Öyleyse kazandıklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar. (Tevbe Suresi, 82)
Dediler ki: “Rabbimiz, mutsuzluğumuz bize karşı üstün geldi, biz sapan bir topluluk imişiz.” (Müminun Suresi, 106)
Görüldüğü gibi Kuran’da mutsuzluk, inkar edenlere yakıştırılmıştır. Ayete göre bu kişiler ahirette sapkınlıkların gerekçesi olarak “mutsuzluğa yenik düştüklerini” söylemektedirler. Dolayısıyla mutsuzluk Allah’ın istediği bir şey değildir. Kuran’da inkarcılara mutsuzluk, iman edenlere ise neşe yakıştırılmıştır.
Yine ayetlerde Allah, mutsuzlukları nedeniyle Kuran’ın öğüdünü almaktan kaçınanları haber verir:
Allah’tan ‘İçi titreyerek korkan’ öğüt alır-düşünür. ‘Mutsuz-bedbaht’ olan ondan kaçınır. (A’la Suresi, 10-11)
Ve Yüce Allah, üzüntüyü tüm Müslümanlara yasaklamıştır:
Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. (Âl-i İmrân Suresi. 139)
İşte bağnazlar, Allah’ın bu ayetlerini mevzu hadisleri bahane ederek kendilerince hükümsüz kılmaya çalışırlar. Müslümanlara, Allah’ın inkarcılara yakıştırdığı hüznü uygun görürler. Ruhun, bedenin en büyük ihtiyacı olan neşeyi-sevinci yok etmek isterler. Oysa bu Allah’ın istediği bir şey değildir. Allah cenneti bir sevinç yurdu olarak yaratmıştır.
Cennetteki Sevinç ve Hüznün Gerçek Anlamı
Allah, beğendiği ve sevdiği hayat şeklini sonsuz yurdumuz olan cennette yaratmıştır. Dolayısıyla cennette Rabbimiz’in övdüğü ve beğendiği hayat bizim için ideal hayattır. Allah, cennetteki insanların “sevinç içinde” olduklarını bildirir:
Böylece iman edip salih amellerde bulunanlar; artık onlar ‘bir cennet bahçesinde’ ‘sevinç içinde ağırlanırlar’. (Rum Suresi, 15)
Bağnazlar, sahte hadislerle cennette “sevinç içinde” olan Müslümanları dünyada bu cennet sevincini yaşamaktan mahrum etmek isterler. Hüznün gerçek anlamının farkında dahi değildirler. Bir olay karşısında hüzünlenmek, “keşke olmasaydı” demekle aynı şeydir. Bunun anlamı ise -kişi kabul etse de etmese de, bilerek de yapsa bilmeyerek de- kadere isyandır. Bağnazlar hüzünlenmeyi helal hale getirerek Allah’ın hükmüne ve Allah’ın yarattığı kadere karşı geldiklerini bilmelidirler.
Allah’ın bir insana vereceği en büyük nimetlerden biri imandır. İman sahibi bir insan, dünyanın bütün nimetlerinden uzak olsa, en büyük zorluklarla imtihan olsa, oluşan tüm şartlar aleyhinde görünse bile, imanın kalbinde oluşturduğu huzur ve mutluluk herşeyin üzerindedir. Allah Kendisi’ne yönelenin kalbine huzur ve dinginlik, ruhuna mutluluk verir. Allah’a yönelmeyen bir insanın -kendisi aksini iddia etse dahi- gerçek anlamda mutlu olması imkansızdır. Allah imtihanın bir gereği olarak böyle bir insana da dünya nimetlerinden verebilir; bu kişi bakıldığında birçok nimet ve güzellik içinde olabilir. Geçici heves ve mutluluklar yaşayabilir. Ancak ruhuna sürekli özlemini çektiği daimi mutluluğu yani iç huzurunu yaşatamaz. Allah Kuran’ın Rad Suresi’nin 28. ayetinde “Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.” buyurmaktadır. Kalbin tatmin bulması, yalnızca Allah’la bağlantıyla mümkündür.
Dolayısıyla gerçekten Allah’a iman eden bir insan gerçekten mutludur. Zaten mutlu olmak, insanın fıtratına en uygun olan, insanı sağlıklı kılan, daima diri tutan gizli bir sırdır. Hücreler mutlulukla sağlıklı kalır. Bu olumlu etkinin sebebi de, fıtrata uygun şeylerin daima Allah’ın insanlara öğütlediği güzel şeyler olmasıdır. Allah, gülmeyi, neşeyi ve mutluluğu zaten bir güzellik olduğu için yaratmıştır. Hüznün ise, psikolojik ve fiziki anlamda insanı ölüme kadar sürükleyecek ciddi tahrip edici etkileri vardır.