Gaflet hali, kişinin, Allah’ın ve ahiretin varlığından habersiz olması ya da haberi olduğu halde bu bilginin gerektirdiği bilinç ve sorumluluğu, davranış şeklini göstermeyerek, kayıtsız ve umursuz bir tutum içinde bulunmasıdır. Gaflet hali kimi zaman iman eden bir kimse için kısa süreli, geçici bir unutkanlık ya da dalgınlık şeklinde olabildiği gibi kimi zaman da Allah’a iman etmeyen ya da O’na ortak koşanlarda olduğu gibi tüm yaşamlarını ve yaşamlarının her ayrıntısını kaplayacak derecede derin olabilir.
Dünya üzerinde pek çok insan, yaratılış amacını düşünmeden, nefsinin arzularıyla oyalanıp boş ve yararsız işlerle uğraşarak şuursuzca yaşamını sürdürür. “Gününü gün etme” mantığıyla, sadece dünyadaki nimetlerin en iyisine ve en fazlasına sahip olmayı hedefler. Onun için önemli olan, “dünyaya bir daha mı geleceğiz” düşüncesiyle bu zamanı en iyi şekilde değerlendirmektir. Bu yüzden de yaşadığı zaman dilimine sadece, kendince en fazla zevki ve eğlenceyi sığdırmaya çalışır. Öleceğini bilir, ancak öldükten sonra kendisini bekleyen ebedi azaptan habersizdir ya da Allah’ın üstün gücünü kavrayamadığı için bu azabın şiddetini düşünmez. Oysa bu azabın şiddeti Kuran’ın pek çok ayetinde tarif edilmektedir. (Detaylı bilgi için bakınız, Harun Yahya, Ölüm-Kıyamet-Cehennem) Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
… O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah’ın olduğunu ve Allah’ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)
Artık o gün hiç kimse (Allah’ın) vereceği azab gibi azablandıramaz. Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz. (Fecr Suresi, 25-26)
İçine atıldıkları zaman, kaynayıp-feveran ederken onun korkunç homurtusunu işitirler. Öfkesinin-şiddetinden neredeyse patlayıp parçalanacak. Her bir grup içine atıldığında, bekçileri onlara sorar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” (Mülk Suresi, 7-8)
… Çılgın ateş olarak cehennem yeter. Ayetlerimize karşı inkara sapanları şüphesiz ateşe sokacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tadmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Gerçekten, Allah, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 55-56)
Gaflet içindeki insanların çoğu Allah’ın varlığını bilir, ancak O’na kesin bir bilgiyle iman etmez, teslim olmazlar. Bu nedenle de hayatlarındaki her zorlu ve sıkıntılı olayda, tevekkülsüzlüklerinden dolayı derin bir acı ve üzüntü duyarlar. En küçük sıkıntıların bile, hayatlarını alt üst etmeye yettiği bu kimseler toplumda karamsar, mutsuz ve bunalım içindeki insan tiplerini oluştururlar.
Oldukça boş ve yararsız işlerle geçirdikleri uzun zamanları “yoğunluk”, “meşguliyet” olarak nitelendirirler. Bu “boş yoğunlukları” nedeniyle de kendilerini önemli ve yeterli hissederler. Oysa bu yoğunluk, gaflet içindeki insanın şuursuzluğunu körükleyen boş bir oyalanmadan başka bir şey değildir. İnkar edenlerin boş oyalanmaları ayetlerde şöyle tarif edilmektedir:
O inkâr edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler. Onları bırak; yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İlerde bileceklerdir. (Hicr Suresi, 2-3)
Gaflet, Allah’ı ve ahiret gününü unutmuş insanları çepeçevre sarmış sinsi bir hastalık gibidir. Bu, insanın zihnini uyuşturan, aklını örten bir hastalıktır. Bu uyuşukluk ve şuursuzluk içinde insan kendisini kuşatan ve bekleyen gerçeklerin farkına varamaz. Bu nedenle gaflet halindeki insanlar görebilme, duyabilme gibi duyulara sahip olmalarına rağmen, gördüklerini ve duyduklarını değerlendirme, muhakeme etme yeteneğini kaybetmişlerdir. Çünkü kendilerini saran gaflet akıllarını örtmüştür. Gaflet içindeki insanlar tüm zamanlarını nefislerinin sınırsız isteklerini tatmin etmek için sarf ederler, başka bir şey düşünmezler. İstek ve tutkularını, tüm benliklerini adadıkları sahte birer ilah edinmişlerdir. Onların durumu Kuran’da şöyle bildirilir:
Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar. (Furkan Suresi, 43-44)
Gafletin önemli özelliklerinden biri de kişinin gerçeklerden uzaklaşıp hayal dünyasında yaşamasıdır. Örneğin gençler, sürekli gelecekle ilgili hayaller kurarlar ve zihinlerini yalnızca bununla meşgul ederler. Kurulan hayaller sonucunda da sanki bu hayaller gerçekmiş gibi mutluluk duyarlar. İleriki yaşlarda ise insanlar daha sınırlı hayaller kurarak, daha çok hatıralarıyla zaman geçirir ve bunlarla yaşarlar. Çok kısa bir zaman içinde yakınlarına anlatacak pek çok anı bulabilir ve bunları dile getirirken o anki heyecan veya hüznü adeta yeniden duyarlar.
Görüldüğü gibi gaflet içindeki insanların zihinleri, hayaller ve hatıralarla yoğun bir şekilde meşguldür. Ama asıl düşünülmesi gereken ahiret günü, cennet ve cehennem gibi gerçekleri göz ardı ederler. Bu insanlar ne fikirlerinde ne de kalplerinde Allah ile bağlantı halinde değildirler. Gafil insan, gerçekleri, hayaller ve hatıralar arasında yalnızca istenmeyen, puslu ve karanlık bir kare olarak algılar ve gerçekler bir an aklına geldiğinde bunları düşünmekten vazgeçip hemen kendince toz pembe düşlerine geri döner.
Gaflet, gözleri bozuk olan bir insanın, nesneleri ve insanları yalnızca puslu ya da karmaşık şekillerden ibaret görmesi gibidir. Bu durumdaki insan, gördükleri hakkında detaylı bir bilgiye sahip olamaz. Ancak gözlük taktığında, görüntü netleşir ve herşeyi en ince ayrıntısına kadar görebilir. Artık görüntüdeki netlik sayesinde, gözlükler olmadığında ne kadar az gördüğünün, hatta göremediğinin tam olarak farkına varacaktır.
Gaflet içindeki bir insan için de benzer -ancak çok daha ciddi ve önemli- bir algı eksikliği söz konusudur. Gaflet içindeyken insanın Allah’ın varlığını, üstün izzet ve şerefini gereği gibi takdir edebilmesi mümkün değildir. Ancak samimi bir şekilde kalben Allah’a yöneldiği, dua ettiği, tefekkür ettiği ve Allah’ın sınırlarına riayet ettiği zaman içinde bulunduğu gafletin boyutlarının farkına varacaktır. Bunun sonucunda ise, gafletin neden olduğu kavrama bozukluğu Allah’ın izniyle kalkacak, gerçekleri açık ve net bir biçimde görüp kavrayacaktır.
“Akıllı İnsan Allah’ın Varlığının Delillerini Görür”
ADNAN OKTAR: “İnsanın öncelikleri vardır. Bir kere biz baktığımızda Allah’ın beynimizin içinde bir dünya yarattığını görüyoruz. Işıklı, güzel seslerden oluşan, üç boyutlu, muhteşem bir dünya yaratıyor. Şimdi biz böyle bir durumda doğrudan Allah ile bağlantı konumunda oluruz. Yani biz bu görüntüye televizyon ekranı gibi böyle gidip yapışıp bu görüntünün eğlencesine giremeyiz. Yani zaten dünyada da öyle ahım şahım eğlencelik bir durum da yok. Velev olsa bile yani bu kadar önemli bir olay varken, bunu yaratan güç varken, Allah’ın varlığı varken sanki hiçbir şey yokmuş gibi haşa böyle bir olay, böyle olay demeyeyim de -Allah affetsin- yani böyle bir durum yokmuş gibi bundan bihaber bu ekrana yapışıp gafilane hareketler yapmak çok çok akılsız insanların işi olabilir, yani aklı çok zayıf olması lazım bir insanın. O yüzden en makul ve en akılcı hareketi yapıyoruz. Yani biz bir kere bu ekrana şaşırıyoruz. Bak Said Nursi ne diyor; “sinemaya gitmiş, dünyada böyledir” diyor, aynı sinema gibi diyor, bu gördüğümüz film gibidir diyor. “İşte dünya da aynen sinema perdesine benzeyen bir yerdir.” Bitti, çok şahane bir izah. Bakın şu an önümüzde bir perde var. Biz de perdenin üstüne yapışığız adeta ve bunu seyrediyoruz. Böyle harika bir yapı varken, işte adam çeki ödemedi diye ona küfrediyor, hakaret ediyor. Yahut bir arkadaşıyla rekabet etmeye kalkıyor, ama şu görüntüden oluşan dünyanın içerisinde. Televizyon ekranının üzerinde yaşayan bir insanı düşünün, yani televizyon ekranının üstünü böyle kaplamış bir varlık düşünün ve bütün dünyasının oradaki görüntülerle boğuşmak olduğunu düşünün; bu çok anormal bir hareket olur. Onun için biz bütün dikkatimizle, vicdanen, Allah ile bağlantıda olmak durumundayız. Yani Allah’ı çok sevmek, çok saygı göstermek, Allah’ı her şeyden önemli görmek, her şeyi O’nun tecellisi olarak görmek ve O’na bağlantılı yaşamak durumundayız. Makul olan, doğru