Yüce Allah yarattığı tüm peygamberlerin üstün ahlaklı salih birer mümin olduğunu elbette bilir; onları samimi bir derinlikle ve salih bir imanla yaratan O’dur. Rabbimiz’in seçkin, üstün ve onurlu kulları olmalarına rağmen yine de peygamberler, hayatları boyunca oldukça zorlu imtihanlarla denenmişlerdir. Zorluklar, insanların onların samimiyetlerine şahit olması ve onların üstün ahlaklarını örnek almaları, peygamberlerin Allah’a olan yakin ve candan sevgilerinin pekişmesi, ahirette güzelliklerinin kat kat artması için büyük bir vesiledir.

Kuran ayetleri ile haber verilen kıssalar vesilesiyle bu zorlu imtihan ortamı tarif edilmiştir. Hz. Musa (a.s.), peşindeki zorlu Firavun ordusuna rağmen denizin kıyısına geldiğinde, zahiren bir çıkış yolu gözükmüyordu. Allah’ın Yüce Kadrini takdir edemeyenler “gerçekten yakalandık” derken, ayette belirtildiği gibi Hz. Musa (a.s.) “Hayır” dedi. “Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir.” (Şuara Suresi, 62).

Hz. Yunus (a.s.) balığın karnında bulunduğu o zorlu süre boyunca Allah’a yönelmiş ve ayette bildirildiği üzere “…içi kahır dolu olarak (Rabbine) çağrıda bulunmuştu.” (Kalem Suresi, 48) Bu zorlu imtihan ortamında Allah’a kalpten yönelen Hz. Yunus (a.s.), Rabbimiz’in rahmeti ve şefkati ile balığın karnından kurtulmuş ve bir topluluğa peygamber olarak gönderilmişti. Hz. Yunus (a.s.)’ın bu zorlu imtihanı, Kuran’da şu şekilde anlatılır:
Şüphesiz Yunus da gönderilmiş (elçi)lerdendi.

Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı.

Böylece kur’aya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu.

Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı.

Eğer (Allah’ı çokça) tesbih edenlerden olmasaydı,

Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı.

Sonunda o hasta bir durumdayken çıplak bir yere (sahile) attık.

Ve üzerine, sık-geniş yaprakla (kabağa benzer) türden bir ağaç bitirdik.

Onu yüzbin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (peygamber olarak) gönderdik.

Sonunda ona iman ettiler, Biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık. (Saffat Suresi, 139-148)
Mubarek Peygamberimiz (sav) ise kendi topluluğu ile birlikte savaş sırasında putperestler tarafından iki taraftan sarıldığında, zahiren kaçacak hiçbir yol bulunmuyordu. Bu, yüreklerin hançereye dayandığı zorlu bir imtihan günüydü. Aynı zamanda bu, Allah’a yürekten iman eden, Allah’ın yardımına tüm kalbi ile güvenen, Allah’a dayanıp sarılan samimi müminlerin güçlü kaldıkları, Allah’ın yardımını umdukları çok özel bir sınanma vakti idi. Allah’ı gereği gibi takdir edemeyenler ve münafıklar ise, Allah’ın rahmetinden hemen umut kesmişler, kendilerince zanlarda bulunmaya başlamışlardı. Yüce Rabbimiz ayetinde bu zorlu ortamı şöyle tarif etmiştir:
Hani onlar, size hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi; gözler kaymış, yürekler hançereye gelip dayanmıştı ve siz Allah hakkında (birtakım) zanlarda bulunuyordunuz. İşte orada, iman edenler, sınanmış ve şiddetli bir sarsıntıyla sarsıntıya uğratılmışlardı.

Hani, münafık olanlar ve kalplerinde hastalık bulunanlar: “Allah ve Resulü, bize boş bir aldanıştan başka bir şey vadetmedi” diyorlardı. Onlardan bir grup da hani şöyle demişti: “Ey Yesrib (Medine) halkı, artık sizin için (burada) kalacak yer yok, şu halde dönün.” Onlardan bir topluluk da: “Gerçekten evlerimiz açıktır” diye Peygamberden izin istiyordu; oysa onlar(ın evleri) açık değildi. Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı. (Ahzab Suresi, 10-13)
İşte böylesine zorlu bir ortamda Peygamberimiz (sav) ve onun yanında bulunan salih müminler Allah’ın desteğinden ve yardımından emin, mütevekkil olarak bunun Yüce Rabbimiz’in vadettiği olduğunu görerek şükretmektedirler. Yüce Allah ayetinde şöyle bildirir:
Mü’minler (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya kapılmadan) dediler ki: “Bu, Allah’ın ve Resûlü’nün bize vadettiği şeydir; Allah ve Resûlü doğru söylemiştir.” Ve (bu,) yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı. (Ahzab Suresi, 22)

Rabbimiz’in, ayette bildirdiği gibi; “Savaşta Allah (yardımcı ve zafer nasib edici olarak) mü’minlere yetti. Allah çok güçlüdür, üstün ve galib olandır.” (Ahzab Suresi, 25)

