Peygamber Efendimiz (sav)’in bu tavrı nedeniyle Musevilerin ileri gelen hahamlarından Abdullah İbn Selam ve arkadaşları İslam’a girmiş, ona iman etmişlerdir.
Avrupa tarihinde görülen ve Hıristiyanların dini taassubundan kaynaklanan engizisyon uygulamaları veya ırkçı fikirlerden doğan antisemitizm (Musevi aleyhtarlığı) hiçbir zaman İslam dünyasında görülmemiştir. Musevilerle Müslümanlar arasında 20. yüzyılda Ortadoğu’da doğan çatışma ve huzursuzluk ise bazı Musevilerin ateist Siyonizmi benimsemeleriyle ortaya çıkmıştır. Siyonizm 19. yüzyılın ortalarında, yurtları olmayan Musevilerin vatan sahibi olmasını savunan bir ideoloji olarak ortaya çıkmıştır. Ancak zaman içerisinde pek çok ideolojide olduğu gibi Siyonizm de dejenerasyona uğramış, bu haklı talep, uygulamada şiddet ve teröre başvuran, aşırı güçlerle ittifak eden radikal bir anlayışa dönüşmüştür. Ateist Siyonizm ise, ırkçı, şoven ve işgalci bir ideolojidir.
Günümüzde Siyonizm iki farklı şekilde görülmektedir. Bunlardan ilki, İsrail’de huzur ve barış içinde, Müslümanlarla birlikte yaşamak isteyen, güvenlik arayan, dedelerinin topraklarında ibadet edip, ticaret yapıp varlıklarını sürdürmek isteyen, dindar Musevi halkının düşüncesi olan Siyonizm’dir. Müslümanlar bu anlamdaki Siyonizm’i desteklemektedir. Dindar Musevi halkının, kendileri için kutsal olan topraklarda güven ve huzur içinde yaşamaları, Allah’ı anmaları, sinagoglarında ibadetlerini yapmaları, topraklarında bilim ve ticaretle uğraşmaları iftihar edeceğimiz bir şeydir.
Samimi dindar bir Musevi’nin Tevrat’a dayandırdığı Siyonist inancı Kuran’la çelişmez. Çünkü Musevilerin o bölgede yaşamaları Kuran’da işaret edilen bir gerçektir. Kuran’da Allah İsrailoğulları’nı yaşadıkları bu topraklarda yerleşik kıldığını şöyle bildirmektedir:
Hani, Musa kavmine (şöyle) demişti: “Ey kavmim, Allah’ın üzerinizdeki nimetini anın; içinizden peygamberler çıkardı, sizden yöneticiler kıldı ve alemlerden hiç kimseye vermediğini size verdi. Ey kavmim, Allah’ın sizin için yazdığı (girmenizi emrettiği) kutsal yere girin ve gerisin geri arkanıza dönmeyin; yoksa kayba uğrayanlar olarak çevrilirsiniz.” (Maide Suresi, 20-21)
Ancak Müslümanlar olarak eleştirdiğimiz ve tehlike olarak gösterdiğimiz, “dinsiz, Allah’sız Siyonizm”dir. Allah’ın varlığını, birliğini savunmayan, materyalist, Darwinist anlayışı teşvik ederek dinsizlik propagandası yapan, bu Allah’sız Siyonistler, dindar Museviler için de tehlikedir. Dinsiz Siyonizm, günümüzde barışa, huzura, güzel ahlaka karşı mücadele vermekte; sürekli fitne, kargaşa çıkarmakta, kan dökmektedir. Müslümanlar ve dindar Museviler, Allah’sız Siyonizm’e karşı Allah inancının yayılması konusunda birlik olmalıdır.
Ateist Siyonizm elbette Müslümanlar için de dünya barışı için de son derece tehlikeli ve zararlı bir ideolojidir. Bu zararlı ideolojiyle fikri mücadele, her Müslümanın olduğu gibi, -hangi dine ya da siyasi görüşe sahip olursa olsun- her insanın görevidir. Ancak her konuda olduğu gibi bu konuda da adaleti ayakta tutmak, önyargılı davranmamak son derece önemlidir. Müslüman radikal Siyonistlere karşı çıkarken, masum Musevilere karşı zulüm yapılmasını, adaletsizce davranılmasını da engellemekle yükümlüdür.
