İnsan nefsi her türlü olumsuz hisse açıktır çünkü dünya bir denenme yeridir. Allah dünyadaki imtihana özgü olarak nefsimizi negatif duygulara yatkın yaratmıştır. Kızmak, öfkelenmek, küsmek, darılmak, üzülmek, kıskanmak, intikam alma isteği, bunların hepsi imtihanın bir gereği olarak ruhumuza hissettirilir.
İmanlı, Allah’tan korkan, Allah’ı çok seven insanların üstünlüğü bu duygulara karşı gösterilen iradeyle ortaya çıkar.
Hemen her insana doğduğu andan itibaren bilinçsizce verilen bir telkin vardır: Ruhunda ne hissederse ona göre tepki vermek. Örneğin bir çocuk canı sıkılıyorsa, yüzünü asıp oturması gerektiğini öğrenir. Kızdığında, bağırması, kontrolsüz hareketler yapması sözle olmasa da halle ona öğretilir. Üzüldüğünde ağlamanın normal olduğu düşüncesi aşılanır.
Olumsuz da olsa bu tepkilerin ortak olması ve hemen herkeste görülmesi çocukların kötü ahlaka kolayca adapte olmasına neden olur. Bu gibi kişiler hayatları boyunca da çocukluktan edinilen bu olumsuz tecrübelerin acısını çekerler.
Halbuki Allah Kuran’da bizlere “Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’, sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).” (Şems Suresi, 7-8) diye bildirmektedir. Nefsimizdeki kötülükler dünyadaki imtihanın bir gereğidir ancak bizlere o kötülüklerden sakınmamız için bir vicdan da verilmiştir. Allah bizim negatif hislere karşı vicdanımızı kullanıp en güzel, en asil, Kendi sevgisini en çok hak edeceğimiz ahlakı göstermemizi ister.
Zaten insan hayatı, vicdan kullanılarak, nefsin kötülükleriyle sürekli mücadele etmekle şekillenir. Ölene kadar da bu nefs mücadelesi devam eder.
Eğer bu mücadelede vicdanımız galip gelirse, hem Allah’ı razı etmenin iç huzurunu yaşarız hem de ölümden sonra bizi bekleyen sonsuz hayatımızda cennette yaşamayı kuvvetle umabiliriz.
Ama insan bu dünyada vicdanının ona fısıldadığı seslere sürekli kulağını kapatıp, nefsine yenik düşerse hem dünyada Allah’ın gazabına uğrayabilir hem de ahirette beklemediği bir karşılık alabilir. İman eden akıllı bir insan ise öyle bir ihtimali bile göze alamaz, bu nedenle ciddi bir gayret gösterir.
Nefs ile mücadele iman edenler için kolaydır, ancak kimi insanlar bu mücadelenin çok zor olduğuna kendilerini inandırdıkları için, canlarının yanacağını düşünürler. Birine öfkelendiğinde o kişiyi affetmenin adeta imkansız olacağını zannederler. Özür dilemenin kendilerini küçük duruma düşüreceğine inanırlar. O yüzden özür dilemeyi bir gurur konusu haline getirirler. İstemedikleri bir durumla karşı karşıya kaldıklarında üzülmemenin mümkün olamayacağına dair batıl ve sabit bir inanış beslerler içlerinde. İntikam almak ise onlar için karşı konulamaz bir içgüdüsel istek gibidir. Kendilerine haksızlık yapıldığında, karşı taraftan intikam aldıklarında rahatlayacaklarına inanırlar.
Oysa ki terslenmek, kavga etmek, tartışmak, ses yükseltmek, sevgisizlik, kin duymak, yalan söylemek, birinin kalbini kırmak, düşmanlık yapmak, insanın içini çok sıkan, ruhunu adeta karartan ahlak özellikleridir.
Allah’ın Kuran’da tarif ettiği güzel ahlakta irade göstermek ise son derece kolay, keyifli ve huzur vericidir.
Bizim için en önemli kolaylıklardan biri de Allah’ın bizlere nefsimizle nasıl mücadele edip, terbiye etmemiz gerektiğini Kuran’da bildirmiş olmasıdır.
