Eğer insan vicdanını şeytani düşüncelerle kirletmiyorsa, vicdanından gelen her uyarı ve tavsiyeye tereddütsüz uyuyorsa, Allah’tan korkup sakınarak nefsinin olumsuz telkinlerine karşı koyuyorsa, bu insan samimiyeti en güzel şekilde yaşayabilir.
Ancak bazen insan inancını ve ahlakını, samimiyetin en üst noktasında görüp bundan hoşnut olup bu konuda daha fazla çaba göstermeye gerek duymayabilir. Elbetteki her insan samimiyeti ölçüsünde, kendisinin Allah’ın hoşnut olacağı kullardan olabileceğini umabilir. Ancak Kuran ahlakında müminlere gösterilen yol, kişinin güzel ahlakın her bir detayında kendisine sınır koymamasını gerektirmektedir. Her zaman iyinin daha iyisi, güzelin daha güzeli, mükemmelin daha mükemmeli olabilir. Mümin, ümitvar olmasının yanında, Allah korkusu sebebiyle her zaman için Allah’ın rızasını ve ahiretini kazanmaktan yana korku içerisinde de olmalıdır. Belki yaşadığı samimiyet, olabilecek en makbul seviyededir. Ama belki de yeterli değildir. Ya da daha üst bir samimiyet ile Allah’ın rızasını, hoşnutluğunu daha da fazlasıyla kazanabilecektir. İnsan aklını ve vicdanını kullanarak, derin düşünerek, her zaman uyguladığı ve alıştığı tavırlardan ve düşüncelerden, çok daha güzelini, çok daha iyisini de bulabilecek yetenektedir. Ve Yüce Rabbimiz Kuran’da, “hayırlarda yarışılmasını” bildirmektedir (Bakara Suresi, 148). Bu nedenle mümin her zaman için daha mükemmelini, daha iyisini, daha güzelini arayan bir ahlak içerisinde olmalıdır.
Müslüman “nasıl olsa ben samimiyim” deyip, bu durumunu yeterli görmemelidir. Her zaman için samimiyetin daha üstü vardır. İnsan hep bunun sadece bir aşamasındadır. Nitekim geçmişine baktığında da, insan halihazırda yaşadığı samimiyeti, sürekli olarak bu gibi aşamalardan geçerek elde ettiğini görecektir. Çevresindeki insanların da önceki hallerine baktığında, zaman içerisinde sürekli olarak hep daha iyiye ulaştıklarını; her seferinde, bir önceki hallerinden daha samimi hale geldiklerini görecektir. Ancak belki kişinin hem kendisi hem de çevrelerindeki bu insanlar, o dönemlerde de kendilerine sorulduğunda “ben çok samimiyim” diyorlardı. Ama bir sonraki aşamada, aslında bir önceki hallerindeki samimiyetlerinin eksik olduğunu, samimiyetleri arttığında açıkça görmüş oldular.
İşte bu nedenle insanın sürekli olarak daha üst bir samimiyeti araması gerekir. İnsanın, mevcut haline sevinip bunu yeterli görmesi, bir anlamda gelişmesinin, derinleşmesinin, mükemmelleşmesinin önüne bir engel koyması demektir. Halbuki kişi kendisine bu sınırı koymadığında, belki de Allah’ın izniyle, tahmin bile edemeyeceği kadar mükemmel bir ahlaka ulaşabilir. Allah’ın rızasının en çoğunu kazanmayı hedefleyen bir müminin ise, böyle bir imkanı kendi eliyle engellememesi gerekir.
Bu konuda şunu da unutmamak gerekir ki, müminin Allah’a karşı alabildiğine samimi olması, şeytanın hiç istemeyeceği bir şeydir. Çünkü Yüce Rabbimiz Kuran’da, “samimi olan kullarının kurtulacağını” (Hicr Suresi, 40) bildirmiştir. Rabbimiz samimi kullarını sevendir. Bu nedenle şeytan, insanın samimiyetsizlikten kurtulmasını istemez. Dolayısıyla kişinin bu konuda şeytana karşı da mücadele etmesi gerekir. Ayrıca insanın, nefsinin samimiyete karşı direnme arzusu içerisinde olacağını da unutmaması gerekir. Müminin bu konuları da göz önünde bulundurarak tedbir alması; samimiyette derinleşmek için tüm gücüyle çaba harcaması gerekmektedir.