Hz. Yusuf (a.s.)’ın hayatında da çok büyük imtihanlar ve zorluklar vardır. İftiraya uğraması, yıllar boyu zindanda unutulması elbette ki zorlu imtihanlardır. Fakat onun, Allah rızası için şevkle ve zevkle göğüs gerdiği en büyük imtihanlardan biri kuşkusuz ki küçük yaşta kardeşleri tarafından kuyuya atılması ve bu karanlık yerde kurtuluşu beklemesidir. Eğer onun kuyuda bulunduğu sırada kervan o bölgeden geçmese, bu topluluk kuyudan su almaya karar vermese, orada günler boyunca süren zorlu bir şehadet ile dünyadaki yaşamı son bulacaktır. Fakat kuşkusuz ki her şey Allah’ın dilemesiyledir. Hz. Yusuf (a.s.)’ı değerli, üstün ve mübarek bir peygamber olarak yaratan Allah, onun kurtuluşunu da en güzel şekilde kaderinde belirlemiştir.

Hz. Lut (a.s.), sapkın bir topluluğun zorlu baskılarına karşı mücadele verirken, Hz. Eyüb (a.s.) kendisini saran şiddetli hastalık ve fiziksel zorluklara sabrederken, Hz. Harun (a.s.) kendisini yalanlayan ve putperest olan kavmini ikna etmeye çalışırken, Hz. Yahya (a.s.) dönemin zorlu inkarcıları tarafından şehit edilirken ve Hz. İsa (a.s.) münafıkların tuzaklarına karşı mücadele ederken, bu mübarek peygamberler büyük bir imtihan ile karşı karşıya gelmişlerdir. Peygamberleri izleyen Müslümanlar da aynı zorluklarla karşılaşmış, Allah’ın Hz. Musa (a.s.)’a verdiği delilleri gördükten sonra iman eden kimseler, Firavun’un, ellerini ve ayaklarını çarprazlama keseceği ve ardından kendilerini öldüreceği gerçeğini bile bile iman etmişlerdir. Peygamberimiz (sav)’in sahabeleri, onları yurtlarından süren, akılalmaz işkencelere maruz bırakan ve hatta onları şehit etmeye yeltenen inkarcılar ile birebir mücadele etmişlerdir. Müminler, kafir bir topluluk tarafından ateş çukuruna atıldıklarında da işte bu zorlu imtihanla karşılaşmışlardır. Yüce Allah ayetlerinde ateş çukuruna atılan müminlerin durumunu şöyle bildirmektedir:
Kahrolsun Ashab-ı Uhdud

‘Tutuşturucu-yakıt dolu o ateş,’

Hani kendileri (ateş hendeğinin) çevresinde oturmuşlardı.

Ve mü’minlere yaptıklarını seyrediyorlardı.

Onlardan, yalnızca ‘üstün ve güçlü olan,’ öğülen Allah’a iman ettiklerinden dolayı intikam alıyorlardı.

Ki O (Allah), göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Allah, her şeyin üzerinde şahid olandır.

Gerçek şu ki, mü’min erkeklerle mü’min kadınlara işkence (fitne) uygulayanlar, sonra tevbe etmeyenler; işte onlar için, cehennem azabı vardır ve yakıcı azab onlaradır. (Büruc Suresi, 4-10)
Elbette ki Yüce Allah, peygamberleri de müminleri de topluluklara uyarıcılar olarak, Kendisi’ne yönelip dönen, O’nu herşeyden çok seven ve yalnız O’nun rızası için yaşayan salih müminler olarak özel bir yaratılışla yaratandır. Onları cennet için var etmiştir. Fakat buna rağmen onlar dünyada zorlu imtihana tabi olmuşlardır. İşte burada bir sır vardır. İmtihan ve imtihanın getirdiği zorluklar, bir üstünlüğün, sevginin, fedakarlığın, Allah’a olan derin, içli, ve kalpten sevgi ve bağlılığın göstergesidir. Peygamberler, Allah için gösterdikleri sabır, doğruluk, fedakarlık, vefa, sadakat ve güzel ahlak ile güzelliklerine güzellik katarlar. Onları cennette en değerli kılan unsurlardan biri gösterdikleri bu güzel ahlak, zorluklar karşısındaki üstün ve değerli sabır ve tevekkülleridir. Yüce Allah, onların üstünlüğüne, Kendisi’ne olan bağlılık ve sevgilerine bizleri ve hatta kendilerini şahit kılmak için onlara bu zorlu imtihan ortamlarını hazırlamıştır. Kuşkusuz ki Yüce Allah, her zaman iman edenlerin destekçisidir, onları koruyandır, onların daima yanındadır. Müminlerin zorluk ortamlarında bunu bilerek tevekkül etmeleri işte bu sebeple çok değerlidir. Peygamberler de, onları izleyen müminler de, mutlaka sonsuz hayat ile buluşacakları ahirette, bu güzel sabrın karşılığını en güzeli ile alacaklardır. Yüce Allah ayetlerinde şöyle bildirir:
İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla karşılanırlar. Orda ebedi olarak kalıcıdırlar; o, ne güzel bir karargah ve ne güzel bir konaklama yeridir. (Furkan Suresi, 75-76)