Cesaret de diğer pek çok kavram gibi din ahlakından uzak bir toplumun içinde Kuran’daki anlamından farklı algılanan ve yaşanan kavramlardandır. Kuşkusuz herkesin cesaret konusunda söyleyeceği birçok şey olabilir. Ancak bize her konuda olduğu gibi bu konuda da en doğru tanımlama Kuran’da yapılmaktadır.
Her insanın cesaret gösterdiği anlar olur, fakat insanların cesur davrandıkları konular, bu şekilde ulaşmak istedikleri amaçları ve gösterilen cesaretin sınırları Kuran’da tarif edilenlerden oldukça uzaktır.
Cesaretin tarifinin yapılması istense, Kuran ahlakını ve Allah’ın insanlara nasıl bir cesaret tavsiye ettiğini bilmeyen bir kişinin tarifiyle, bir Müslümanın tarifi elbette birbirinden farklı olacaktır. Müslüman cesareti Kuran’a göre değerlendirirken, pek çokları seyrettikleri macera filmlerinin etkisinde kalarak kafalarında canlandırdıkları bir kahraman modelini tarif edeceklerdir. Örneğin, filmlerde sık rastlanan, trafiğin hızla aktığı bir otobanda ters istikamette gitmek şeklinde bir hareket onlara göre çok büyük bir cesaret örneğidir.
Lisede okuyan öğrencilerin cesaret anlayışları ise daha farklıdır. Öğretmenle kavga eden öğrenci arkadaşları tarafından çok cesur olarak nitelendirilebilir. Asi davranan, kuralları yıkmaya çalışan bir kişinin de çok cesur olduğu düşünülür. Örneğin; okula lacivert pantalonla gelmesi gerekirken yeşil bir pantalonla gelen kişi, diğer öğrencilere göre, büyük bir cesaret göstermiştir. Sınavda kopya çekmek de bu tip kişilerin paylaştıkları cahiliyeye ait kültür yapısı içerisinde bir cesaret örneğidir.
Cahiliye toplumunda bir iş adamı için cesaretin tanımı ise, ticari açıdan bazı riskleri göze alabilmektir. Örneğin borsaya yüksek miktarda para yatırmak bu tür insanlar için bir cesaret örneğidir. Veya hiç denenmemiş bir iş alanına yatırım yapmak, en cesur insanların işidir.
Kısacası din ahlakından uzak toplumlarda her insan kendi yapısına, içinde bulunduğu ortama göre cesareti farklı yorumlayabilmektedir. Bu insanlar için ölçü Kuran değil, şahsi prensip ve alışkanlıkları olduğundan, her insanın cesaretten anladığı şey farklı olur. Örneğin; “mahalle kültürü” içerisinde cesaret, o yapıya has, farklı bir tanım kazanacaktır. Ve elbette bu kültürün yaşandığı bir toplum kesiminde yapılan cesaret tarifi, sosyal geliri daha yüksek kişilerin yaptığı tarife göre oldukça farklı olacaktır. Bir ev kadınının cesaretten anladığıyla, bir politikacının anlayışı da farklıdır.
Bu tarz örnekleri toplumun muhtelif farklı kesimleri sayısınca çoğaltmak mümkündür. Ama hepsinin kesiştiği ortak nokta cesareti, alışılmışın dışında birtakım uç hareketleri yapmakla, toplumun genel kabullerinin dışına çıkmakla aynı anlamda algılamalarıdır.
Kuran ahlakının hakim olmadığı böyle bir yapı içinde, bu çarpık anlayışın bir sınırı da yoktur. Bir hırsız da kendini cesur olarak nitelendirecek, yaptığı işin oldukça cesaret isteyen bir iş olduğunu savunacaktır. Çünkü Kuran’ı ölçü almayan insanların onlarca, hatta yüzlerce ölçüsü vardır; herkes olayları farklı açılardan değerlendirir ve farklı bir fikir ortaya atar. Herkes kendi fikrini mutlak doğru biliyor olduğu için de toplumda kaçınılmaz bir karmaşa yaşanır. Hiç kimse bir başkasının fikrini asla beğenmez. Kuran ahlakının yaşanmadığı bir toplumda, her konuda yalnızca kendi fikirlerini, değer yargılarını beğenmekten kaynaklanan karışıklıklar, çatışmalar mutlaka baş gösterir.
Oysa Kuran’a göre hareket edildiğinde, Allah’ın bildirdiği en güzel ve en doğru olan tek bir ahlak modeli yaşanır. Kuran’a göre gerçek cesaret ise, yukarıdaki örneklerde sayılanlardan çok farklıdır. Kuran’a göre gerçek cesaret, Allah’a güvenip dayanmaktan kaynaklanan, yaşamının her anında tevekkül etmenin sonucu olarak gelişen bir karekter sağlamlığıdır. Bu karakter sağlamlığı ile ilgili en güzel örnekleri de -ilerleyen bölümlerde anlatacağımız gibi- Peygamberimiz (sav)’in yaşamında ve Allah’ın Kuran’da örnek olarak gösterdiği diğer peygamberlerin yaşamlarında görebiliriz. Kuran’da verilen örneklerden öğrendiğimiz, cesaretin akılcı bir cesaret olması gerektiğidir. Allah insanların akıllarını kullanmalarını buyurmuş, akletmeyenler için de bir ayette şöyle buyurmuştur:
Allah’ın izni olmaksızın, hiç kimse için iman etme (imkanı) yoktur. O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar. (Yunus Suresi, 100)
Akılcı bir cesaret, başarıya da ulaşacaktır. Toplumun bazı kesimlerinde bilinen cesarette ise körü körüne bir “macera ruhu” hakimdir. Macera ruhuyla hareket eden ve delice bir cesaret gösteren insanlar bu kesim tarafından büyük takdir görürler. Örneğin; tamamen yanmakta olan bir eve girip içeriden değerli eşyalarını çıkarmaya çalışan kişi oldukça cesur olarak değerlendirilebilir. Oysa bu kişi son derece tehlikeli ve akıl dışı bir iş yapmaktadır. Takdir edilmesi değil, aksine engellenmesi, uyarılması gerekir. Nitekim insan hayatı her türlü dünyevi metadan daha önemlidir.
Akıl, cesaretin Kuran ahlakına uygun olarak yaşanmasındaki en önemli unsurdur. Akıllı olmak ise Allah korkusunu yaşamanın bir sonucudur. Allah Kendisi’nden gereği gibi korkanlara doğruyu yanlıştan ayıracak bir anlayış verir. Allah korkusuyla artan bu anlayış, karşımıza çıkan her durumda doğru seçeneği bulmamızı sağlar. Bu gerçek Kuran’da şöyle belirtilir:
Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)
Akıl, Kuran’da çok önemli bir konu olarak vurgulanmıştır. Müminlerin bütün davranışlarında görülen akıl, sergiledikleri cesaret örneklerinde kendini mutlaka gösterir. Müminin ortaya koyduğu cesaret, duygusal bir hareket değildir. Belki kimi zaman büyük risklerin altına da girer, ama bunlar hiçbir zaman için ani bir duygusallık hissine kapılıp, düşüncesizce yapılan eylemler şeklinde olmaz. Her davranışında olduğu gibi, ortaya koyduğu bu davranışın temelinde de mutlaka akıl vardır. Körü körüne akılsızca bir cesaret örneği sergilemez.
Allah korkusu, her konuda olduğu gibi, bu konuda da son derece önemli bir kıstastır. Allah korkusu olmayınca kişi rahatlıkla insanlara zarar verecek davranışlarda bulunabilmekte, kendi menfaatleri için başkalarının haklarını çiğneyebilmektedir. Bu kişilerin cesaret anlayışları Kuran’da bildirilen gerçek cesaret ile taban tabana zıttır.
Bu zihniyete sahip insanlar, başkalarının hakkını yiyerek menfaat sağlamayı ve bunu yaparken kanunlara yakalanma riskini göze almayı cesaret olarak görebilirler. Karanlık işlerini aynı anda yapabilmeyi ve hiç yakalanmadan zengin olabilmeyi cesaret zannederler. Pervasızca bu tür ahlaksızlıklara yönelmeyi, kendi dünyevi çıkarları uğruna diğer insanlara zulmetmekten çekinmemeyi, hiçbir otorite tanımamayı bir üstünlük olarak algılayabilirler. Oysa yeryüzünde karışıklık çıkarmak, insanlara zulmetmek, insanların hakkını çiğnemek ve bunlara benzer davranışların tümü Allah’ın insanları sakındırdığı, ayetleriyle men ettiği ve insanlara ahirette hesabını veremeyeceklerini bildirdiği çirkin davranışlardır. Cesaret, ancak güzel ahlak ile birlikte olursa gerçek anlamını kazanır. Devletin ve yasaların aleyhine gösterilen bir cesaret ise çirkin bir cesaret olup güzel ahlakla, Allah’ın Kuran’da bildirdiği Müslüman modeliyle bağdaşmamaktadır.
Cesaret Allah’ın rızasını kazanmak için gösterilen bir tavırdır. Müminler Allah’ın hoşnutluğunu elde etmek maksadıyla canlarını ve mallarını gözden çıkarırlar. Esasında bu, inanan insanlar için sonradan alınan bir karar değildir. İnananlar bu kararı “iman ettik” dedikleri anda vermişlerdir:
Hiç şüphesiz Allah, mü’minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu) Tevrat’ta, İncil’de ve Kuran’da O’nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah’tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur. (Tevbe Suresi, 111)
Bu kararı ilk başta vermiş oldukları için geriye sadece bunun gereğini yerine getirecekleri fırsatın önlerine çıkması kalmıştır. Gerçekte müminlerin gösterdikleri bu cesaret yalnızca Allah’ın kendilerine emretmiş olduğu davranıştır. Bu yüzden müminler en büyük cesaret örneklerini gayet soğukkanlı, tevekküllü ve korkusuzca sergilerler. Çünkü Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak söz konusu olduğunda inanan bir kimsenin vazgeçemeyeceği ve göze alamayacağı hiçbir şey yoktur.
Zaten insana canını ve mallarını veren Allah’tır. Bunları Kendi dilemesiyle insana verdiği gibi, yine istediği zamanda ve istediği şekilde geri almak da yine Allah’ın tasarrufu altındadır. Ayrıca unutulmamalıdır ki, hiçbir şey insanın başına tesadüfen gelmez. Kuran ahlakını yaşama konusunda, Allah adına cesur ve kararlı davranan bir kimse kaderinde yazılı olandan başkasını yaşamaz. Bu da dünyada ve ahirette kendisi için en hayırlı olandan başkası değildir. Yani insan bir zorluk karşısında cesaretli davrandığında, o zorluğu yenmeye çalıştığında ne ile karşılaşırsa karşılaşsın hepsinin sonucu kendisi için hayırlıdır. Çünkü Allah Kuran’da inanan kullarının işlerini mutlak hayırla sonuçlandıracağını bildirmiştir.
Gerçek cesaretin bize en güzel şekilde tarif edildiği Kuran’da, peygamberlerin ve onları izleyen müminlerin hayatlarından verilen örneklerde, Allah’ı razı etmek için sergilenen cesaretin son derece üstün bir meziyet olduğu anlaşılmaktadır.
Buraya kadar da gördüğümüz gibi, Kurani bir cesareti toplumda yaşanan örneklerden farklı kılan en önemli unsur “amaç”tır. Kuran incelendiğinde cesaret kavramının, halk arasında bilinenlerin dışında çok farklı amaçlar içerdiği görülür. Kurani bir cesaretin amacı ne insanların takdirini, hayranlığını toplamaktır, ne de kişinin kendi egosunu tatmin etmesidir; amaç sadece Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaktır.
Elbette bu, toplumun yaşadığı cesaret kavramıyla, Kurani cesaret arasında büyük farklılıkların oluşmasına neden olur. Nitekim toplumun birçok kesiminde oturmuş olan cesaret anlayışında daha önce de belirttiğimiz gibi “dünyevi hedefler” vardır; yani kişi herhangi bir konuda cesaret gösterirken ahirete yönelik bir amaç gözetmeden, dünyaya dair hesaplar yapmaktadır. Belki güzel ve faydalı bir iş yapıyordur, örneğin, aniden yola fırlayan bir çocuğu ezilmekten kurtarıyordur; ama burada amacı kendi vicdanını rahatlatmaktır. Ya da topluluk önünde haksızlığa uğrayan birinin hakkını savunuyordur. Davranışı güzeldir, ancak amacı oradakilerin takdirini kazanabilmektir. Oysa bu davranışı Allah Katında geçerli kılacak olan, bu davranışın Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yapılmasıdır.
Nitekim bu gerçeği asla akıllarından çıkarmayan Müslümanların cesaret gösterdikleri konular dünyevi amaçlara, çıkarlara yönelik olmaz. Asla insanlar tarafından “cesur bilineyim”, “bana cesur desinler”, “herkesin gözüne gireyim” gibi isteklerde de bulunmazlar. Allah için sergiledikleri cesareti Allah’ın bilmesi onlar için yeterlidir.
“Derin İmanda Müthiş Bir Cesaret Olur, Dini Anlatmak İçin De Müthiş Bir Heyecan Ve Şevk Duyulur”
Adnan Oktar`ın 27 Ekim 2010 tarihli TV Kayseri ve Samsun Aks TV röportajından
ADNAN OKTAR: … Dünyada en büyük sorun, iman zafiyetidir. İnsanların iman zayıflığıdır. İmanı güçlü olsa bir insanın bir kere müthiş bir cesaret olur üzerinde. İkincisi dini anlatmak için müthiş bir heyecan ve şevk duyar. Allah sevgisini sürekli anlatmak ihtiyacı duyar. Allah’ı sürekli savunur. Allah korkusunu anlatır. İnsanların büyük bir bölümünün buna gücünün yetmemesinin sebebi, Allah’a inançlarının insanların zayıf olmasıdır. Bu dünya imtihan meydanıdır. En önemli şey, iman hakikatlerinden Allah’ın varlığını, samimi olarak anlamaktır. Mesela Peygamberimiz (sav) Hira Mağarası’nda düşünüyordu, tefekkür ediyordu. Derin düşündüğü için Allah’a karşı derin sevgisi oluşmuştu. Allah ona onu vesile ediyordu. Hz. İsa (as) da öyle, çok derin düşündüğü için derin imanı vardı. Derin imanda Allah çok güzel neticeler verir insanlara…
… Şimdi iman eden aklı başında bir insan olağanüstü bir durum olduğunu görüp bütün hayatının sosyal yönlerinden çekilip var gücüyle İslam ahlakını yaymak için böyle bir durumda gayret eder mi etmez mi? Gerçek imanda bunu eder. Adam son derece sakin… öyle bir üslup ve amaç hiç görünmüyor. Öyle bir yöntem göremiyoruz.
Onun için en önemli konu iman hakikatlerinin anlatılması. Mesela ben Mehdiyeti anlatıyorum, ama az insanda etki gösteriyor. İman zayıflığından dolayı o konuya pek yanaşmak istemiyor epey bir insan. Mesela biz diyoruz ki; “Irak’ta Müslümanları perişan ediyorlar. Afganistan’da da eziyorlar” diyoruz. Yine iman zayıflığından dolayı insanlar ilgilenmek istemiyorlar. Önemli görmüyorlar onu. Ne kadar anlatırsak anlatalım beyninde sanki ağdalı büyük bir magma varmış gibi, sanki beynine ağır bir pençe yemiş gibi kavrayamıyor. Ama kolay bir şey olduğunda ondan zevk alıyorlar. Mesela “evinde, gir akşam eve 70 bin kere zikir yap” diyorlar. Burada tebliğ yok, araştırma yok, inceleme yok. Dalaletle mücadele etmek yok ve derin bir zihni faaliyet de yok. Haşa, onu, uykuyu iyi getiren bir şey olarak görüyor. Uyku ilacı gibi görüyor. Halbuki biz Allah’ı andığımız da kalbimiz açılır şevkimiz artar. Allah’a karşı heyecanımız artar…