Her türlü ırkçılık gibi anti-semitizm de (Musevi düşmanlığı) İslam ahlakına aykırı bir ideolojidir. Bir Müslüman, insanlar arasında hiçbir din, ırk ve etnik köken ayrımı yapmaksızın, her türlü soykırım, işkence ve zulme karşıdır. Müslüman ne Musevilere ne de bir başka millete karşı gerçekleştirilen en ufak bir haksız saldırıyı tasvip etmez, aksine tel’in eder. Kuran’da, yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar, insanlara zulmedenler, haksız yere cana kıyanlar lanetlenir. Bu konudaki bazı ayetler şöyledir:
Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez. (Kasas Suresi, 77)
Demek, ‘iş başına gelip yönetimi ele alırsanız’ hemen yeryüzünde fesad (bozgunculuk) çıkaracak ve akrabalık bağlarınızı koparıp parçalayacaksınız, öyle mi? İşte bunlar; Allah onları lanetlemiş, böylece (kulaklarını) sağırlaştırmış ve basiret (göz)lerini de kör etmiştir. (Muhammed Suresi, 22-23)
Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere ‘tecavüz ve haksızlıkta bulunanların’ aleyhinedir. İşte bunlara acıklı bir azab vardır. (Şura Suresi, 42)
Allah’ın bu emirleri gereği ateist Siyonizme karşı verilen fikri mücadelenin, hiçbir zaman bir tür “Musevi düşmanlığı” haline gelmemesi, masum insanların bu tepkiye maruz kalmaması gereklidir. Adil ve merhametli olmanın gereği budur.
Öte yandan antisemitizm gibi diğer ırkçılık örnekleri de (örneğin zenci düşmanlığı vs. gibi) yine çeşitli ideoloji ve batıl inanışlardan kaynaklanan sapkınlıklardır. Antisemitizm ve diğer ırkçılık örnekleri incelendiğinde, bunların Kuran ahlakına tamamen zıt bir düşünce ve toplum modeli savundukları açıkça görülür. Örneğin antisemitizmin kökeninde nefret, şiddet ve acımasızlık hisleri vardır. Bir antisemit, Musevi insanların (kadın, çocuk, yaşlı ayrımı olmaksızın) katledilmelerini, işkence görmelerini savunacak kadar zalim olabilir. Oysa Kuran ahlakı, insanlara adalet, sevgi, şefkat ve merhameti öğretir. Müslümanlara, düşmanları olan kimselere karşı dahi adil ve gerektiğinde bağışlayıcı olmayı emreder. Kuran’da bildirilen bir hükme göre, “… kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur…” (Maide Suresi, 32) Dolayısıyla tek bir masum insanın dahi katli, asla küçümsenemeyecek bir suçtur.
Öte yandan antisemitler ve diğer ırkçılar, farklı etnik kökenden gelen veya farklı inançtaki insanların barış içinde birarada yaşamalarına karşıdırlar. Örneğin Alman ırkçısı olan Naziler Almanlarla Musevilerin birarada yaşamalarına karşı çıkmışlar, bunu kendi ırkları adına bir dejenerasyon olarak kabul etmişlerdir. Oysa Kuran’da ırklar arasında en ufak bir ayrım yapılmadığı gibi, farklı inançtaki insanların da aynı toplum yapısı altında barış ve huzur içinde yaşamaları teşvik edilir.
Kuran’da iman etmeyen, Allah’ı ve dini tanımayanlar hakkında dahi ayırım yapılmaktadır. Dine düşman olanlara karşı tavır alınması gerektiği bildirilirken, böyle bir düşmanlık göstermeyenlere adaletli davranılması ayetlerde şöyle emredilmektedir:
Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkaranları ve sürülüp-çıkarılmanız için arka çıkanları dost edinmenizden sakındırır. Kim onları dost edinirse, artık onlar zalimlerin ta kendileridir. (Mümtehine Suresi, 8-9)
Kuran’da insanlar hakkında belirli bir ırk, halk veya dinden oldukları için topluca hüküm de emredilmektedir. Her farklı insan topluluğunun içinde iyiler de kötüler de bulunur. Kuran’da bu ayrıma dikkat çekilir. Örneğin Ehli Kitabın bir kısmının Allah’a ve dine karşı isyankar oldukları anlatıldıktan sonra, bunun istisnası da belirtilir ve şöyle denir:
Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehlinden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah’ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. Bunlar, Allah’a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır. Onlar hayırdan her ne yaparlarsa, elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah, muttakileri bilendir. (Al-i İmran Suresi, 113-115)
Sonuç olarak, Kuran ayetlerine göre düşünen ve Allah’tan korkup-sakınan Müslümanların, Musevilere karşı, dinleri ve inançları nedeniyle de bir husumet beslemesi mümkün değildir. Kuran ahlakı her türlü ırkçılığı ortadan kaldırmaktadır. Bu nedenle Kuran’a tabi olan bir Müslüman asla ırkçılık yapamaz ve insanları belirli bir ırktan oldukları için hakir göremez. Kuran’da, İslam’a ve Müslümanlara karşı düşmanca bir tavır göstermedikleri sürece, farklı dinlere karşı da son derece ılımlı ve dostça bir tutum izlenmesi emredilir. Bu nedenle Kuran’a tabi olan bir Müslüman, farklı dinlere, özellikle Ehli Kitaba karşı müşfik ve dostane bir tavır takınmalıdır.
Bir Müslümanın Musevilik ve soykırım konularına bakışı, bu temel kıstaslara bağlı olmalıdır. Bazı Musevilere yapılan eleştiriler, ancak onların ırkçı davranmalarından, radikal Siyonizm adına kan dökmelerinden, tahrif edilmiş bazı Tevrat hükümleri nedeniyle diğer insanlara zulmetmelerinden dolayıdır. Müslümanın temennisi, hem antisemit ırkçı hareketlerin hem de radikal Siyonizm gibi Museviler adına ırkçılık yapan ideolojilerin tarihe karışması ve her ırk ve inancın barış içinde yaşayacağı, adalete dayalı bir dünya düzeninin kurulmasıdır.
Kitap Ehlinin İbadet Yerlerine Karşı Saygılı Olunması
Müslüman, Kitap Ehlinin Allah’a ibadet ettikleri kutsal yerlerine saygılı davranmalı, bu mabedleri korumalıdır. Bu yerler ister Hıristiyanlara, ister Musevilere ait olsun, içlerinde Yüce Rabbimiz Allah’ın ismi anıldığı için Müslümanlar için de değerlidir ve tüm iman edenler tarafından korunmalıdır. Kuran’da Kitap Ehlinin ibadet yerleri olan manastır, kilise ve havralardan Allah’ın koruduğu ibadet mekanları olarak söz edilir:
… Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır. (Hac Suresi, 40)
Peygamberimiz (sav) Allah’ın emirlerine bağlılığının bir tecellisi olarak Kitap Ehlinin ibadet yerlerinin tahrip edilmemesi konusunda da büyük bir hassasiyet göstermiştir. Böyle bir tahribat ilk olarak Allah’ın emrine karşı gelmektir, ayrıca Allah’a inanan, ona ibadet eden insanları engellemek anlamına gelir. Nitekim Hz. Muhammed (sav), kendileriyle barış anlaşması imzalamış olduğu Hıristiyanlara, mabetlerinin yıkılmayacağını, onlara hiçbir şekilde zarar verilmeyeceğini ifade etmiştir. Hıristiyanlarla yapılan cizye anlaşmalarında da Peygamber Efendimiz (sav), mabetlerinin yıkılmayacağına dair garanti sunmuştur.
Hz. Muhammed (sav)’den sonraki dönemde kiliselerin yıkılmayacağına dair teminatın yer aldığı ilk anlaşma, Halid b. El-Velid’in, Anat kentinin idarecisi ile yaptığı cizye akdidir. İbn İshak, Halid b. El-Velid’in yaptığı bu anlaşmaların Hz. Ebubekir tarafından bir red görmediğini, daha sonra gelen diğer üç halifenin de bunları uygun görerek devam ettirdiklerini bildirmiştir.19 Ayrıca yine Hz. Ebubekir, Necranlılara Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) tarafından sunulan garantilerin aynısını kendi döneminde de onlara sunmuştur.
Peygamber Efendimiz (sav)’in ardından gerçek İslam ahlakını yaşayan toplumlarda da bu konuya özel bir hassasiyet gösterildiği dikkat çekmektedir. Kuran’ı ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetini takip eden Müslüman yöneticiler, fethettikleri ülkelerdeki gayrimüslim halkın ibadet yerlerine karşı oldukça saygılı olmuşlar, din adamlarına da merhamet beslemişlerdir. Müslümanların idaresi altında uzun asırlar boyunca yaşayan Hıristiyanlar, dini sebepler nedeniyle hiçbir zaman isyan etmemişlerdir. Bu da elbette Müslüman yöneticilerin Kuran’ın hükümlerine bağlı adil ve sevecen tutumlarının bir sonucudur.