İnkar edenlerin hayatlarının en önemli ideali ‘dünya hayatından en iyi şekilde istifade edebilmek’tir. Buna dair az da olsa bir şeyler elde edebildiklerinde, bununla yetenir ve mutlu olurlar. Sonrasında ise bu ellerindekilere de kısa sürede alışır; sakin, monoton ve tekdüze bir hayat içerisinde elde ettikleri bu imkanları kullanmaya çalışırlar. Ama hiçbir zaman için hayatlarına anlam katacak; bitmek tükenmek bilmeyen bir enerji, canlılık ve heyecan duyacakları yüksek bir idealleri olmaz.

Müslümanların durumu ise inkar edenlerden çok keskin farklılıklarla ayrılmıştır. Mümin Allah’a iman etmenin, hayatının her anında imanın delillerini görmenin, Kuran ahlakını yaşamanın ve başkalarına da yaşatma arzusunun, hayırlarda yarışmanın, inkar edenlere, münafıklara karşı fikri zeminde imani bir mücadele vermenin, cehennemden sakınıp cenneti kazanabilme çabasının yüksek heyecanını yaşarlar.

Kuran ahlakını hem yaşamanın, hem de dünya çapında tüm insanları bu ahlakı yaşamaya teşvik etmenin, sakinlikle, durağan, ağır, monoton bir stil ile gerçekleştirilemeyeceğini bilirler. Böyle bir tavır bozukluğu içerisine girmenin, gerçekten samimi olarak iman etmiş bir insan için çok büyük bir gaflet olacağının farkındadırlar. Eğer bir mümin kendisinde böyle bir sakinlik ve atalete hak görecek olursa, öncelikle şu gerçeği kısaca bir düşünmesi gerekir: “Eğer dünyadaki tüm Müslümanlar bu şekilde kendi dertlerine dalarak, ağır, sakin ve içe kapalı bir kişilik geliştirecek olurlarsa, Kuran ahlakının insanlara tebliğ edilmesi, münafıkların ve inkar edenlerin Müslümanlara karşı kurdukları tuzaklara karşı koyulması ve bu tuzakların bozulması nasıl gerçekleşecektir? İnsanların iyiliği emredip kötülükten men edilmesi görevini kim üstlenecektir? Müslümanların şevklendirilmesi, eğitilip bilgilendirilmesi, daha güzel bir ahlak için teşvik edilmesi kim tarafından yapılacaktır?” Allah’tan gerçekten korkup sakınan bir mümin, Allah’ın Kuran ile kendisine yüklemiş olduğu tüm bu sorumlulukları birince dereceden üstlenir ve bunun için alabildiğine canlı ve şevkli bir karakter gösterir.

Peygamberimiz (sav)’in ve sahabelerinin hayatları bu ahlakın örnekleriyle doludur. Sahabeler erkenden kalkıp, canlarını mallarını hiçe sayarak tüm hayatlarını aktif bir mücadele içerisinde geçirmişlerdir. Gerektiğinde Peygamberimiz (sav)’le birlikte savaşa çıkmış, namazlarını dahi ayetlerde bildirildiği gibi, silahları yanlarında iken kılmışlardır. Bu canlılık ve heyecan hayatlarının her anına hakimdir. Sürekli dikkatleri açık, tetiktedirler. Bir kısmı namaz kılarken, diğer bir kısmı inkar edenlerin tuzak ve saldırılarına karşı nöbet tumaktadırlar. Böyle bir ortamda sahabelerin sakin olmayacakları çok açıktır.

Kuran’da bildirildiği gibi Peygamberimiz (sav) de geceleri ibadet için kalkmaktadır. O anlarda da son derece canlı ve heyecanlıdır. Aynı şekilde gündüzleri de Peygamberimiz (sav)’in hayatı bu şekildedir. Allah Kuran’da Peygamberimiz (sav) için “… gündüz, senin için uzun uğraşlar vardır”şeklinde bildirmiştir. Peygamberimiz (sav) o vakitlerde de canlı ve şevklidir.

Peygamberimiz (sav)’de olduğu gibi, Müslümanların da hayatlarına hakim olan tüm bu uğraşlar hiçbir şekilde sakinlikle yapılacak işler değildir. Bu nedenle Müslüman hayatının her anında; konuşmalarında, bakışlarında, tavırlarında müthiş heyecanlı canlı ve şevklidir.

Müslüman cennette de heyecanlı olacaktır. Aynı şekilde cehennemi görünce de heyecan duyacaktır.

Dolayısıyla canlı ve heyecanlı olmak, bu bakış açısıyla hareket eden bir Müslüman için dünyada emek verilmesi gereken aciliyetli konulardan biridir. Aynı zamanda da, Allah’ın rızasını kazanma çabası içerisinde olan mümin için en önemli ibadetlerden biridir.