Örneğin, öfkelendiğimizde nasıl davranmamız gerektiğini ALLAH Kuran’da öğretmektedir. Allah ayette Müslümanlar için “öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir.” diye bildirmektedir (Al-i İmran Suresi, 134) Dolayısıyla Kuran’a uygun olan öfkenin kişiyi kontrolü altına alması değil, kişinin öfkesini kontrol altına almasıdır. Öfkeyi bastırıp mutlaka affedicilikle yaklaşılması bir tavır güzelliğidir.
Bir Müslüman öfke krizine kapılmayı, öfkesini yenemeyecek bir zaaf içinde olmayı asla kabul etmemeli, bunu bir kişilik zayıflığı olarak görmeli, imanına ve Allah’a olan sevgisine yakıştırmamalıdır.
Halbuki öfke anında olayların Allah’ın kontrolünde geliştiğini düşünebilen bir insan, Allah’ın kendisini imtihan ettiğini, göstereceği tavırla ahirette değer kazanacağını da bilir. Kaderin akışını seyrettiğini bilen bir insan ise imkan verilse ve hayatını geri alıp yeniden yaşasa aynı olayı mutlaka aynı şekilde yeniden yaşayacağını, olayları asla değiştirme gücüne sahip olamayacağını hemen aklına getirir ve Allah’ın kaderinde herşeyi en hayırlı şekilde yarattığını da unutmaz. Böyle bir insan mutlaka Kuran’a en uygun tavrı sergileyecektir.
Kuran’daki güzel tavra güç yetirememek bu gerçekleri o an için unutmaktan, gaflete kapılmaktan kaynaklanır.
Kendi fikirlerini zorla kabul ettirmeye çalışan, bunu yaparken de sözle sürekli karşı tarafı taciz eden tartışmacı bir ruhu da Allah beğenmediğini bizlere Kuran’da bildirmektedir. Ilımlı, herkese söz hakkı tanıyan, doğruya yumuşak sözle, sevgiyle davet eden bir üslup Kuran’ın üslubudur. Karşısındaki kişiyi rencide etmekten kaçınan, sürekli onore edip, onun da haklı yönlerini ön plana çıkartan bir konuşmada iki taraf arasındaki sorunlar hızla çözülecek ve gereksiz bir tartışma zeminine de mahal verilmemiş olacaktır. Tartışmak hem kişinin kendisini çok yorar, herkesi rahatsız eder, daha da önemlisi iki taraf arasındaki sevgiyi zedeler. Halbuki Allah Müslümanların arasında ayrılık ve fitne olmaması için karşılıklı sevginin, saygının, merhametin, affediciliğin, birliğin, beraberliğin esas alınması gerektiğine Kuran’da çok kere dikkat çekmektedir.
Tartışma isteği insanın fıtratında vardır, öfkelenmek insanın fıtratında vardır, üzülmek de, küsmek de, darılmak da, materyalist bir hırs ve rekabet içerisinde olmak da insanın nefsinde vardır. Bunların hepsi herkesin bildiği, tanıdığı ve hayatı boyunca nefsinde barındırdığı olumsuz özelliklerdir ama akıllı, şuurlu, iradeli, Allah’ı seven, Allah’tan korkan bir Müslüman nefsinin kendisini bu olumsuzluklara yönlendirmesine asla izin vermez.
Bir Müslüman nefsinin Allah’ın rızasının önüne geçmemesi için çalışır. Her ne olayla karşılaşırsa karşılaşsın Kuran ahlakından taviz vermez.
Nefsindeki olumsuz içgüdülerin hem kendisine hem çevresine ne gibi zararlar vereceğini iyi düşünür. Kuran’a uyup, Allah’ın sevgisine layık bir kul olmayı ana hedef edinip, iradesi zayıf bir ruh haline kendisini bırakmaz.
Çocukluğunda öğrendiği gibi nefsani hareket etmek yerine, Kuran’a göre düşünür, vicdanen yapması gerekenin ne olduğuna hemen karar verir ve Allah’ın rızasına uygun olan davranışı hayata geçirir.
Müslüman dikkatini, ruhunu her zaman güçlü, her zaman kontrollü tutmak için harcar. Dolayısıyla her zaman akıllıdır ve iradesini de Kuran’a uygun yönde hareket etmek için kullanır.
Adnan Oktar’ın Arab News & The Gulf Today’de yayınlanan makalesi:
http://www.arabnews.com/islam-perspective/news/801101
http://gulftoday.ae/portal/0b8f371c-5f03-4bb7-9243-9203364ed3f6.aspx