Cahiliye insanlarının inançlarına göre, mutlu bir yaşam sürmek, bu hayattan en iyi şekilde istifade edip olabilecek en fazla menfaati elde edebilmekle mümkündür. Allah Kuran ayetlerinde bize cahiliye insanlarının “mallarda ve çocuklarda bir çoğalma tutkusu” (Hadid Suresi, 20) içerisinde yaşadıklarını bildirmektedir. Bu ‘çoğalma’ isteği, insanların sürekli olarak nimetlerin daha iyisine, daha güzeline ve daha kalitelisine sahip olma hırslarından kaynaklanmaktadır. Bir önceye göre ne kadar fazlasını ve güzelini elde ederlerse o derece mutlu olabileceklerini umarlar. Örneğin, güzel bir araba alan biri ilk zamanlar bunu büyük bir zevk ve heyecanla kullanmaya başlar. İstediği arabaya kavuşmanın neşesini ve sevincini yaşar. Fakat kısa bir süre sonra bu neşesi ve sevinci yerini sıkıntıya bırakır, çünkü daha gösterişli ve daha lüks bir araba görür ve bu yüzden elindekini beğenmez hale gelir. Zamanla tek amacı bu yeni arabayı alabilmek olacaktır. Bu yalnızca araba değil, insanın hoşuna giden herşey için geçerli olabilir. Cahiliye toplumunda insanlar sevdikleri, hoşlandıkları herşeye, en fazlasıyla sahip olma arzusu duyarlar. Hiçbir zaman için azıyla yetinemezler, mutlu olabilmelerinin ancak herşeyin ‘en fazlasına sahip olmalarıyla’ mümkün olabileceğini sanırlar.

Oysa dünyadaki herşey, önceki bölümde de anlatıldığı gibi, sadece birer süstür. Ancak eğer insan bu süslerin gerçek olduğunu sanır ve tüm bunları elde etme yarışına girecek olursa, asıl yaratılış amacından iyice uzaklaşacaktır. Bu noktada artık asıl amacı sadece nefsinin isteklerini gerçekleştirmek olacaktır. Oysa dünyadaki herşey kusurlu ve eksiktir ve insanın her zaman için herşeyin daha iyisi, daha güzeli ve daha kalitelisi ile karşılaşma imkanı vardır. Bu nedenle nefsin istekleri hiçbir zaman için son bulmayacak, insan da hiçbir zaman için elindekilerle mutlu olamayacaktır. Dolayısıyla bu şekilde hareket etmeleri onları mutluluk yerine daha da büyük bir mutsuzluğa sürükleyecektir.

Cahiliye insanlarının bu mutsuz halleri, onların Allah’a şükretmelerini de engeller. Çünkü bu hırs ve tutkuları yüzünden Allah’ın kendilerine verdiği nimetlere karşı nankörce bir tavır içerisine girerler. Onlar için tüm bu nimetlerin kendilerine ne amaçla ve kim tarafından verildiği hiç önemli değildir, zaten bunu hiç düşünmezler de. Önemli olan, sevdikleri, beğendikleri herşeye en kısa zamanda sahip olmaları ve bunların sayısını sürekli olarak artırabilmeleridir. Bu insanların durumu, hiç dolmayan, altı delik bir su kovasına benzetilebilir. Sürekli su konulduğu halde, dolan su alttaki delikten hemen gidecektir. Delik kapatılmadığı takdirde kovanın dolması imkansızdır. İnsan elindekilere şükretmesini, bunlarla mutlu olmasını bilmediği sürece kendisine daha ne kadar çok nimet verilirse verilsin, ruhunda hiçbir değişiklik olmayacaktır. Herşeyin en fazlasına da sahip olsa, yine daha fazlasına tamah ettiği için elindeki güzelliklerin farkına varamayacak, bunların zevkini tadamayacaktır. Allah bu kimselerin durumunu Kuran’da şu şekilde dikkat bildirir:

Kendisini tek olarak (ve yapayalnız) yarattığım (şu adam)ı Bana bırak; Ki Ben ona, ‘alabildiğine geniş kapsamlı bir mal’ (servet) verdim. Göz önünde-hazır çocuklar (verdim). Ve sayısız imkan ve fırsatları önüne serdim. Sonra daha da artırmam için tamah eder (doyumsuz istekte bulunur). (Müddessir Suresi, 11-15)

