Bazı çevrelerde fakirliği, az gelişmişliği, köylülüğü, ezikliği ya da yaygın deyimle dünyadan elini-eteğini çekmeyi Müslümanlığın simgesi olarak görmek adeta alışkanlık haline gelmiştir. Bunun tersine bir modelin dinle ilgisi olmadığı inancı oldukça yaygındır. Ancak bu doğru değildir ve diğer birçok konuda olduğu gibi, Kuran’dan uzak bir din anlayışının varlığından kaynaklanır. Dinin temel kaynağı olan Kuran, hiç okunup üzerinde düşünülmemiştir. Bu nedenle de kulaktan dolma hurafelerden oluşan bir din anlayışı gelişmiştir. İslam’ın içine girmiş yanlış uygulamalar, “… Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur’an’ı terkedilmiş (bir kitap) olarak bıraktılar.” (Furkan Suresi, 30) ayetiyle dikkat çekildiği gibi, Kuran’ın terk edilmesinden kaynaklanmaktadır. Oysa Kuran’a bakıldığında, İslam’ın kesinlikle böyle bir model öngörmediği rahatlıkla anlaşılır. Birçok peygambere büyük servet ve mülk verildiği ayetlerde yer alır. Bunların içinde Hz. Süleyman’ın eşi görülmemiş zenginliği ve ihtişamı asırlardır dillere destan olmuştur. Allah’ın birçok ayette kendisinden övgüyle bahsettiği ve örnek gösterdiği Hz. Süleyman, kuşkusuz Allah’ın rızası dışında bir amaca ve Allah’ın dini dışında bir yol göstericiye sahip değildi. Öyle ki, Hz. Süleyman Allah’ın kendisine verdiği söz konusu büyük mülke sahip olmadan önce şöyle dua etmişti:
“Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin.” (Sad Suresi, 35)
Eğer zengin olmayı dilemek Müslümanlar için kınanmış bir hareket olsaydı, Allah’ın birçok ayetiyle övdüğü bir peygamber bunun için dua etmezdi. Nitekim Kuran’da bildirildiği gibi Allah Hz. Süleyman’ın bu duasını kabul etmiştir. Ve Kuran’da Hz. Süleyman’dan sürekli övgüyle bahsedilmektedir:
Biz Davud’a Süleyman’ı armağan ettik. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah’a) yönelip-dönen biriydi. (Sad Suresi, 30)
Hz. Süleyman bu konuda tek örnek değildir. Allah Hz. Süleyman’ın babası Hz.Davud’a da hükümdarlık verilmiş, onu güç ve iktidar sahibi bir peygamber kılmıştı. Aynı şekilde Allah, Hz. İbrahim ve ailesine de büyük bir mülk verdiğini bildirmiştir: Yoksa onlar, Allah’ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? Doğrusu Biz, İbrahim ailesine Kitabı ve hikmeti verdik; onlara büyük bir mülk de verdik. (Nisa Suresi, 54)
Dikkat edilirse üstteki ayette Allah’ın bir lütuf olarak Müslümanlara verdiği zenginliği kıskanmak da yerilmektedir. Allah’ın Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’i de zenginleştirdiği Kuran’da şöyle haber verilir: Bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi? (Duha Suresi, 8)
İşte bu noktada müminlerin zenginlik anlayışı ile cahiliyedeki zenginlik anlayışının farkı ortaya çıkmaktadır. Müminler, mülkün Allah’tan geldiğinin ve mülkün asıl sahibinin de yine Allah olduğunun bilincindedirler. Oysa cahiliyedeki zenginlik anlayışı, malı sahiplenme içgüdüsü üzerine kuruludur ki, bu tüm mülkün sahibi olan Allah’a karşı bir isyandır. İki taraf arasındaki bu büyük fark, mülkün kullanılmasında da ortaya çıkar. Müminler mülkü Allah rızasına uygun olarak, hayırlı işler için harcarlar. Oysa cahiliyedeki mülk sahiplerinin temel özelliği “yeryüzünde bozgunculuk” (Kasas Suresi, 77) çıkarmalarıdır. Zenginlik, ihtişam ve hakimiyet Allah’ın dilediği mümin kullarına armağan ettiği bir lütfudur. Önemli olan Allah’ın helal yoldan verdiği mal ve servete karşı gereken şükrü yaparak bunları yerli yerinde kullanmak, Allah’ın nimetini sürekli anmak ve bu sayede Allah’a yakınlaşmaya ve O’nun rızasını kazanmaya yollar aramaktır. Nitekim Hz. Süleyman’ın Kuran’da geçen ifadesi onun mal sevgisine yönelmesinin amacını açıklamaktadır: O (Süleyman) da demişti ki: “Gerçekten ben, mal sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim…” (Sad Suresi, 32)
Ancak, bu dünyanın bir imtihan yeri olduğunu da akıldan çıkarmamak gerekir. Çeşitli sıkıntılar ve zorluklar karşısında gösterilen sabır ve kararlılığın şiddeti insanın imanındaki derinliği belirler. Bu nedenle Allah, bu üstün özelliklerini ortaya çıkarmak ve onları Kendi Katında mükafatlandırmak için inananları değişik olay ve ortamlarla karşılaştırabilir. Allah müminlerin sabrını ve Kendisi’ne karşı olan güvenlerini, ölüm, korku ve açlık gibi çeşitli güçlüklerle olduğu gibi fakirlikle de deneyebilir. Fakat doğru olan, Müslümanın, bir yandan güzelce sabrederken, diğer yandan da Allah’ın nimetlerini artırması, genişletmesi, ferahlık vermesi için sürekli bir dua içinde bulunmasıdır. Ayrıca bunu yalnız kendi şahsı için değil, bütün müminler için istemesi ve Allah’ın adını yüceltmek için geniş imkanlar talep etmesi gerekir. Kuran’ın ruhuna en uygun olan davranış şekli de budur. Bu arada mutlaka unutulmaması gereken bir nokta vardır: İslam’da insanlar zenginlik kıstasına göre değerlendirilmezler. Bir insanın fakir ya da zengin olması onun Allah Katındaki konumunu etkilemez. Önemli olan, sahip olduğu mülkü, ister çok az ister çok fazla olsun, Allah’ın rızasına uygun olarak harcayıp-harcamadığıdır. Müminin zengin olma talebinin ardında da, elde edeceği malları Allah’ın rızasına uygun olarak kullanabilmek isteği vardır. Bunun aksi bir tavır, yani “mal biriktirmek” müminler için söz konusu olamaz. Çünkü “mal biriktiren” kişilerin, “… Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar… Onlara acı bir azabı müjdele” (Tevbe Suresi, 34) hükmüne girmesi söz konusudur. İnananlar bu dünyada Allah’ın nimetlerinden yararlanıp zevk aldıkları gibi, kendilerine verilenleri Allah yolunda harcamaktan da çok büyük zevk alırlar. Bu gözle bakıldığında mal, mülk, servet ve bunlara sahip olmak için dua etmek samimi müminler için bir ibadet ve ecir kaynağıdır. Allah şükrü yapılan ve Allah yolunda sarf edilen malı artıracağını vaat etmektedir. Aynı zamanda Kuran’a tabi olan gerçek bir mümin yeryüzünde Allah’ın kuludur; O’nu temsil eder. Bu nedenle de Allah, yeryüzünün gerçek sahiplerinin müminler olacağını bildirirken, bu nimete erişecek olanların sahip oldukları özellikleri Kuran’da şöyle belirtir:
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va’detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidar sahibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidar sahibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)
Adnan Oktar’ın Harakah Daily’de yayınlanan yazısı: