İnsanlar arasında yaşanan anlaşmazlık ve uyuşmazlıkların büyük bölümü, birbirlerine verdikleri sözlerde durmamalarından kaynaklanır. Bunun temel nedeni de yukarıda anlatıldığı gibi, bu kimselerin çıkarcı bir bakış açısına sahip olmalarıdır. İman etmeyen bir insan, içinde bulunduğu her durumdan kendine bir çıkar sağlamak istediği için, karşısındaki kişiyi de bu yönde kullanmaya ve gerçek niyetini olabildiğince saklamaya çalışır. Bu çıkarı elde etmenin en güzel yolunun ise, karşısındaki insanın ‘güvenini’ kazanmakla mümkün olduğunu zanneder. Karşısındakinin güvenini kazanarak, hem o kişinin kendisi hakkında olumlu düşünmesini sağlayacak, hem de bu şekilde ona fark ettirmeden amacına rahatlıkla ulaşabileceği bir ortam oluşturacaktır. İşte bu yanlış bakış açısına sahip olan insanlar, söz konusu ‘güven ortamını’ sağlamak ve böylece çıkarlarına ulaşabilmek için, çevrelerindekilere sürekli olarak yalan yere yemin eder ve tutmayacakları sözler verirler. Allah’ın Kuran’da, şeytanın Hz. Adem’i kandırmak için yemin ettiğini bildirmesi de, kötü niyetli kimselerin, güven kazanmak ve insanları aldatmak için bu yola başvurduklarını gösteren önemli bir örnektir. Allah bu olayı Kuran’da şöyle bildirmektedir:
Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.” Ve: “Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim” diye yemin de etti. (Araf Suresi, 20-21)
Şeytan, Hz. Adem’i söylediği bu yalanın doğruluğuna inandırabilmek, bu sayede onun güvenini kazanıp kandırabilmek için konuşmasının ardından yemin etmiştir. Allah Kuran’ın birçok ayetinde, bazı insanların kendilerine çeşitli çıkarlar sağlamak için, bu şekilde hareket ettiklerini bildirmektedir.
Allah Kuran’da ayrıca, ‘münafık’ olarak adlandırılan, kalplerinde hastalık bulunan kimselerin de, imanlarının zayıflığını gizleyebilmek ve müminleri, onlar gibi samimi kimseler olduklarına inandırabilmek için, yemin etme yöntemini kullandıklarına dikkat çekmiştir. Allah yolunda dosdoğru bir istikamet tutturmak, Kuran ahlakına en güzel şekilde uymak ve insanları hak dine davet ederken karşılaşılan zorluklara sabredebilmek ancak Allah’a güçlü bir iman ve sadakat duygusuyla mümkün olur. Bu nedenle samimi bir imandan yoksun olan münafık karakterli kimselerin, Allah’ın rızasını kazanabilmek için ciddi bir çaba göstermeleri ve peygamberlerin yolunu izleyebilmeleri mümkün değildir. Bunun bilincinde olan bu samimiyetsiz insanlar da, peygamberleri ve salih müminleri aldatabilmek için, ‘Allah’ adına yemin etme yoluna giderler. Ancak karşılaştıkları herhangi bir zorlukta da, ettikleri bu yeminleri ve Allah’a karşı verdikleri sözleri bozmaktan çekinmezler. Allah Kuran’da, iman edenlerle birlikte hareket edeceklerine dair söz verip yemin eden, ancak Peygamberimiz (sav) ile birlikte savaşmaları söz konusu olduğunda verdikleri bu sözden geri dönen insanların durumunu şöyle bildirmektedir:
Yeminlerinin olanca güçleriyle, Allah’a and içtiler; eğer sen onlara emredersen çıkacaklar diye. De ki: “And içmeyin, bu bilinen (örf üzere) bir itaattir. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nur Suresi, 53)
Eğer yakın bir yarar ve orta bir sefer olsaydı, onlar mutlaka seni izlerlerdi. Ama zorluk onlara uzak geldi. “Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle birlikte çıkardık.” diye sana Allah adına yemin edecekler. Kendi nefislerini helaka sürüklüyorlar. Allah onların gerçekten yalan söylediklerini biliyor. (Tevbe Suresi, 42)
Bu insanlar kötü niyetlerini örtebilmek ve Peygamberimiz (sav)’in güvenini kazanabilmek için Allah adına ‘yemin’ etmektedirler. Bu şekilde kendilerince sadakatsizliklerini ve kalplerindeki gerçek niyeti saklayabileceklerini ve çıkar sağlayabilecek ortamlar oluşturabileceklerini zannederler. Oysa göstermiş oldukları tavır, bu kimselerin gerçek niyetlerini çok açık bir şekilde ortaya koymakta ve deşifre olmalarını sağlamaktadır. Çünkü bir insanın Allah’a karşı duyduğu güçlü sadakat ve bağlılığın en açık delillerinden biri, gerektiğinde Allah’ın rızasını kazanabilmek için seve seve fedakarlık yapabilmesidir. Bu bağlılığı ve sadakati hissetmeyen kişiler ise, fedakarlıktan kaçınmak için asılsız bahaneler uydurmakta ve insanları bu bahanelerin doğru olduğuna inandırmak için de ‘Allah adına’ yemin etmektedirler.
