Nefsin, insanı alt edebilecek, kendine ait bir gücü yoktur. Nefisteki kötülükleri etkisiz hale getirebilmek, inanan ve gerçekten isteyen bir insan için çok kolaydır. Ancak bunun için insanın nefsine kesin olarak hiç acımaması, ondan yana tavır almaması, onu sahiplenmekten ve korumaktan vazgeçmesi gerekir. Nefsini adeta düşmanı gibi karşısına alması, onunla akılcı ve ilmi bir zeminde, kesintisiz bir iradeyle mücadele etmeyi göze alması gerekir.
Böyle bir kararlılık söz konusu olduğunda, Allah’ın izniyle, nefsin bu ahlaktaki bir insana karşı koyabilme gücü kalmaz. Nefis adeta o insanın kölesi haline gelir. O ne derse nefis ancak o kadarını yapabilir. Bunun dışında herhangi bir konuda insana diretmesi, onu kötü olan bir şeye çekebilmesi, yanlış bir tavır göstermeye ikna edebilmesi mümkün olmaz.
Ancak elbetteki insanın nefsine karşı göstereceği bu kararlılığın ‘aralıksız olarak ömür boyu’ olması gerekmektedir. Yoksa sadece birkaç saat, bir iki gün, birkaç ay, ya da belirli seneler boyunca nefse karşı koymak, sonra “Nasıl olsa bu konu halloldu” diyerek, dikkati bu konudan çekmek olmaz. Ya da insanın, “Ben nasıl olsa nefsimi çok iyi terbiye ettim, birkaç saat ya da birkaç gün kendi haline bırakayım ve dinleneyim” gibi yanlış bir mantıkla hareket etmesi de olmaz. İnsan nefsini ne kadar iyi terbiye ederse etsin, nefis ilk fırsat bulduğu anda insana yeniden saldırma ve onu kötülüğe çekme eğilimindedir. Allah nefsin bu özelliğini Kuran’da şöyle bildirmiştir:
“(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbim’in kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir.”(Yusuf Suresi, 53)
Bu nedenle insan sabah kalktığı ve şuurunun açıldığı ilk andan itibaren, tekrar bilinçsiz hale geleceği uyku anına kadar, nefsine karşı tetikte olmak durumundadır. Nefis tek bir saniye imkan bulduğu anda bile, eğer boş bulunacak olursa, kişiye hiç istemediği bir söz söyletebilir ya da aksini elde etmek için çok emek verdiği halde, bir anda onu yanlış bir tavra sürükleyebilir.
Ve nefs insana kendisini çok masum, mazlum ve samimi de gösterebilir. İnsan aklını kullanmayacak olursa, içindeki bu sese kulak verdiğinde, kolaylıkla nefsine acıyıp, onu haklı bulup, onun safına geçecek bir hataya düşebilir. Allah rızası için ona doğru yolu gösteren, nefsini eleştiren kimselere karşı nefsinin avukatlığını üstlenip, her ne olursa olsun onu savunup haklı çıkarma gayreti içerisine girebilir.
İşte bu, insan için büyük bir tehlikedir. Ve bu nedenledir ki Allah insanı Kuran ayetiyle bu tehlikeye karşı uyarmış; nefsin gerçek yapısını kullarına bildirmiştir. Dolayısıyla insan eğer nefsini haklı bulacak bir tavır içerisine girmişse, bu tehlikeyi görerek hiç vakit kaybetmeden hemen Allah’a sığınmalıdır. Nefsin telkinleri o an için kendisine ne kadar inandırıcı görünürse görünsün, nefsin kendisini sinsice kötülüğe çekmeye çalıştığını unutmamalıdır. Kuran’ın bu konuda kendisine nasıl bir yol gösterdiğine bakmalı ve hemen o yola uymalıdır.
Eğer insan nefsine karşı bu şekilde Allah’tan yana bir tavır koyarsa, Allah nefsinin ona verdiği olumsuz telkinleri bir anda giderir ve o kişinin aklını tam olarak temizler. Nefsin ise böyle bir insana karşı koyacak gücü kalmaz. Artık o kişi, imanıyla, vicdanıyla ve ahlakıyla, nefsini kendisi istediği gibi yönetir.
Abdülkadir Geylani’den nefsi egitmek için tefekkürler
“Genç kardeşim, önce kendi nefsinle ilgilen, ona öğüt ver, sonra başkasına… Kendi nefsin pürüzleriyle meşgul olmaya bak, onu bırakıp da başkasına geçme!
Dikkat et ki ömründen ıslah edilmeye muhtaç birkaç günün kalmıştır; evet, sadece birkaç gün… Kendini bilemiyor, iç alemini anlayamıyor isen, başkasını kurtaramayacağını bilmelisin… Bu halinle kendini bırakıp başkasına nasıl rehberlik yapabilirsin? Çünkü insanlara ancak kalp gözü (basiret) açık olanlar (hakkı hak olarak bilip ona uyan bahtiyarlar) rehberlik edip yol gösterebilir; ve onları günah ve gaflet denizinden, ancak iyi yüzmesini becerenler kurtarabilir. Diğer bir tabirle, insanları Allah’a ancak Allah’ı bilen kimseler çevirebilir. Allah’ı bilmeyen bedbahtlar bu ulvi işe nasıl delalet edebilir?”
(Abdülkadir Geylani, Gönül İncileri İkazlar, Çeviren: Celal Yıldırım, Bahar Yayınları, s. 7, Birinci Vaaz)
…
“Ey Hak yolcusu! Hesaba arzolunmayı nefsine bırakmak suretiyle geciktirme, ahiret gelmeden önce şu dünyada nefis muhasebesi yapmakta acele et…
Genç kardeşim! İmanın zayıflamaya yüz tuttuğu an, nefsinle ve onun bataklık ve pürüzleriyle ciddi bir şekilde meşgul ol!. Ve bu yolda yürürken seni artık çoluk-çocuğun, komşun, akraban, şehirlin ve iklimin meşgul etmesin… Çünkü iç alemin sarsıntı geçiriyor; nefis ile şehvet, iman ve irfana galip gelmiş durumdadır. Önce bunu düzeltmen lazımdır…”
(Abdülkadir Geylani, Gönül İncileri İkazlar, Çeviren: Celal Yıldırım, Bahar Yayınları, s. 9, Birinci Vaaz)
…
“Ey Hakk’ın kapısında hizmetçi olan! Nefsi de, onun gayr-i meşru arzularını da terket… Veliler cemaatinin ayaklarının bastığı toprak ol. Cenab-ı Allah diriyi ölüden, ölüyü de diriden çıkarır. Hazret-i İbrahim (A.S.)’ı, küfür üzere bulunan babasından meydana getirmiştir. Mümin diridir, kafir ölüdür. Allah’ı bir bilen (muvahhid) diridir, Allah’a eş-ortak koşan (müşrik) ölüdür.”
(Abdülkadir Geylani, Gönül İncileri İkazlar, Çeviren: Celal Yıldırım, Bahar Yayınları, s. 27, Beşinci Vaaz)