olan budur yani vicdana uygun olan budur. Aksi, çılgınca bir hareket olur ve delice bir hareket olur yani dengesiz bir hareket olur. Biz şu an normal olanı yapıyoruz aslında. Çünkü bir varlık düşünün böyle olağanüstü yaratılmış, Allah ile bağlantısı olmuyor. Peki bu normal bir şey mi? Onun için “…heva ve hevesinin tanrı edineni gördün mü?” (Furkan Suresi, 43) diyor Allah, şeytandan Allah’a sığınırım, ayet var. Yani sadece çıkarlarını tanrı edinmiş, ufak çıkarlarını. Ondan da bir şey çıkmaz ayrıca dünya çıkarlarından. Ne olur yani? İki tabak yemek yiyorlar, o zaman ya kolesterolü çıkıyor, ya tansiyonu çıkıyor, rahatsızlanıyor ya şekeri çıkıyor, bir şeyler oluyor, değil mi? Onun eziyeti daha da fazla oluyor onun için. Veyahut iş yerini daha genişletmek istiyor. Daha büyük bir iş yeri, daha da sinirlerini bozuyor o onun, daha da stres içinde yaşamasına sebep oluyor. Say say bitmez. Mesela siyasete giriyor müthiş bir gerilim içerisine düşüyor. Başka olaylara giriyor yine gerilim içine düşüyor. Allah, şeytandan Allah’a sığınırım, bu konuyu şöyle açıklıyor Cenab-ı Allah; “insan zayıf yaratıldı”diyor Allah. Yani sırf insana mahsus olarak zayıf yaratılmıştır. Hamam böcekleri bile çok kuvvetlidir, bünye olarak çok güçlüdür. Tabii akrep falan, atom bombasından bile etkilenmiyor akrep, değil mi? Ama insan çok çok zayıftır. Bak mesela bir grip salgını oluyor, herkes telaşta, yani büyük bir bölümü insanların telaşta çünkü bir virüs rahatça insanı öldürebiliyor ve hiçbir şekilde de kurtuluş yok. Nereden geldiği de belli olmaz virüsün ve mesela en güçlü dediğimiz bünye bile bazen dayanamıyor; küt diye aşağı gidiyor Allah vermesin. Evet, onun için bu kısacık hayatta, ki 10 seneler bir yıl gibi geçiyor, her on sene. Yıllar zaten ay gibi geçiyor görüyorsunuz. Bir yaz oluyor, bir kış oluyor; bir yaz oluyor, bir kış oluyor. Şimdi bakın kış diyoruz. Bir süre sonra, çok kısa bir süre sonra bir bakıyorum ağaçlarda hemen tomurcuklar belirmeye başlıyor. Bir bakıyoruz sıcaklar arttı ne yapsak acaba; vantilatör açsak falan diyoruz, klima çalışsın. Çok kısa süre sonra da aman diyoruz ısıtıcıları açın, ev ısınsın demeye başlıyoruz ve bu nefes kesecek bir süratle devam ediyor. Akıllı insan, Allah’ın varlığının derinliğini görür ve dünyada hırs yapacak bir şey yok. Bir de ne kadar güzel, Allah’ımız diyor ki: “Benim rızamı arayın, Beni sevin, Beni anlayın, sanatımı görün” -ki görünmeyecek gibi değil, yani en kafası çalışmayanın bile göreceği gibi- “Ben de size sonsuz hayatınızda” -ki sonsuz hayat vereceğim size diyor- “ve çok hoşunuza gidecek bir hayat yaşatacağım” diyor. Bir de diyor ki Cenab-ı Allah: “bakın” diyor, “daha önce yaptıklarıma bakın.” Televizyonlar yaratıyor, buzdolapları yaratıyor, arabalar, evler yaratıyor, yiyecek yaratıyor, göz, kulak, burun hepsini yaratıyor. “Ben bunları yaptım mı” diyor Cenab-ı Allah. “Ben bunu bir daha yapmaya muktedir miyim, değil miyim?” diyor. Yani bir kere yapan, bir daha yapabilir mi yapamaz mı diyor Allah. “Bir düşünün” diyor, ama çok da fazla delil vermez artık Allah. O zaman imtihan olmaz. “Bakın alametlerime” diyor, “Beni anlayın ve Bana kul olun” diyor. Kul olmazsa kişi, yani zaten onun kaderinde oluyor, “sonsuza kadar azap çekersiniz” diyor Allah ama “kul olursanız da sonsuza kadar mutlu olursunuz” diyor. Harikalık o kadar açık ki yani insanların bayağı bir bölümü sarhoş gibiler. Bu nasıl anlaşılmaz? (Adnan Oktar’ın Adıyaman Asu TV röportajından, 30 Kasım 2009)