“Çok kültürlülük”, “farklılık”, “kimlik” gibi günümüz dünyasında sıklıkla karşılaştığımız kavramlar pek çok alanda tartışma konusu. Herhangi bir kültüre, etnik unsura ya da inanç grubuna karşı “ötekilik” yaratan girişimleri eleştirenlerin sayısı eskiye oranla artmış durumda. Hangi ırktan, hangi dinden, dilden, kültür veya görüşten olursa olsunlar ve yelpazenin neresinde yer alırsa alsınlar dünyanın bir ucundan diğer ucuna tüm insanların özgür olmayı hak ettikleri gerçeği artık geniş kitleler tarafından savunuluyor.
Özgürlük modern dünyanın başlıca değerlerinden biri. Dış baskılara, engel ve müdahalelere tabi tutulmadan hareket edebilmek, dilediği görüşü benimsemek, kısıtlanmadan dilediğini savunmak, hayatı tercih ettiği şekilde yaşamak herkesin öncelikli talebi. İnsanlar ancak seçimlerine karışılmayan, baskıdan ve koyu disiplinden uzak bir ortamda rahat ve mutlu olabileceklerini ifade ediyorlar. Özgürlükleri ellerinden alındığı takdirde ise üzerlerinde bir korku, huzursuzluk, endişe ve güvensizlik başgösteriyor, neşelerini, şevklerini, heyecanlarını, üretme kabiliyetlerini kaybediyorlar ve bu da kaçınılmaz olarak hastalıklı bir yapının ortaya çıkmasına neden oluyor.
Özgürlükler insanlar için soludukları hava, içtikleri su kadar önemli. İnandığı değerlerden ve tercih ettiği yaşam biçiminden mahrum kalmak dünyanın neresinde olursa olsun her insana ölüm gibi geliyor.
Bir kısım insanların dinden uzak kalmalarının ardında da özgürlüklerini yitirme kaygısı var. Din, savundukları değerleri ve sahip oldukları tüm güzel şeyleri ellerinden alacak zannediyorlar. Bu nedenle de dine yönelecekleri vakti olabildiğince ertelemeye çalışıyorlar.
Dinin sosyal hayatla baştan sona zıt olduğu yanılgısı insanlar arasında oldukça yaygın. “Hayatımı istediğim gibi yaşayamayacağım”, “hobilerimden, zevklerimden uzak kalmam gerekecek”, “dilediğimi yapma imkanım ortadan kalkmış olacak”, “rahatım kaçacak” zannıyla dine yönelmeyi ertelenler arasındaki en geniş kesim de hiç şüphesiz ki gençler. Dine eğilim göstermeleri durumunda pek çok zevk ve alışkanlıklarından feragat etmek zorunda kalacaklarını düşünen gençlerin din ile ilgili izlenimleri dinin acı, çile, mutsuzluk, sıkıntı ve karamsarlık getiren bir yaşam şekli olduğu yönünde. Sosyal hayattan ellerini eteklerini çekmek zorunda kalacakları yaşlılık dönemine kadar dinden uzak kalmayı kendileri için daha uygun görüyorlar. Çünkü terazinin bir yanına zevkleri, neşeyi, sanatı, estetiği, müzik, dans ve eğlenceyi, yani güzel buldukları tüm dünya nimetlerini, diğer yanına ise dinin gereği olduğunu sandıkları şeyleri; gülmenin, eğlenmenin, müziğin, sporun, güzel giyinmenin meşru olmadığı, sanattan estetikten uzak, içe dönük, karanlık bir yaşam tarzını koyuyorlar. Elbette ki ruhları güzellikleri tercih ediyor ve güzellikleri terazinin “dünya” tarafına koydukları için hiç düşünmeksizin dinden yüz çeviriyorlar.
Oysa din dünya nimetlerinden feragat etmeyi zorunlu kılmıyor; dünyayı ve dünya nimetlerini terk etmeyi öngörmüyor. “Ya din ya dünya” gibi bir anlayışın dinde yeri yok. Dinin şartı, dünya nimetlerinden faydalanırken Allah’ın unutulmaması, nimetlerin ve tüm güzelliklerin tek sahibinin Allah olduğu gerçeğinin gözardı edilmemesi.
Günlük hayattan örnek vermek gerekirse; din güzel bir restoranda yemek yemeyi, güzel elbiseler giymeyi, müzik dinleyip eğlenmeyi yasaklamıyor. Gösterişli kıyafetler giymek, seyahat etmek, gezmek, eğlenmek, dans etmek, sporla, sanatla ilgilenmekle din arasında bir tercih yapmak zorunda değil insan. Dinin sınırları içerisinde bunların tamamını yapma hürriyetine sahip. Dilediği gibi bakımlı ve güzel olabilir, güzel kıyafetler giyebilir, güzel takılar takabilir, güzel parfümler kullanabilir, tüm hobilerini devam ettirebilir. Din bunlara yasak getirmediği gibi insanlara en güzel, en estetik, en hoş şekilde görünmelerini tavsiye ediyor.
Kısacası din nimetleri yasaklamıyor. Yasakladığı şey nimetlerin sahibi olan Allah’a karşı nankörlük, vefasızlık, sevgisizlik. Kişi dünya nimetlerinden alabildiğine yararlanırken o nimetlerin sahibinin Allah olduğunu, tüm güzelliklerin Allah tarafından kendisine bağışlandığını unutmayacak; tek yapması gereken bu.
Unutulmamalı ki dünya nimetlerini güzel yaratan ve o güzelliklere karşı insanların kalplerine muhabbet yerleştiren, Allah. Işıl ışıl, renkli bir şehir hayatı, süslü vitrinler, üzerinden reklam akan led ekranlı billboardlar, cafeler, restoranlar, arabalar, yatlar, güzel evler, güzel bahçeler, son moda kıyafetler… Allah bunları, bunlardan zevk almayı yasaklamıyor; zira onları yaratan O. Bunlar Allah’ın biz kullarına olan sevgisinin bir tecellisi. Karşılığında bizlere düşen, tüm bu güzelliklerin ve tüm evrenin yaratıcısı olan Rabbimize sevgimizi şükürle, ibadetle, duayla, güzel ahlakla göstermek.
Gerçek şu ki din ile dünya birbirlerinden farklı iki kavram değildir. Din ile hayat birlikte yaratılmıştır. Dahası din hayatın kendisi; hayatın her alanını, her anını, her detayını kapsar. Din ile dünyayı birbirlerinden ayırarak dini yaşamayı ileriki yaşlara ertelemenin hiçbir anlamı olmadığı gibi hiçbir geçerliliği de yoktur. Nitekim hayatı meydana getiren her şey dinin içinde mevcuttur; modernlik, estetik, güzellik, neşe, sevinç, toplumlar arası barış, kardeşlik ve dostluk gibi… Dolayısıyla dini yaşayan insan, hayatın gerekliliklerini de hakkıyla yerine getiren insandır.
Adnan Oktar’ın New Straits Times & The Gulf Today’de yayınlanan makalesi: