Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır.
(Beled Suresi, 17-18)
Allah’ın, ahiret günü kurtuluşa erenlerden olmaları, rahmetine ve cennetine kavuşabilmeleri için kullarına emrettiği hükümlerden biri ayette görüldüğü gibi “merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak”tır. Hayatlarını Allah’ın rızasını kazanmaya adayan müminler de Allah’ın bu hükmünü eksiksiz ve kusursuz olarak yerine getirmeye çalışırlar. Onların merhamet anlayışlarının temelinde Allah’a olan samimi imanları yatar. Müminler, Allah’ın izni dışında hiçbir olayın gerçekleşmeyeceğini ve O’nun kendilerine bağışladıklarına ne kadar muhtaç olduklarını bilirler. Dolayısıyla, bu kavrayıştan kaynaklanan bir tevazuya sahiptirler. İşte bu özellikleri de onların merhametlerinin temelini oluşturur.
Aksi durumda, yani tevazu sahibi olmayan bir insan gerçek anlamda merhametli de olamaz. Çünkü yalnızca kendisini düşünür, kendisini sever ve kendi çıkarları, kendi nefsinin istekleri herkesten önce gelir. Bu nedenle, başkalarının ihtiyaçlarını, eksikliklerini hiç umursamaz. Kendi dışındaki kimseleri önemsiz ve değersiz görür. Bunun doğal bir sonucu olarak da kimseye karşı şefkat ve merhamet hisleri besleyemez.
Müminlerin merhamet göstermedeki kararlılıklarının bir sebebi de Allah’ın ahlakını yaşamaya çalışmalarıdır. Allah pek çok ayette açıklandığı gibi “merhametlilerin en merhametlisi”dir. Dolayısıyla müminler de merhameti, güçlerinin yettiği en son sınıra kadar yaşamaya çalışırlar.
Ayrıca müminler, “Eğer Allah’ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten Rauf (şefkat eden ve) Rahim olmasaydı (ne yapardınız)?” (Nur Suresi, 20) ayetiyle de bildirildiği gibi, Allah’ın kendilerine olan şefkatine ve merhametine muhtaçtırlar. Allah’ın kendilerine merhamet etmesini istedikleri için de diğer müminlere karşı ellerinden geldiğince merhametli olmaya çalışırlar.
Her konuda olduğu gibi “nasıl bir merhamet gösterecekleri” konusunda da kendilerine sınırları belirleyen ve ölçüyü tespit eden, yol göstericimiz Kuran’dır. Bu yüzden merhameti ancak Allah’ın merhamet edilmesini bildirdiği durumlarda ve yine Allah’ın belirlediği kişilere gösterirler.
Kuran’a uygun merhamet anlayışının farklılığı da işte bu noktada ortaya çıkar. Zira din ahlakından uzak yaşayan insanların çoğu son derece hatalı bir merhamet anlayışına sahiptirler. Şahit oldukları bir olay karşısında haklıyı haksızı bilmeden, adil ve akılcı bir değerlendirme yapmadan ve en önemlisi Kuran’ın hükümlerini gözetmeden cahilce bir acıma duygusuna kapılır ve bu bakış açısıyla hareket ederler. Genellikle de hem kendilerini hem de karşılarındaki insanları zarara sokabilecek girişimlerde bulunur, yanlış yönlendirmeler yapar ve yanlış kararlar alırlar. Dolayısıyla da yaşadıkları merhamet, Kuran’da emredilen güzel ahlaktan çok uzak bir yapı ortaya çıkarır.
Bununla bağlantılı olarak önemli bir konunun daha üzerinde durmak gerekir. Halk arasında Kuran’a göre yanlış bir merhamet anlayışı hakim olabilmektedir. Bu, karşı tarafa fayda yerine zarar getirecek bir merhamet olması nedeniyle “şeytani” bir merhamet olarak nitelendirilebilir. Din ahlakından uzak toplumlarda insanlar, karşılarındaki kişinin ahirette zarara uğrayıp uğramayacağını düşünmeden herşeyi yapmalarına göz yumarlar. Örneğin kötü bir ahlak göstermesine müsaade eder, Allah’ın haram kıldığı bir fiili uygulamasına ses çıkarmaz, hatta bu konuda yardımcı olurlar.
Müminlerin bu konuda kendilerine aldıkları ölçü ise, gösterilecek merhametin karşı tarafın ahiretini mutlaka olumlu yönde etkilemesidir. Kimi zaman bir mümine olan sevgi ve merhametleri, nefislerine zor ve ağır gelebilecek bazı noktalarda onlara müdahale veya eleştirilerde bulunmayı gerektirebilir. Karşılarındaki kişinin yaptığı kötü bir tavırda onu eleştirebilir, içinde bulunduğu durumdan caydıracak konuşmalar yapabilir, Kuran’ın bir emri olarak kötülükten men edebilirler. Asıl merhamet de budur. Çünkü müminler bunları yaparak, karşılarındaki kişinin nefsine ağır gelebilecek bir söz söylemeyi, onun Kuran dışı bir hareketini engellemeyi göze alır, ama o kişinin sonsuz hayatını cehennem gibi geri dönüşü olmayan bir azap içinde geçirmelerini göze almazlar. Bu nedenle de Allah’ın en beğeneceği ve en çok hoşnut olacağı ahlakı yaşaması yönünde teşvik ederek onu cennete hazırlar ve dolayısıyla da olabilecek en üstün merhamet örneğini sergilerler. Unutmamak gerekir ki, asıl merhametsizlik, karşı tarafın ahiretini düşünmeksizin yaptığı yanlışlara bile bile seyirci kalmaktır.
Müminlerin gösterdikleri bu ahlak anlayışında kendilerine aldıkları örnek ise kuşkusuz Allah’ın “çok büyük bir ahlak” (Kalem Suresi, 4) üzerinde olduğunu bildirdiği Peygamberimiz (sav)’dir. Allah Peygamber Efendimiz (sav)’in üstün merhamet anlayışını bir ayette “Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O’nun gücüne giden, size pek düşkün, mü’minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir” (Tevbe Suresi, 128) ifadesiyle bildirmiştir.
İşte bu ahlakı kendilerine örnek alan inananlar da müminlere karşı, her an onların ahiret menfaatlerini gözeterek, Allah’ın emrettiği şekilde şefkatli ve merhametli davranırlar.