Dinin yaşanmadığı toplumlarda “alay etmek” insanların kendilerine yapılmadığı sürece karşı çıkmadıkları, hatta önemli bir eğlence konusu olarak değerlendirdikleri bir tavırdır. Bu nedenle de neredeyse karşılaştıkları herşeyi alay konusu edinmekten çekinmezler. Bu tavır bozukluğu ile aslında karşı tarafı küçük düşürerek kendilerini yücelttiklerine de inanırlar. Onlara göre insanların sakatlık, şişmanlık, kısa boyluluk vs. gibi fiziksel eksikliklerinin yanı sıra dillerinin sürçmesi, hapşırmaları ya da ayaklarının takılıp düşmeleri gibi herkesin karşılaşabileceği insani durumlar bile önemli alay konularıdır.
Müminler ise, böyle bir tavra hiçbir şekilde tenezzül etmezler. Herşeyden önce Kuran ahlakında alayın yeri olmadığını ve bunun Allah’ın beğenmediği bir tavır olduğunu bilirler. Kuran’da Allah’ın bu konudaki emri şöyledir:
Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar… (Hucurat Suresi, 11)
Bunun yanında müminler insanlara imanları, güzel ahlakları ve Allah’a yakınlaşmak için gösterdikleri samimi çaba oranında değer verirler. Bu nedenle de bir insanın boyu, kilosu, şivesi, sakatlığı gibi fiziksel özellikleri her ne kadar eksik olursa olsun, bundan dolayı karşı tarafı küçük görmez ve bu durumu o kişiyi taciz etmek için asla kullanmazlar. Aksine bu eksikliklerinden dolayı bu kimselere karşı büyük bir merhamet duyar ve onların bu eksikliklerini giderecek samimi bir çaba içerisinde olurlar. Yine aynı şekilde yanlarında dili sürçen, ayağı takılıp düşen ya da benzer şekilde her insanın rahatlıkla karşılaşabileceği bir duruma düşen bir kimseyi, kesinlikle mahçup edecek bir tavır göstermezler.
Ayrıca alaycılık gibi çirkin bir tavrı hiçbir zaman için bir eğlence vesilesi olarak görmezler. Çünkü bir başkasının taciz olduğu bir konuşmadan, espriden ya da tavırdan kendileri de hiçbir şekilde zevk almazlar. Kendileri bu tavra asla yanaşmayacakları gibi, bir insanın başkaları tarafından sıkıntıya düşürüldüğü, mahçup edildiği ya da alay konusu yapıldığı bir olaya seyirci de kalmazlar. Mutlaka mahçup edilmeye çalışılan kimsenin koruyuculuğunu üstlenir ve onu hiçbir şekilde ezdirmezler. Kendilerine yapılmasını hiç istemedikleri bu tavırların bir başkasını da nasıl rahatsız edebileceğini vicdanlı oldukları için tahmin edebilirler. Bu konuda gösterdikleri tüm bu itina ise tamamen Allah korkularından ve güzel ahlaklarından kaynaklanmaktadır. Vicdanları ve merhamet anlayışları onları alaycılık gibi çirkin bir tavra girmekten alıkoyar. Ayrıca Allah’ın alay edenleri ahiret azabıyla uyardığını bilir ve bu tavırdan şiddetle korkup sakınırlar:
Arkadan çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay haline; Ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanıyor. Hayır; andolsun o, ‘hutame’ye atılacaktır. “Hutame”nin ne olduğunu sana bildiren nedir? Allah’ın tutuşturulmuş ateşidir. Ki o, yüreklerin üstüne tırmanıp çıkar. O, onların üzerine kilitlenecektir;
(Kendileri de) Dikilip-yükseltilmiş sütunlarda (bağlanacaklardır). (Hümeze Suresi, 1-9)