Bir insanın verdiği sözü tutmaması çok sık rastlanan bir durumdur. Elbette ki, bazen koşullar değiştiğinde, insan çok istese ve vaadinde samimi olsa dahi, vaadlerini yerine getiremeyeceği bir durumla karşılaşabilir. Ancak, daha en başta söz verirken sözünü tutmayacağını bilerek, sadece o an o kişilerin gözüne girmek veya herhangi başka bir maksatla vaadde bulunmak ve onu yerine getirmemek, Kuran’da Allah’ın insanları uyardığı bir konudur:
Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah Katında bir gazab (konusu olması) bakımından büyüdü (büyük bir suç teşkil etti). (Saff Suresi, 2-3)
Ahidleştiğiniz zaman, Allah’ın ahdini yerine getirin, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın; çünkü Allah’ı üzerinize kefil kılmışsınızdır. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir. (Nahl Suresi, 91)
… Ahde vefa gösterin. Çünkü ahid bir sorumluluktur. (İsra Suresi, 34)
20. yüzyılın büyük İslam alimlerinden Mehmed Zahid Kotku, insanların yerine getirmeyeceklerini bile bile vaadlerde bulunmaları için şöyle der:
“Verdiği sözlerde ve vaatlerde durmamak da ve vaadini yerine getirmemek de yalancılıktır. Bol keseden vaat eder de sonra vaadini yapmazsa, buna da yalancılık damgası vurulur. Yaptığı vaadi, sözleşirken yapmamak üzere bir fikri varsa, yalancılık iki kat olur. Bir de var ki, vaadini yapmak ister de imkanı olmazsa, özür dilemek suretiyle belki mazur görülebilir. Onun için bu gibi vaatlerde bulunurken insanlar inşaAllah demeyi unutmamalıdırlar…” 6
Mehmed Zahid Kotku’nun da dikkat çektiği gibi, bir insanın yapmayacağını bile bile söz vermesi yalancılıktır. Her insan, hesap gününde her konuşmasından ve tavrından sorumlu olacaktır. İnsan kendi söylediklerini veya düşündüklerini unutabilir, ancak Allah unutmaz ve hepsini hesap gününde insanın önüne getirir. Bu gerçeği bilen Müslümanlar düşünerek, sözlerinin Kuran’a uygun olup olmadığını bilerek konuşurlar.
Ağızlarına her geleni söyleyip, öylesine konuşmazlar. Birine söz verdiklerinde gerçekten yapıp yapamayacaklarını hesaplarlar. Eğer yapamama ihtimalleri varsa, bunu karşılarındaki insana belirtirler, hangi koşullarda yapamayacaklarını açıklar ve o kişinin zor durumda kalmasını önlemek için tedbirler alırlar. Eğer yapabileceklerine kanaatleri varsa da, “inşaAllah” (Allah izin verirse) diyerek, Allah’ın dilemesi dışında sözlerini yerine getireceklerini vadederler ve çıkarlarının aksine de olsa, verdikleri sözleri tutarlar. Kuran’da Allah müminlerin bu özelliğini şöyle haber vermektedir:
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)
(Yine) Onlar, emanetlerine ve ahidlerine riayet edenlerdir. (Müminun Suresi, 8)
Nefsi Terbiye Etmenin Yolu Samimi ve Dürüst Olmaktır
SUNUCU: Çok mailler var, çok sorular var. ‘Nefis nasıl terbiye edilir?’ diye bir soru geldi.
ADNAN OKTAR: Nefsin terbiye edilmesi için Allah’ın gösterdiği tek bir ölçü vardır, samimiyet. Samimiyeti biz ortaya koyduğumuzda, nefis çok makul hale gelir. Çünkü çıkarlar mantıklı olmayı sağlar. Ama vicdanımız da akıllı olmayı sağlar. Samimi ve candan davranmayı sağlar. Biz aklımızla ve vicdanımızla hareket edeceğiz. Aklıyla vicdanıyla hareket eden adam hep doğru hareket etmiş olur. Mesela Allah esirgesin, rüşvet alacaksa, mantığı al der. Ama aklı ve vicdanı da alma der. Aklına ve vicdanına uyduğunda da maddi yönden belki zorluklara girecektir, sıkıntıya girecektir, ama doğru olanı yapmış olacaktır. Güzel ahlak öyle ucuz birşey değildir, zordur güzel ahlak. Pahalıya mal olur, güzel ahlaklı insan da onun için dünyada nadir olur. (Adnan Oktar’ın Ekin TV röportajı, 19 Ocak 2009)