Bu insanların yalan yere yemin etmelerinin bir nedeni de, iman edenlerin samimiyetlerini kullanarak onlardan çıkar sağlamak istemeleridir. Bu şekilde davranarak, fedakar, yardımsever ve merhametli bir ahlaka sahip olan müminlerin yaşadığı huzurlu hayatı kendilerinin de yaşayabileceklerini ve hiçbir çaba harcamadan onların sahip oldukları nimetleri elde edebileceklerini sanırlar. Allah’ın gerçek niyetlerini ortaya çıkardığı anda ise, dışlanacaklarından korkarak müminlerden ayrılmamak için yalan yemin ederler. Allah bu samimiyetsiz insanların karakterlerini, Kuran’ın Tevbe Suresi’nde bizlere şöyle tanıtmaktadır:
Kendilerinden hoşnut olmanız için size yemin ederler. Siz onlardan hoşnut olsanız bile şüphesiz Allah, fasıklar topluluğundan hoşnut olmaz. (Tevbe Suresi, 96)
Gerçekten sizden olduklarına dair Allah adına yemin ederler. Oysa onlar sizden değildirler. Ancak onlar ödleri kopan bir topluluktur. (Tevbe Suresi, 56)
Ancak bu insanların yemin etmelerinin tek nedeni, gerçek niyetlerini gizleyerek kendilerine çıkar sağlamak değildir. Bir diğer hedefleri de, iman edenleri Allah’ın yolundan alıkoyup saptırmaya çalışmaktır. Tıpkı şeytanın Hz. Adem’i ve eşini yemin ederek kandırmaya ve Allah’ın emrine uymalarını engellemeye çalışması gibi, bu insanlar da şeytanın mantığıyla hareket etmektedirler. Beraberlerindeki müminleri doğru yoldan saptırmak ya da en azından onlara zarar verebilmek için şeytanın izlediği ‘yemin etme’ yöntemini kullanırlar. Allah bir ayette, bu insanların yeminlerini ‘siper’ olarak kullandıklarını haber verir:
Onlar, yeminlerini bir siper edindiler, böylece Allah’ın yolundan alıkoydular. Artık onlar için alçaltıcı bir azap vardır. (Mücadele Suresi, 16)
Ancak Allah’ın ayette belirttiği gibi, kalplerinde hastalık bulunan bu kimselerin müminlere yönelik bu kötü niyetli girişimleri -Allah’ın izniyle- her seferinde boşa çıkmakta ve onlar için alçaltıcı bir azaba dönüşmektedir.
Yeminlerini bozarak ve sözlerinde durmayarak müminlerin arasında bozgunculuk ve fesat çıkarmaya çalışmaları, bu insanların içlerinde gizledikleri sadakatsizliğin açık bir göstergesidir. Bu ahlakı benimseyen kişiler verdikleri sözlerle, ettikleri büyük yeminlerle çevrelerindeki insanlarda oldukça sadık olduklarına dair bir izlenim bıraktıklarını zannetseler bile, sadakatlerini kanıtlamalarını gerektiren bir durumla karşılaştıklarında gerçek niyetlerini hemen ortaya koymaktadırlar. Allah bu insanların ahlaklarını Kuran’da şöyle bildirmektedir:
Yeminlerinin olanca güçleriyle, kendilerine bir uyarıcı-korkutucu gelecek olsa, ümmetlerinin herhangi birinden mutlaka daha doğru olacaklarına dair, Allah’a and içtiler. Ancak onlara uyarıcı-korkutucu geldiğinde (bu,) nefretlerinden başkasını artırmadı. (Fatır Suresi, 42)
Allah’ın Kuran’da dikkat çekmiş olduğu bu kimseler, çok kuvvetli bir yemin etmiş ve Allah’ın göndereceği elçiye uyacaklarına dair Allah’a and içmişlerdir. Ancak kendilerine bir elçi gönderildiğinde duydukları nefret, bu kimselerin verdikleri söze sadık kalmaktan çok uzak insanlar olduklarını açıkça ortaya koymuştur.
