Müslüman hayatın en önemli sırlarına vakıf olmuş, evrenin yaratılış amacını ve kendisinin bu dünyada neden bulunduğunu kavramış insandır. Dünyanın geçici bir yer olduğunu, Allah’ın takdir ettiği bir zamanda hayatının sona ereceğini bilir ve bu gerçeğe göre yaşar. Her şeyin Allah’ın dilemesiyle gerçekleştiğinin, O’nun dilemesi dışında bir yaprağın dahi düşmeyeceğinin farkındadır. Baktığı her noktada Allah’ı görür, O’nu tesbih eder ve yüceltir. Kalbi sürekli kendisini yaratan ve ona nimetler bahşeden Rabbimiz’le beraberdir; hiçbir şey onu Allah’ı anmaktan alıkoymaz. Ne yaparsa yapsın, hangi amel ile meşgul olursa olsun, dikkati hep Allah’ta ve O’nun ayetlerindedir. Yüce Allah Müslümanların bu özelliklerini bir ayetinde şu şekilde haber vermektedir:
“Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru.”” (Al-i İmran Suresi, 191)
Elbette bu, Allah’ı çok seven, O’nun rızasını her şeyin üzerinde tutan, O’ndan gereği gibi korkan, dünyadan hiçbir beklentisi olmayıp yalnızca Allah’ın rızasını arayan, kalpleri Allah aşkıyla dolu olanların özelliğidir. Ve hiç şüphe yok ki bu, kişinin tamamen kendi rızasıyla tercih ettiği bir haldir; bilerek, isteyerek, zevkle, aşkla, derin bir istekle Allah’ın rızasını ve ahireti tercih ettiğinin bir göstergesidir. Kim kalbini Allah’a bağlarsa, O’na yakınlaşmak, imanında olabildiğince derinleşmek ve ahirette Allah’ın rızasına, rahmetine ve cennetine erişmek için çaba sarf ederse, Allah onu bu çabasında başarılı kılacaktır. Yüce Allah bir ayetinde bu durumu şu şekilde belirtmektedir:
“Kim ahiret ekinini isterse, Biz ona kendi ekininde artırmalar yaparız. Kim dünya ekinini isterse, ona da ondan veririz; ancak onun ahirette bir nasibi yoktur.” (Şura Suresi, 20)