Geçmişe dönüp baktığında, pek çok insan yaşam süreci içerisinde çeşitli zorluk ve sıkıntılarla karşılaştığını hatırlayacaktır. Allah dünya hayatını, kimin daha güzel davranışlarda bulunacağını denemek için, zorluk ve kolaylıklarla birarada yaratmıştır. Bundan dolayı, insanın hayatı boyunca hiçbir engel veya sıkıntıyla karşılaşmaması söz konusu değildir. Ancak Allah’ın yaratışındaki bu hikmetlerden habersiz olan kimseler, kendilerince hayatın bu zorluklarını ‘yaşam kavgası ya da mücadelesi’ olarak adlandırırlar. Oysa tüm bunlar, Allah’ın insanların Kendisi’nden başka sığınılacak ve yardım dilenecek bir güç olmadığını görerek doğru yolu bulmaları için hikmetle yarattığı olaylardır.
İnsanların duyguları, düşünceleri, niyetleri ve bunlara bağlı olarak davranışları, karşılaştıkları bu birbirine tümüyle zıt olan iki durumda, yani zorluk ve kolaylık anlarında farklılıklar gösterir. İnsanların zorluk anlarında, kalplerinde sakladıklarını gizleyebilmeleri ise genellikle pek mümkün olmaz. Bir insanın kendisine isabet eden sıkıntılar karşısında gösterdiği sabır, bu kişinin Allah’a olan bağlılığını, samimiyetini ve içtenliğini ortaya koyar. Dolayısıyla bir insanın iç yüzünü en iyi ve en doğru şekilde ortaya çıkaran anlar, genellikle kişinin içine düştüğü zorluk ve sıkıntı zamanlarıdır. Bu açıdan, bir insanın amacına ulaşmaktaki istek ve çabasının ne kadar ciddi, kendi inancına olan sadakatinin ise ne denli güçlü olduğu, büyük ölçüde bu gibi olumsuz zamanlarda göstereceği tavırlardan anlaşılır.
Cahiliye toplumunda bu konuya verilebilecek en belirgin örneklerden biri ‘evliliktir’. Evlilik çok kutsal bir kurum olmasına rağmen, kimi insanlar tarafından bir çıkar elde etme aracı haline dönüştürülebilmektedir. Bu hatalı bakış açısına sahip olan insanlar için evlilikteki sadakat ve bağlılık belirli koşullara bağlıdır. Bu nedenle de bu kimseler arasında zaman içerisinde ortaya çıkan zorluklar ve problemler yavaş yavaş büyük tartışmalara ve huzursuzluklara dönüşebilmektedir. Belirli bir süre sonra da, artık tarafların birbirlerinden alabilecekleri bir şey kalmamakta ve ayrılık zorunlu hale gelmektedir.
Bu durum, cahiliye ahlakını yaşayan insanların çeşitli olaylar karşısında yaşayabildikleri bir psikolojidir. Kimi insanlar başlarına sabretmeleri gereken bir olay geldiğinde, kolay olanı tercih edip hemen bundan kaçmayı bir prensip haline getirmişlerdir. Allah’a içten bağlı kalan ve O’na güçlü bir sadakat duyan müminlerle inkar edenler arasındaki fark, işte bu durumlarda açıkça ortaya çıkmaktadır. İnkar edenler, Allah’a ve ahiret gününe iman etmedikleri için, karşılaştıkları zorluklarla mücadele edecek gücü ve sabrı kendilerinde bulamazlar. Yaşadıkları en ufak bir sorunda veya karşılarına çıkan bir engelde hemen geri çekilir, gerçekleştirmek istedikleri işten vazgeçerek, kolay olanı tercih ederler. Allah Kuran’da, Hz. Lokman’ın sabretme konusunda oğluna vermiş olduğu öğütü bizlere şöyle bildirmektedir:
Ey oğlum, namazı dosdoğru kıl, marufu emret, münkerden sakındır ve sana isabet eden (musibetler)e karşı sabret. Çünkü bunlar, azmedilmesi gereken işlerdendir. (Lokman Suresi, 17)
İnkar edenlerin böylesine güçsüz bir karaktere sahip olmalarının nedeni, gerçek anlamda bir sadakat duygusundan ve bunun kendilerine getireceği güç ve azimden yoksun olmalarıdır. İnkarcılar hayatları boyunca şirk içinde yaşar ve kendilerine Allah’tan başka pek çok sahte ilah edinirler. Hayatları boyunca sadece bunlara bağlanır ve bu bağlılığın gerektirdiği gibi bir yaşam sürerler. Ancak ilah edindikleri bu varlıklar, onlara zorluk anlarında sabredebilecek ve mücadele edebilecek gücü ve yardımı veremediğinden, sahte ilahlarına karşı duydukları bu batıl sadakat ve bağlılık duygusu da hemen yok olur. Bu nedenle, sıkıntı ve zorluk ortamları bu yapıdaki insanların gerçek kişiliklerini tanımak açısından çok büyük bir önem taşımaktadır.