Allah’ın bir başka ayette “Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışırsanız onu sayıp bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki insan pek zalimdir pek nankördür.” (İbrahim Suresi, 34) sözleriyle bildirdiği gibi, Allah insana her istediği şeyi vermiştir. Ancak insanlardaki nankörlük duygusu Allah’a gereği gibi şükretmelerini engellemektedir. Allah Kuran’da ancak şükreden kullarına nimetini artıracağını bildirmiş, nankörlük edenleri ise azabıyla uyarmıştır:

Rabbiniz şöyle buyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz size arttırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir.” (İbrahim Suresi, 7)

İnsanların birçoğunun dünya nimetlerine karşı olan bu hırsları, hem kendilerine hem içinde yaşadıkları topluma büyük zarar vermektedir. Sürekli olarak herşeyin yenisi ve iyisi arzulandığından, insanların bu istekleri gerçekleşmediğinde duyacakları sıkıntı ve huzursuzluk da çok olur. Bu kimseler, dünya hırsları nedeniyle, Allah’ın ayette bildirdiği gibi, “Malı bir yığma tutkusu ve hırsıyla severler.” (Fecr Suresi, 20) Bu şiddetli bağlılıklarından dolayı kendilerinden maddi bir yardım istendiğinde veya sahip oldukları mallarını paylaşmaları gerektiğinde, Allah’ın “Muhakkak o, mal sevgisinden dolayı (bencil ve cimri tutumundan) çok katıdır.” (Adiyat Suresi, 8) ayetinde bildirdiği gibi, oldukça bencil ve katı bir tutum sergilerler. Çoğu zaman göstermelik olarak yalnızca az bir şey verip geri kalanını yine sımsıkı bir şekilde ellerinde tutarlar. Buna bağlı olarak toplumda zengin olan daha da zenginleşirken, fakir olan daha da fakirleşir. Bu da toplumsal huzurun ve adaletin sağlanmasında büyük bir engel oluşturur.

İnsanlardaki bu malca çoğalma tutkusu, Allah’ın Kuran’ın birçok ayetinde yanlışlığını bildirdiği bir tavır bozukluğu olan ‘cimriliğe’ yol açmaktadır. Bu ahlakı yaşayan insanlar asıl olarak kendi mallarının çoğalmasını amaç edindikleri için cimriliği kendilerine prensip edinmişlerdir. Bu çirkin ve bencil davranışlarına rağmen, tüm biriktirdiklerini de kendileri için bir ‘hayır’ zannederler. Biriktirip saklamak bu insanlar için bir tutku halini almıştır. Oysa Allah dünya hayatında bazı insanları bir imtihan olarak malca zengin kılmaktadır. Dolayısıyla kazandıklarını hayır için kullanmayanlar, bunun bir kazanç olduğunu sanmakla büyük bir yanılgıya düşmektedirler, çünkü bunlar ahiret günü onlara ateş olarak geri dönecektir. Allah bu gerçeği Kuran’da şöyle bildirmektedir:

Allah’ın, bol ihsanından kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır; bu onlar için şerdir; kıyamet günü cimrilik ettikleriyle tasmalandırılacaklardır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır. (Al-i İmran Suresi, 180)

Bu kimselerin bir özelliği de, Allah’ın “Onlar cimrilikte bulunurlar insanlara da cimriliği emreder (önerir)ler…” (Nisa Suresi, 37) ayetiyle bildirdiği gibi, diğer insanları da bu çirkin tavrı uygulamaya teşvik etmeleridir. Bunun yanında, kimse kendilerinden bir şey istemesin diye sahip olduklarını da çevrelerindeki insanlardan gizlerler. Asıl istedikleri, elde ettiklerini hep artırmak ve biriktirmek olduğundan, bunları başkaları için kullanmak istemezler.

İnsanların dünya hayatının gerçek mahiyetini anlamamaları, onları çarpık ve bozuk davranışlar göstermeye ve sürekli çıkarcı düşünmeye sevk etmektedir. Bu yanlış mantıkla hareket ettikleri takdirde karlı ve kazançlı çıkacaklarına kendilerini inandırmışlardır. Ama sıkıntı ve huzursuzluktan başka bir şey kazanmazlar. Buna rağmen bu davranışlarına büyük bir istek ve hırsla devam ederler. Dünya hayatına aldandıkları için, hayatları boyunca yaptıklarıyla mutlu ve huzurlu olmayı beklerler. Ama elde ettikleri mutsuzluk ve sıkıntılı bir hayattan başka bir şey olmaz. Allah yaşadıkları bu hayatın gerçek yüzünü görüp anlayabilmeleri için, insanların dünya hayatında kazandıklarını yağan bir ‘yağmurun’ etkisine benzetmiş ve insanları şu şekilde uyarmıştır:

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusudur’. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)