anlayamadığı bir şey olduğunda da, yine de ona hüsn-ü zan edebiliyorsa, şüphe duyduğunda ona olan sevgisinden dolayı bu şüpheleri yenebiliyorsa; her ne ile karşılaşırsa karşılaşsın ona kırılmıyor, darılmıyor, küsmüyorsa; tam tersi gibi görünen olaylar olsa da, onun ahlakından emin olabiliyorsa; o kişinin adaletinden, sevgisinden, şefkatinden, vicdanından, güzel ahlakından, güvenilirliğinden hiç şüphe duymuyorsa; ona karşı olan sevgisinde, saygısında -gününe göre değişmeksizin- istikrar gösterebiliyorsa; işte o zaman bu kişinin gerçek sevgiyi yaşadığından bahsedilebilir.

İnsanın sadece ‘ben çok seviyorum’ deyip, sonrasında bu sevginin gerektirdiği bu derin ahlakı gösterememesi, o kişinin sevgisindeki inandırıcılığı da azaltır.

Çünkü gerçek sevginin en önemli özelliklerinden biri insanın ‘sevdiğine kıyamaması’dır. Ve burada tarif edilen anlayışta bir sevgi de ancak iman ile yaşanabilir. İman etmeyen bir insan sevgide bu kadar fedakar olamaz. Bu ancak Allah sevgisinden kaynaklanan bir sevgide; yani kişinin karşısındaki kimseyi ‘Allah’ın bir tecellisi olarak sevmesiyle mümkün olabilir. ‘Allah’ın tecellisi olarak sevmek’; ‘bir insanın, karşısındaki kişide Allah’ın üstün ahlakının güzel örneklerini ve tecellilerini gördüğü için o kişiyi tercih etmesi ve sevmesi’ demektir. Bir insanda bu güzel ahlak özellikleri ne kadar çoksa, o insan o kadar çok sevilir.

Eğer bir kimse karşısındaki kişiyi Allah rızası için ve Allah’ın tecellisi olarak değil de, nefsen uygun bulduğu için tercih ediyorsa, bunun adı zaten gerçek anlamda ‘sevgi’ değildir. Ve doğal olarak da, sevginin getireceği şartların oluşması mümkün değildir. Böyle bir sevgi anlayışında ne tek taraflı bir düşkünlük, ne fedakarlık, ne hoşgörü, ne anlayış, ne affedicilik, ne de güvenden bahsedilemez. Allah’tan korkmayan bir insana güven duyulamaz. Bu kişinin iç dünyasında ne düşündüğünden, ne kararlar aldığından, neler hissettiğinden ve dürüstlüğünden hiçbir zaman emin olunamaz. Bu yüzden de, bu gerçeği bilen her iki taraf da hiçbir zaman birbirlerine karşı böyle güzel bir sevgi duyamaz ve bu sevginin gerektirdiği ahlakı gösteremez.

Gerçek sevgi, Allah’ın yalnızca gerçek Müslümanlara lütfettiği bir nimetidir. Ruhunda bu sevgiyi bilen, bu anlayışı iyi kavrayan insanların bu büyük nimeti olabilecek en güzel şekilde yaşayabilmeleri için de işte bu ‘sevdiğine kıyamama’ ahlakını almaları çok önemlidir. Bu bakış açısı, sevgiyi sürekli olarak besleyecek, güçlendirecek ve derinleştirecek çok önemli bir vesiledir.