İnsanların zor durumlar karşısındaki psikolojileri, kalplerinde hastalık bulunan münafık karakterli insanların Allah’a olan bağlılıklarının ve samimiyetlerinin sahteliğini de ortaya çıkarmaktadır. Bu kimseler, Allah’a karşı gerçek anlamda bir sadakat ve bağlılık hissi duymazlar ve Allah’ın rızası için herhangi bir zorluğa ya da sıkıntıya karşı sabır gösteremezler. Bu sebeple de, nefislerine zor gelecek ortamlardan kaçabilmek için sürekli olarak bahaneler öne sürerler. Allah Kuran’da, bu gibi zorluk ortamlarıyla karşılaştıklarında Peygamberimiz (sav)’den izin isteyerek kaçmaya çalışan kişilerin samimiyetsizliklerini haber vermiştir. Allah bu karakterdeki insanların sözlerini ve gerçek niyetlerini bir ayette şöyle bildirmiştir:
Eğer yakın bir yarar ve orta bir sefer olsaydı, onlar mutlaka seni izlerlerdi. Ama zorluk onlara uzak geldi. “Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle birlikte çıkardık.” diye sana Allah adına yemin edecekler. Kendi nefislerini helaka sürüklüyorlar. Allah onların gerçekten yalan söylediklerini biliyor. (Tevbe Suresi, 42)
Bu kimseler Allah’a kesin bir bilgiyle iman etmedikleri için, fedakarlıkta bulunmaları gerektiğinde Allah’a ve elçisine karşı sadakat ve bağlılık gösterememişlerdir. Allah’a ve O’nun Resulüne sadık kalmanın ve Allah’ın rızasına yönelik hareket etmenin, dünyada ve ahirette getireceği büyük kazancı ve kurtuluşu görememişlerdir. Dünya hayatının geçiciliğine aldanmış, Allah’ın rızası için sabretmekten kaçmışlardır. Allah Nisa Suresi’nde, imanı gereği gibi yaşamayan insanların zorluk ve sıkıntılara sabır gösteremedikleri için müminlerden uzak durmayı tercih ettiklerini bildirmiştir:
Şüphesiz içinizden ağır davrananlar vardır. Şayet, size bir musibet isabet edecek olsa: “Doğrusu Allah bana nimet verdi, çünkü onlarla birlikte olmadım” der. (Nisa Suresi, 72)
Allah bu ayet ile, söz konusu insanların, içinde bulundukları durumun önemini ve ciddiyetini hiçbir şekilde kavrayamadıklarını haber vermektedir. Kendilerine Allah’ın rızasını kazandıracak olan fedakarlıklardan kaçınmayı bir ‘nimet olarak’ görmeleri, bu insanların nasıl bir kavrayış eksikliği içerisinde olduklarını açıkça ortaya koymaktadır.
Bu tür insanların bir diğer samimiyetsiz tavırları da, menfaat elde ettikleri ve hoşlandıkları koşullar kendilerine sağlandığında, oldukça sadık ve uyumlu bir yapıya bürünmeleridir. İstediklerine kavuştuklarında rahat ve huzurlu bir hayat yaşadıkları için, böyle durumlarda Allah’a ve elçisine sadakat göstermekte tereddüte kapılmaz ve bundan bir sıkıntı duymazlar. Ancak hoşlarına gitmeyen veya çıkarlarıyla ters düşen bir şey yapmaları gerektiğinde, hemen içlerinde gizledikleri samimiyetsizliği dışa vururlar. Allah Kuran’da bu kimselerin tavırlarına şöyle dikkat çekmektedir:
Aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Resulüne çağrıldıkları zaman, onlardan bir grup yüz çevirir. Eğer hak lehlerinde ise, ona boyun eğerek gelirler. (Nur Suresi, 48-49)
İkiyüzlü bir karaktere sahip olan bu insanların ahlakı, salih müminlerin Allah’ın rızası için gösterdikleri sabır ve fedakarlıktan çok uzaktır. Bu kimselerin, -samimi bir kalple iman etmedikleri sürece- hayatlarının her anında sadece Allah’ın rızasını aramaları, Allah’ın emir ve yasaklarına kayıtsız şartsız uymaları ve peygamberlere inanıp-güvenmeleri söz konusu olmaz. Tüm bunlar ancak Allah’a sadakatle bağlanan gerçek iman sahiplerinin gösterebilecekleri tavırlardır. Samimiyetsiz kimseler ise, içlerinde sakladıkları sahte sadakatlerini sonsuza kadar gizleyemezler. Allah, bu ikiyüzlü insanları, sadık ve teslimiyetli olan müminlerden daima ayıracak ve müminlere onların gerçek yüzlerini görüp tanıyabilecekleri ortamları oluşturacaktır.