İmanın çeşitli dereceleri vardır. Allah ayetlerinde güçlü bir imana sahip olan Müslümanların vasıflarına dikkat çekmiş, onların ihlasla ahirete yönelmiş, mütevekkil yapılarını, zorluklar karşısındaki sabırlı tutumlarını, insanlara karşı hoşgörülü, affedici, bağışlayıcı olmalarını ve daha pek çok yönlerini övmüştür. Ne var ki Allah’tan çok korkan, O’nu çok seven, hayatlarının her anını O’nun için yaşayan ve O’nun emrettiği güzel ahlakın gereklerini eksiksiz olarak yerine getiren bu takva Müslümanların yanı sıra, vicdanlarını gereği gibi kullanmayan, dinsizliğe karşı Allah yolunda fikri mücadele vermekten hiçbir özrü olmadığı halde geri kalan ya da örneğin öfkelenme, olaylar karşısında hüzne ya da paniğe kapılma gibi Allah’ın insanları men ettiği kötü ahlak özelliklerini zaman zaman üzerinde barındırabilen, ama tüm bunlara rağmen iman ettiklerini söyleyen insanlar da vardır. Bu durum, Kuran’da işaret edilen iman derecelerine örnek teşkil ederler.
Elbette ki Allah iman eden herkese cennetini vaad etmiştir. Örneğin bir ayette Allah, hiçbir özürleri olmadığı halde Kendi yolunda fikri mücadeleye katılmayan bazı kişilere de cenneti vaad ettiğini şöyle belirtmektedir:
Mü’minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cehd edenleri (çaba gösterenleri) oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) va’detmiştir; ancak Allah, cehd edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır. (Nisa Suresi, 95)
Ayette de bildirildiği gibi, Allah, bütün müminlere cenneti vaad ettiğini, ancak Kendi yolunda mallarını ve canlarını ortaya koyarak dinsizliğe karşı fikri mücadele verenlerin daha üstün bir ecre sahip olacaklarını belirtmiştir. Bu da, bir Müslüman için, Allah rızasının en çoğunun, Allah yolunda fikri mücadele söz konusu olduğunda bu mücadeleye vargücüyle destek olmak, bu ilmi mücadelenin içinde yer almak olduğunu göstermektedir. Böyle bir mücadele varken, haklı bir sebebi olmadan daha az mücadele etmenin veya geri durmanın ise Allah Katında değerinin daha az olduğu görülmektedir.
Gerçek iman, Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmayı, O’nun emir ve tavsiyelerine kesin bir şekilde riayet etmeyi, Allah’ın emirlerini yerine getirirken şeytanın sinsi tuzaklarına ve nefsinin bencil oyunlarına hiçbir şekilde boyun eğmemeyi, Allah’ın dinini yaşama konusunda hayat boyu devam eden sağlam bir kararlılık göstermeyi de beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla şeytanın aldatıcı oyunlarına karşı Allah yolunda gereken kararlılığı gösteremeyen, zayıf davranabilen, Allah’ın emir ve tavsiyelerine uyma konusunda zaman zaman taviz verebilen insanların bu durumlarını bir an önce düzeltmeye çalışmaları, imanlarını hiç zaman geçirmeden takviye etmeleri, Allah korkularını ve Allah sevgilerini arttırmaları, Allah’a teslim olarak ve ahirete yönelerek sadece Allah rızası için yaşamaya başlamaları Allah’ın rızasına en uygun, en doğru davranış olacaktır.
Zayıf imanı güçlendirmek için ne yapmak gerekir?
Elbette zayıf bir imana sahip bir kişinin imanını arttırmak için birtakım sebeplere sarılması; örneğin imanının artmasına vesile olacak iman hakikatlerini öğrenmesi, imani konularda derinlik elde etmek umuduyla bu konuda çok okuması, Kuran’a dört elle sarılması gereklidir.
Ne var ki şu önemli hususu da unutmamak gerekir: Aslında gerçek imana sahip olmak için kişinin öncelikli olarak yapması gereken, bütün samimiyetiyle Allah’a yönelmektir. Kişi Allah’ın kendisini duyduğunu, kendisini gördüğünü bilerek, O’na bütün kalbiyle yöneldiğinde ve O’ndan güçlü bir iman dilediğinde, Allah’ın mutlaka duasına icabet ettiğini görecektir. Allah bütün duaları işiten, bütün kullarını tövbe etmeye ve Kendisi’ne yönelmeye çağırandır. Allah’ın varlığı son derece açık, kesin ve nettir. Gökyüzündeki dev galaksilerden insan vücudundaki küçücük bir organele kadar evrenin dört bir yanını saran Yaratılış mucizeleri Allah’ın varlığının delillerini tüm açıklığıyla gözler önüne sermektedir. Bu mucizelerden sadece birine dahi şahit olmak Allah’a kesin bir imanla iman etmek için yeterlidir. Öte yandan Allah insana, kendi nefsinde de deliller yaratmıştır. Öyle ki, aslında her insan vicdanının derinliklerinde Allah’ın varlığından son derece emindir. Önemli olan vicdanın üzerini dünyevi hırslara kapılıp örtmemek, vicdanı temiz tutmak ve vicdanın emrettiği doğrultuda yaşamaktır.
İman eden insanın hayatının her anı güzel geçer
Gerçek şu ki, kesin ve güçlü bir imanla iman eden bir insan, hayatı iman etmeyen insanlardan çok farklı algılar ve yaşar. Her an mutlu ve neşeli olmaları, hiçbir şeyden dolayı üzülüp kederlenmemeleri, hiçbir şekilde ümitsizliğe kapılmamaları, hiçbir sebeple morallerinin bozulmaması, olumsuz gibi görünen şeyler başlarına geldiğinde dahi son derece rahat ve huzurlu olmaları iman edenler ve iman etmeyenlerin arasındaki farklılığı vurgulayan en net örneklerdendir.
Bazı insanlar, Allah’ın emir ve tavsiyeleri doğrultusunda yaşadıklarında kendi akıllarınca mutsuz olacaklarını sanarak dinden uzak dururlar. Oysa asıl, din ahlakından uzak durarak mutsuz olurlar. Mutsuzluklarının sebeplerini de bir türlü anlayamaz, suni yöntemlerle buna önlem almaya çalışırlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar gerçek anlamda mutlu olamazlar. Gerçek mutluluk, ancak Allah’a yönelmekle yaşanır. Allah bir ayetinde bu durumu şöyle ifade etmektedir:
… Onlar dünya hayatına sevindiler. Oysa ki dünya hayatı, ahirette (ki sınırsız mutluluk yanında geçici) bir meta’dan başkası değildir. (Rad Suresi, 26)
İman eden insanlar ise her an mutlu ve neşelidirler. Mutlu olmak, neşelenmek için özel bir sebep aramaya gerek duymazlar; onlar zaten iman ediyor olmanın, Allah’ın varlığının delillerini baktıkları her yerde görüyor olmanın ve Allah’ın cennet vaadini sevinçle umuyor olmanın daimi neşesi içindedirler. İman etmeyen insanlar da iman edenlerin her an mutlu, neşeli, tevekküllü tavırlarına çok şaşırır, bunun ardındaki sebebi bir türlü kavrayamazlar. Özellikle de Müslümanların, başlarına gelen her zorluğa hayır gözüyle bakmalarını hayretle karşılarlar. Kendilerinin çok çabuk mutsuzluğa, üzüntüye kapılacakları bir olay karşısında Müslümanların üzülmemeleri, her zaman olgun, sabırlı, itidalli davranmaları, her ne olursa olsun olaylarda hep hayır, hikmet görmeleri, hayatları boyunca sık sık zorluklarla karşılaştıkları halde rahat ve huzurlu olmaları onları çok şaşırtır. Nitekim müminler başkalarının hiçbir şekilde kaldıramayacağı türde çok çeşitli zorluklarla karşılaşırlar. Örneğin kınanır, eleştirilir, alay, iftira gibi çeşitli şekilde psikolojik baskılara maruz kalırlar. Tarih boyunca inkar edenlerin çeşitli baskıları maruz kalan, dahası ölümle tehdit edilen peygamberler ve salih müminlerin durumu buna açık bir örnektir. Karşılaştıkları zorluklar peygambelerin Allah yolunda daha da şevkle mücadele etmelerine vesile olmuştur. Dolayısıyla karşılaşılan zorluklar peygamberleri izleyen müminlerin de neşelerini arttırır, onlar da imanın neşesini, çile ve zorluğun içinde daha da kuvvetli bir şekilde yaşarlar. Her şeyin Allah’tan olduğunu bilir, Allah’ın yarattığı kadere tam teslim olurlar. Bu iman, Allah’ın Kuran’da övdüğü, makbul olduğunu vurguladığı iman şeklidir. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler mücadeleye girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever. (Al-i İmran Suresi, 146)
Allah, Kendisine yakınlaşmak için ciddi çaba gösteren kişiye mutlaka icabet eder
İşte gerçek, takva bir Müslümanın hedefi, Allah’tan çok korkan, O’nu çok seven ve her an O’na bağlı yaşayan Müslümanlardan olmak, peygamberlerin yolunu izlemek ve imanı, olabilecek en yoğun derecede yaşamaktır. Nitekim bu kısa ve geçici dünya hayatında Müslümanın üzerine düşen en önemli sorumluluklardan biri, gücünün yettiği en fazla imana sahip olmak, erişebileceği en yüksek Allah korkusuna ve en fazla Allah sevgisine sahip olmaktır. Hiç kuşku yok, daha fazlasına gücü yetebilecekken, daha azıyla yetinmek, vicdanlı bir Müslümanın önemle kaçınması gereken bir davranıştır.
Gerçek şu ki, samimi bir şekilde Allah’a yönelen herkes, çok yüksek bir iman derecesine ulaşabilir. Bunun için kişinin Allah’ı en yakın dost ve veli edinmesi, O’ndan her an saygı dolu bir haşyetle korkması, O’nun dininden hiçbir şekilde taviz vermemesi gerekir. Ciddi bir çabayla Allah’a yakınlıkta sebat gösteren kişi, mutlaka Allah’ın dost edindiği kişilerden olacaktır. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)