Bu kimseler, “Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere karşılık satanlar… İşte onlar; onlar için ahirette hiçbir pay yoktur, kıyamet gününde Allah onlarla konuşmaz, onları gözetmez ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir azap vardır” (Al-i İmran Suresi, 77) ayetiyle Allah’ın bildirdiği gibi, yeminlerini ‘az bir değer’ karşılığında satmışlardır. Bu nedenle Allah, ahiret günü onları rahmetinden ve merhametinden yoksun bırakacaktır. Allah, bu insanların kıyamet günü Allah’ın huzuruna çıktıklarında, Allah’ın azabından da, yine yemin ederek kurtulabileceklerini sandıklarını Kuran’da şöyle haber vermektedir:
Onların tümünü Allah’ın dirilteceği gün, sizlere yemin ettikleri gibi O’na da yemin edeceklerdir ve kendilerinin bir şey üzerine olduklarını sanacaklardır. Dikkat edin; gerçekten onlar, yalan söyleyenlerin ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 18)
Bu şekilde yaşamayı kendilerine prensip edinmiş olan bu kimseler, aynı tavrı kendi aralarında yaptıkları antlaşma ve sözleşmelerde de gösterirler. İnsanların birbirlerinin haklarını tanımamaları ve söz verdikleri şekilde hareket etmemeleri, genellikle gösterecekleri sadakatin çıkarlarına ters düşmesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle bu anlayışa sahip olan kimselerle yapılan antlaşmalar genellikle sadakatsizlikle sonuçlanır. Allah’ın, “Onların çoğunda ‘verdikleri söze bağlılık’ görmedik, ama onların çoğunu fasıklar (yoldan çıkanlar) olarak gördük.” (Araf Suresi, 102) ayetiyle bildirdiği gibi, bu kimselerin verdikleri sözlere hiçbir bağlılıkları olmadığı için, yaptıkları antlaşmaları ilk fırsatta bozmaya çalışırlar. Allah bu insanların durumunu Kuran’da şöyle tarif etmiştir:
Bunlar, içlerinden antlaşma yaptığın kimselerdir ki, sonra her defasında ahidlerini bozarlar. Onlar sakınmazlar. (Enfal Suresi, 56)
Ayrıca Allah münafık karakterli bu samimiyetsiz kişilerin, öncesinde Allah’ın rızasını kazanabilmek için fedakarlıktan kaçınmayacaklarına dair Allah’a söz verdiklerini, ancak bu sözlerini de tutmadıklarını bildirmiştir:
Oysa andolsun, daha önce ‘arkalarını dönüp kaçmayacaklarına’ dair Allah’a söz vermişlerdi; Allah’a verilen söz (ahid) ise, (ağır) bir sorumluluktur. (Ahzab Suresi, 15)
Bu ahlaka sahip olan insanlar hayatları boyunca sürekli olarak, Allah’a, elçilere ve çevrelerindeki diğer insanlara karşı ‘ihanet’ içinde yaşamaktadırlar. Şeytanın ikiyüzlü tavrı, bu yapıdaki insanların ahlakını ortaya koyan önemli örneklerden biridir. Şeytan insanlara sahte vaatlerde bulunmuş, ancak daha sonra bu vaatlerinin sadece birer yalandan ibaret olduğunu açıklamıştır. Allah Kuran’da şeytanın bu ikiyüzlü ahlakını bizlere şöyle bildirmektedir:
O zaman şeytan onlara amellerini çekici göstermiş ve onlara: “Bugün sizi insanlardan bozguna uğratacak kimse yoktur ve ben de sizin yardımcınızım” demişti. Ne zaman ki, iki topluluk birbirini görür oldu (karşılaştı) o, iki topuğu üstünde geri döndü ve: “Şüphesiz ben sizden uzağım. Çünkü ben sizin görmediğinizi görüyorum, ben Allah’tan da korkuyorum” dedi. Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır. (Enfal Suresi, 48)
Bu kötü ahlakı benimseyen insanların, Allah’a ve elçilere karşı samimi bir bağlılık duyabilmeleri ve kendilerine isabet eden zorluk ve sıkıntılara sabredebilmeleri mümkün olmaz. İçlerindeki art niyeti ve sadakatsizliği gizleyebilmek, iman edenlerle birarada olup, onların her türlü imkan ve olanaklarından faydalanabilmek için, her fırsatta yemin edip söz vermektedirler. Ancak içlerindeki samimiyetsizlik o denli büyüktür ki, her defasında ettikleri yeminlerini bozmalarına ve içlerinde gizledikleri düşmanlığı dışa vurmalarına sebep olur. Bu yüzden, ettikleri yeminlerle, verdikleri sözlerle, müminleri ne kadar kandırmaya çabalasalar da, Allah bu insanların çabasını sürekli boşa çıkarmakta ve onların gerçek niyetlerini samimi insanlara göstermektedir.
Bu kimselerin böylesine akılsızca ve bilinçsizce davranmalarının bir sebebi de, Allah’ın kalplerini kaskatı kılmış olmasıdır. Allah Kuran’da, verdikleri sözleri bozmaları nedeniyle bu ahlakı benimseyen kimseleri lanetlediğini bildirmiş ve iman edenleri bu kimselerin niyetleri konusunda uyarmıştır:
Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları yerden saptırırlar. (Sık sık) Kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever. (Maide Suresi, 13)
Allah’ın Kuran’da bildirdiği bu çarpık bakış açısına sahip olan insanların sadakatten ne kadar habersiz oldukları açıkça anlaşılmaktadır. Ettikleri yeminleri sürekli bozmaları, verdikleri sözleri tutmamaları, yaptıkları antlaşmalara uymamaları bu kimselerin sadakat anlayışlarındaki çarpıklığı açıkça gözler önüne sermektedir.