Allah Kuran’da insanların nefislerinde iki ayrı özellik bulunduğunu bildirmektedir. Bunlardan biri kötülüklerden sakındıran ve iyiliği emreden “vicdan”, diğeri ise kötülüğü emreden “fücur”dur. “Fücur” kelimesi; “günaha ve isyana girişmek, fasık olmak, yalan söylemek, baş kaldırmak, haktan yüz çevirmek, nizamı bozmak, ahlaki çöküntü, takvanın zıddı” anlamlarına gelir. Yani fücur olarak isimlendirilen kavram, insan nefsinin olumsuz özelliklerinin tümünü kapsamaktadır. Allah Kuran’da, nefse fücuru, aynı zamanda ondan sakınmayı, yani vicdanı ilham ettiğini bildirmektedir:
Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’, Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 7-10)
Nefsin fücurunun Kuran’da dikkat çekilen önemli özelliklerinden ikisi “tutku” ve “hırs”tır. Ahireti düşünmeyip dünya hayatıyla yetinen bir kimse, sahip olduğu herşeye “hırs” ve “tutku”yla bağlanır. Sanki ölüm ve ahiret çok uzakmış gibi yaşamaya başlar. Nitekim Kuran ahlakından uzak bir yaşam süren toplumlarda, insanların hırslı olmaları övülen hatta aranılan bir özelliktir. Bir kimse hayata ne kadar çok bağlıysa ve dünyadan menfaat elde edebilmek için ne kadar çok çaba harcıyorsa, aynı çarpık anlayışa sahip insanlar tarafından o kadar takdir görür. Oysa bu düşünce yanlıştır. Elbette insan güzel bir hayat yaşamak için çaba harcamalı ve her zaman, her işinde elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmalıdır. Ama bu azim ve kararlılık ‘Allah’ın beğendiği hayatı’ yaşayabilmek için olmalıdır. Yoksa insanların, sahip oldukları herşeyi kendilerine verenin Rabbimiz olduğunu unutarak dünya hırsına kapılmaları ve Kuran ahlakından uzak yaşamaları bir hatadır.
Kuran’ın “Malı ‘bir yığma tutkusu ve hırsıyla’ seviyorsunuz.” (Fecr Suresi, 20) ayetiyle, inkar edenlerin dünya malına olan tutkulu sevgilerine dikkat çekilmiştir. Bir başka ayette ise “… Dünyanın metaı azdır, ahiret ise muttakiler için daha hayırlıdır…” (Nisa Suresi, 77)1sözleriyle Allah, insanların tutkuyla bağlandıkları nimetlerin hepsinin “dünya hayatının metaı” olduğunu hatırlatmıştır. “Meta” kelimesinin sözlük anlamı “az ve değersiz, sonunda yok olucu şey, eşya”dır. Dolayısıyla insanların hırsla tamah ettikleri dünya nimetleri ahirettekilerle kıyaslandığında değersiz ve sahtedir.
Sahte Dünyaya Aldananlar Sürekli Sıkıntılıdırlar
İnsanların yaşamları boyunca karşılaştıkları her olay, duydukları her söz, gördükleri her görüntü ancak Allah’ın izniyle yaratılır. Bu gerçeği bilmek ve bunun rahatlığını yaşamak, imanın getirdiği güzelliklerden biridir. Allah’ın kainattaki tüm varlıklar üzerindeki hakimiyetini, Rabbimiz’in kendisi için daima en doğru, en güzel ve en hayırlı olanı yaratacağını bilen kişiler tevekküllü ve teslimiyetli bir tavır içerisinde olurlar. Bundan dolayı her zaman rahat ve huzurludurlar. Allah’ın herşeyi belirli bir kader doğrultusunda hayır ve hikmet üzerine yarattığını bilir, her işlerinde bunun verdiği güvenle hareket ederler. İman edenlerin bu teslimiyetleri bir ayette şöyle bildirilmiştir:
De ki: “Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamız’dır. Ve müminler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler.” (Tevbe Suresi, 51)
Herşeyin Allah’ın kontrolünde olduğunu bilen mümin, başına ne gelirse gelsin; herhangi bir sıkıntı, zorluk ve darlık karşısında hiçbir şekilde ümitsizliğe düşmez. Her zaman olayların hayırlı yönlerini görmeye çalışır. İnsanın tüm hayatı boyunca yaşayacağı, düşüneceği, söyleyeceği herşey, daha henüz o doğmadan Allah Katında en küçük detayına kadar bellidir. İnsan kendisi için belirlenen bu olaylarla zamanı geldikçe karşılaşır ve onları yaşar. Kaderde herşeyin hayırla sonuçlanacak şekilde yaratıldığını bildiğinden her zaman tevekküllü olur; kendisini rahat ve güvenli hisseder. Allah Kuran’da şöyle bildirmiştir:
Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre pek kolaydır.
Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah’ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 22-23)
Bu gerçekleri kavrayamayanlar ise, yaşadıkları geçici dünyanın metaına aldanarak kendilerine zulmederler. Olayların Allah’tan bağımsız olarak gerçekleştiği yanılgısına kapıldıkları için bunlara müdahale edebilmenin yollarını ararlar. Olayların zahiren ters gidiyor gibi görünmesi, aleyhlerine gelişmesi, bu kimseler için içinden çıkılmaz bir üzüntü ve huzursuzluk kaynağıdır. Bu yanlış inançlarından dolayı sürekli stres içindedirler; en küçük bir olayda uykuları kaçar, sinirleri yıpranır, bedensel ve ruhsal olarak zarar görürler. İçlerindeki bu sıkıntılardan kurtulabilmek için çeşitli yöntemlere başvururlar; kimi zaman bir eğlenceye katılarak, kimi zaman da hiç düşünmeyerek rahatlamaya çalışırlar. Oysa bu yaptıklarının kalplerine gerçek huzur ve mutluluğu vermesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Çünkü Allah’ın bir ayette “Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.” (Ra’d Suresi, 28) sözleriyle bildirdiği gibi, insan ancak Allah’a yönelmekle, Rabbimiz’e teslim olup O’nun istediği ahlakı yaşamakla huzur bulabilir.
Allah, insanlara dünya hayatının huzursuzluklarından kurtulmanın ve gerçek mutluluğu yaşamanın yolunu gösterdiği halde, bile bile bundan yüz çevirenler yalnızca “kendi kendilerine zulmetmiş” olurlar. Allah bu insanların durumunu bir ayette şöyle bildirir:
Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar. (Yunus Suresi, 44)
Bununla beraber, rahatlamak, huzur bulmak, yaşadıkları stres ve sıkıntılarından kurtulup neşelenmek için yanlış fikirleri benimseyenler, bu dünyada arzu ettiklerini yaşayamadıkları gibi ahirette de telafisi olmayan bir hüsrana uğrarlar. Kuran’da bu kimselerin, Allah’ın yolunu bırakıp, medet umarak peşlerinden gittikleri şeylerin, ahirette onların “helak ve kayıplarını artırmaktan başka bir işe yaramayacağı” belirtilmiştir:
Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmettiler. Böylece Rabbinin emri geldiği zaman, Allah’ı bırakıp da taptıkları ilahları, onlara hiçbir şey sağlayamadı, ‘helak ve kayıplarını’ artırmaktan başka bir işe yaramadı. (Hud Suresi, 101)
Unutulmamalıdır ki, Allah Kuran’ın birçok ayetiyle, insanları bağışlayan ve tevbeleri kabul eden olduğunu bildirmiştir. Bir insan bu gerçeklerin farkına varana kadar hayatı boyunca birçok hata yapmış olabilir. Önemli olan yanlış yolda olduğunu kavraması, tevbe etmesi ve Rabbimiz’in bildirdiği güzel ahlakı yaşamaya çalışmasıdır. Kuran’da, Hz. Salih’in kavmine yaptığı bir konuşmada insanların Allah’ın rızasını kazanmak için yapmaları gerekenler şöyle bildirilmiştir:
Semud (halkına da) kardeşleri Salih’i (gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a ibadet edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve onda ömür geçirenler kıldı. Öyleyse O’ndan bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır, (duaları) kabul edendir.” (Hud Suresi, 61)
Rabbimiz, dua edenin duasına hemen cevap vereceğini ise bir Kuran ayetinde şöyle haber vermektedir:
Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşat (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)
Müminin Her Anı Hayır Ve Güzelliktir
SUNUCU: İnşaAllah. “Halk arasında ‘Sabır taşım çatladı, sabrım taştı’, gibi deyimler kullanılıyor. Bu tarz ifadeler kullanmak sakıncalı mıdır? Güngör Savaş, İzmir”
ADNAN OKTAR: Mümin tevekküllü olacak. Sabır taşı çatladı demek ben dinden imandan çıktım anlamına gelir. Olur mu öyle şey? Yani ben kaderin kontrolünde değilim, herşeyi ben yapıyorum anlamına gelir. Eğer kaderin içindeyse bir insan, kaderde olaylar mükemmel gidiyordur. Çok çok güzel gidiyordur ve onun için olan en hayırlı oluyordur. Yani mesela diyor ki “bu hayırsız” diyor. Sen nerden biliyorsun hayırsız olduğunu? Mutlaka hayırlıdır. Mesela başına bir iş geliyor, hayırlıdır. Mesela diyor ki “artık bıktım usandım, benim yapacak birşeyim kalmadı, çarem çözümüm kalmadı” diyor. Bu küfür ifadesidir. Müslüman bunu söylemez. Çünkü doğrusu hayırla geliyor, hayır devam ediyor, yine Allah’tan hayır umuyorum diyecek mümin. Hayır devam edecektir. Çünkü sonunda bu, Allah’ın rızasını istemiyor mu mümin? İstiyor. Kardeşim sen cennete gittikten sonra senin zoruna ne oluyor yani? Sen Allah’ın rızasını iste, sana ne. Sen Allah’ın rızasını kazandın mı zaten dünyalar senin. Sen onu yaratana tam bağlanıp: “Ya Rabbi sen şu ana kadar hayır yaptın, hep hayır yarattın, bundan sonra senden hayır umuyorum, sağımda da hayır ver, solumu hayır yap, her tarafımı hayra boğ” diyecek mümin. “Her yerim hayır olsun” diyecek. Boğ demeyelim de, yani “Her yerimizi hayırla doldur Ya Rabbi” diyecek. İnşaAllah. Mümin Allah’tan hep hayır bekleyecek. Hayrın dışında birşey olmaz müminde. Geçmişi de hayırdır, geleceği de hayırdır, yaşadığı an da hayırdır. Hayırsız birşey olmaz. Hayra karşı, hayırlı olana karşı isyan, küfür olur. Yani Müslümanın yapacağı birşey değil bu. (Sayın Adnan Oktar’ın Tempo TV röportajı, 17 Mart 2009)