Büyük tehlikeler, felaketler, salgın hastalıklar, ölüm… Birçok insanı etkileyen, düşünmeye sevk eden bu gibi son derece ibret verici olaylar bile bazı kişilerin vicdanlarında ciddi bir etki uyandırmaz. İçlerinden bazıları için bunlar, sadece seyredilip geçilen birer haber ya da usulen söylenen birkaç beylik sözle üzerinde durulan birer konu niteliği taşır. Böylesine bir duyarsızlık içinde yaşayan kişi, çok önemli olaylar karşısında da gafletin sakinliği içinde olur; bunlardan hiç etkilenmeden, üzerlerinde düşünmeden geçebilir, günlük hayatına devam edebilir. Elbette olaylardan etkilenmekten kastedilen panik olmak, üzülmek, duygusallaşmak veya fevri tavırlar sergilemek değildir. Kastedilen, bazı kişilerin önemli olaylar karşısında bile lakayt tavırlarını devam ettirmeleri, bunlardan ibret almamaları ve kendi adlarına bir ders çıkarmamalarıdır.
Lakayt Olmayı Hayat Felsefesi Olarak Benimseyenler
Duyarsızlığı hayat felsefesi haline getiren insanların kendilerine ait, küçük bir dünyaları vardır. Bu dünyadaki herşey düşünmeme, sadece o anı yaşama üzerinedir. Adeta büyülenmişçesine yaşadıkları bu hayat şeklini derin düşünerek bozmak istemezler. Düşündüklerinde gerçekleri göreceklerini, Allah’tan korkacaklarını bildiklerinden, tümüyle umursuz ve duyarsız davranmayı tercih ederler. Örneğin birçok kişiye dünya hayatının geçiciliğini, Allah’ın varlığını ve ahiretin gerçekliğini hatırlatan bir ölüm olayı ya da bir kaza haberi bu insanlar için her gün onlarca-yüzlerce kişinin başına gelen sıradan bir olaydır. Olanlar üzerinde düşünmek, ölümün yakınlığını hatırlayarak Allah’tan sakınıp korkmak, tevbe etmek yerine beylik konuşmalar yaparak bu konular üzerinde hiç düşünmezler. Aksine tüm dikkatlerini günlük işlerine yoğunlaştırarak haberin üzerlerindeki etkisini azaltmaya çalışırlar. Oysa Allah Kuran’da bu tarz olayların, insanların öğüt almaları için olduğunu bildirir:
“Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar.” (Tevbe Suresi, 126)
Dikkat edilecek olursa bu gibi kişilerin, konuşmalarında, genelde ölümden korkmadıklarını, ölümün de doğum gibi doğal bir olay olduğunu sıklıkla vurguladıkları görülecektir. Bu kişiler ölümün, insanların dünyada yaptıklarının sonsuza dek karşılığını alacakları ahiret hayatlarının bir başlangıcı olduğundan hiç bahsetmezler. Hep başkaları ölecek ve kendileri ölmeyip sonsuza kadar dünyada yaşayacaklarmış gibi bir ruh hali içindedirler. Bu kişiler boş sohbetler yapmaya devam ederek ölümün yakınlığını, Allah’a hesap verecekleri gerçeğini düşünmekten itinayla sakınırlar. Ölümle birlikte hiç kimse için tekrar dünyaya dönme ihtimali olmadığından, öldükten sonra dünyada yapılanlardan pişmanlık duyulsa bile artık bunun geri dönüş yolu olmadığından da hiç bahsetmezler. Allah bu duyarsızlığı yaşayan insanların içinde bulundukları derin gafleti; “İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar. Rablerinden kendilerine yeni bir hatırlatma gelmeyiversin, bunu mutlaka oyun konusu yaparak dinliyorlar.” (Enbiya Suresi, 1-2) ayetleriyle bildirmektedir.
Yaşananlardan Öğüt Almasını Bilmek
Her şeye karşı lakayt bir tavır içinde olan insanlar, kendi başlarına gelen felaketlerde de Allah’a sığınmazlar. Allah’ın insanların üzerinde düşünmeleri, sakınıp korkmaları, Kendisi’ne yönelip dönmeleri için yarattığı yanardağ patlaması, deprem, sel, salgın hastalıklar gibi felaket niteliğindeki olaylar bile söz konusu kişilerin bu anlayışını değiştirmez.
Allah Kuran’da bu konu ile ilgili olarak büyük bir deniz kazasından kurtulan insanların eski lakayt tavırlarına geri dönmelerini ibret vesilesi olarak bildirir. Allah’ın Kuran’da bildirdiğine göre denizin ortasında büyük bir fırtınaya yakalanmış, çaresizliği ve aczi derinden yaşayan insanlardan, Allah kendilerini kurtardıktan sonra daha karaya çıkar çıkmaz eski lakayt tavırlarına geri dönenler vardır. Bu gibi kişiler dünyevi hırslarına ve tutkularına, din ahlakından uzak yaşamlarına kaldıkları yerden devam edebilmektedirler. Kimsenin hatta kendilerinin bile nefislerine yardıma güçlerinin yetmediğini çok önemli bir dersle gördükleri halde yine Allah’ın sonsuz kudretini göz ardı ederek lakayt tutumlarını sürdürebilmektedirler.
Kuran’da bu gerçeğe çok sayıda ayet ile dikkat çekilir. Bu ayetlerden birinde Allah, “Size denizde bir sıkıntı (tehlike) dokunduğu zaman, O’nun dışında taptıklarınız kaybolur-gider; fakat karaya (çıkarıp) sizi kurtarınca (yine) sırt çevirirsiniz. İnsan pek nankördür.” (İsra Suresi, 67) buyurur.
Bu şekilde her ne olursa olsun umursuzluğunu sürdüren insanlar için hemen her şey anlamsız ve değersizdir. Ciddi bir hastalık geçirmenin, başlarına büyük bir kaza veya bela gelmesinin pek bir önemi yok gibidir. Bu gibi olaylar karşısında, kendilerinden emin bir umursamazlık içinde olan insanların durumları hakkında Allah Kuran’da şöyle buyurmaktadır:
“Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterdi.” (En’am Suresi, 43)
Bir tür gaflet içinde yaşayan bu insanlar, felaketleri, ölümleri, kazaları ve hastalıkları hayatın akışının bir gereği olarak değerlendirirler. Gerçekte ibret vesilesi olarak yaratılan olaylar bu kişilere göre, geçmiş zamanlarda nasıl yaşanmışsa bugün de aynı şekilde yaşanmakta olan “doğal” veya “kaçınılmaz” olan olaylardır. Oysa Kuran’da Allah bazı insanların sahip oldukları bu yanlış anlayışı haber vermekte ve onların, …”Atalarımıza da (bazen) şiddetli sıkıntılar (bazen da) refah ve genişlikler dokunmuştu” dediler… (A’raf Suresi, 95) ifadeleriyle ortaya koydukları sığ mantığı bildirmektedir. Ayetteki ifadeden açıkça anlaşıldığı gibi bu insanların ortak özelliği başlarına gelen olayları hafife almaları, bunların üzerinde düşünmek ve Allah’tan korkup sakınmak yerine duyarsız bir tavır takınmalarıdır. Ancak bu gibi lakayt tavırların hiçbiri onlara fayda sağlamayacaktır.
Her şey bir kader dahilinde yaratılır
Kazalar, hastalıklar, ölümler kısacası herşey ancak Allah’ın dilemesi ile meydana gelir. Hastalığa sebep olan her türlü virüs ya da mikrobu, kazalara neden olan bütün araçları, her yeri yok eden sel felaketlerini, kasırgaları Allah sebep olarak yaratır. Hiç kimsenin ne yaparsa yapsın bunları engellemesi ya da değiştirmesi mümkün değildir. Gerçek bu iken, hastalıkta rol alanın bir virüs, kazaya sebep olanın da acemi bir sürücü olduğunun düşünülmesi Allah’ın unutulmasına ve dolayısıyla da umursuz bir tutumun ortaya çıkmasına neden olacaktır.
Allah yarattığı olaylarla insanların düşünerek Kendisi’ne yönelmelerini, korkup sakınmalarını ve ahiret yurdunu hatırlamalarını diler. Rabbimiz bir ayetinde bu gerçeği; “Andolsun, Biz onlara belki (inkarcılıktan) dönerler diye o büyük (uhrevi) azaptan önce, yakın (dünyevi) azaptan da tattıracağız.” (Secde Suresi, 21) şeklinde bildirmektedir. Başka ayetlerde de Allah başlarına her ne gelirse gelsin ders almayan ve gaflet içinde yaşamaya devam eden insanların varlığına dikkat çekmektedir.
Lakayt İnsanlar Güzellikler Karşısında da Duyarsızdırlar
Lakayt insanlar yanlızca tehlikelere veya hayati önem taşıyan olaylara karşı değil, güzelliklere karşı da tepkisiz davranırlar. Güzellikleri övmemek, takdir etmemek, beğendiğini belli etmemek, sevgi göstermemek de duyarsızlığın başka bir yönüdür. Oysa bu, Allah korkusundan uzak bir görünüm veren, akıl ve vicdanla bağdaşmayan bir ahlaktır. Kendilerine bu konularda set çeken kişiler bir süre sonra Allah’ın yarattığı çeşit çeşit nimetleri ve güzellikleri görmemeye, sevgiden hoşlanmamaya, herşeye karşı duyarsız olmaya başlarlar. Sahip oldukları batıl felsefeleri onları büyük bir boşluğa, duyarsızlığa ve sevgisizliğe iter.
Sevgiye, merhamete, iyi, güzel ve yeni olan bir şeye karşı duyulan insani heyecan duygusunu kaybederler. Birçok insanı heyecanlandıran, neşelendiren ya da harekete geçiren olaylar bu kişiler üzerinde aynı etkiyi oluşturmaz. Olaylar karşısındaki aşırı tepkisiz ve sakin davranışlarıyla diğer insanlar arasında dikkat çekerler. Bu sakinlikleri hem ses tonlarında, hem konuşma tarzlarında hem de bakışlarında kendini gösterir. Kuran’da bu gibi kişiler için kullanılan “kalpleri her türlü duyarlılıktan yoksun olma” (Hac Suresi, 53) ifadesi onların ruh hallerini tanımlamaktadır.
Kalpleri katılaşan, vicdanlarını kullanmamaya alışmış olan bu kişiler farkında olarak ya da olmayarak kendilerine büyük bir kötülük yapmaktadırlar. Allah’ın, üzerlerindeki sayısız rahmetine karşılık olarak; verdiği nimetler için O’na şükretmek, O’nun rızasını kazanacak güzel işler yapmak, Kuran ahlakına uygun olarak yaşamak yerine tam tersi bir tutum sergileyerek vicdanlarını köreltmektedirler. Güzel ahlaklı, Allah’a boyun eğen, olaylardaki hikmetleri görerek O’nun derin rahmetine sığınan, şuurlu bir mümin karakteri yerine lakayt bir kişiliğe sahip olmayı tercih etmektedirler. Allah bu insanların vicdani durumlarını ayetinde “Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı.…” (Bakara Suresi, 74) ayetiyle açıklar.
Müslümanların Tavrı
Kuran ahlakını yaşayan Müslümanlar ise son derece duyarlı bir vicdana sahiptirler. Herşeyin bir amaçla yaratıldığına, şahit oldukları her olayın hayır ve hikmetler taşıdığına inandıkları için etraflarında olanlara kayıtsız kalamazlar. Karşılaştıkları her olayın hikmetlerini görme ve anlama konusunda sürekli çaba gösterirler. Önemli olaylar karşısında olgun ve itidalli tepkilerinin yanı sıra son derece duyarlı ve insaniyetlidirler. Başlarına gelen en küçük bir olayda bile bunu Allah’ın bir hayır ve hikmetle yarattığını düşünür, Allah’a sığınıp O’ndan bağışlanma dilerler. Nitekim Allah Kuran’da Müslümanların bu teslimiyetli davranışını örnek olarak gösterir, rahmetinin ve bağışlayıcılığının onların üzerine olduğunu bildirir:
“Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: “Biz Allah’a ait (kullar)ız ve şüphesiz O’na dönücüleriz.” Rablerinden bağışlanma (salat) ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır. (Bakara Suresi, 156-157)