Şu an kaç yaşındaysanız, örneğin 30 yaşındaysanız, bundan 30 sene 10 ay öncesine geri dönelim. Yeryüzünde bir varlığınız olmadığı gibi, var olacağınıza dair bir işaret de yoktu. Sonra bir spermin yumurta hücresi ile birleşmesi ve 9 aylık gelişim süreci sonucunda bir bebek olarak dünyaya geldiniz; yani yok iken var oldunuz. Önce tek bir hücre idiniz; sonra bu hücre bölündü iki hücre oldu, ardından dört, sekiz, onaltı, otuziki… En sonunda da milyarlarca hücreden oluşan, eli, kolu, gözleri, kulakları, burnu, dolaşım sistemi, solunum sistemi olan bir canlı haline geldiniz. Üstelik tek bir hücreyken, düşünebilen, akledebilen, görebilen, hissedebilen, şuur ve bilinç sahibi, zevk alan bir varlık oldunuz. Bunun ne kadar olağanüstü bir olay olduğunu biraz düşündüğünüzde rahatlıkla kavrayabilirsiniz.
Peki bu mucizevi olay nasıl gerçekleşti? Gözle görülmeyen iki parçanın birleşmesiyle nasıl şuurlu bir varlık oluştu ve bu varlık dünyaya eli yüzü düzgün görünümlü bir bebek olarak geldi? İşte bu soruların cevapları aşağıdaki ayetlerde verilmiştir:
O’dur ki, sizi topraktan, sonra bir damla sudan, sonra bir alak’tan (embriyo) yarattı; sonra sizi bir bebek olarak çıkarmakta, sonra güçlü (erginlik) çağınıza erişmeniz, sonra da yaşlanmanız için size (belli bir ömür vermektedir). Sizden kiminin daha önce hayatına son verilmektedir; adı konulmuş bir ecele erişmeniz ve belki aklınızı kullanmanız için (Allah sizi böyle yaşatır). Dirilten ve öldüren O’dur. Bir işin olmasına hükmetti mi, ona yalnızca: “Ol” der, o da hemen oluverir. (Mümin Suresi, 67-68)
Bu ayetlerle insana hatırlatılan, kişinin kendisi de dahil olmak üzere tüm insanların ve tüm varlıkların Yaratıcısı’nın Allah olduğu ve insanların bu gerçek karşısında akıllarını kullanmaları gerektiğidir. Aklını kullanan insan, asıl yaratılış gayesine ulaşacak ve Allah’ın dinine teslim olacak, O’nun rızasını ve rahmetini kazanmak için çalışarak yaşamını sürdürecektir. Allah, Kuran’da insanlara kendi yaratılışlarını düşünerek aldanışlardan, yanılgılardan uzak durmalarını şöyle emretmiştir:
Ey insan, ‘üstün kerem sahibi’ olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan nedir? Ki O, seni yarattı, ‘sana bir düzen içinde biçim verdi’ ve seni bir itidal üzere kıldı. Dilediği bir surette seni tertib etti. Asla, hayır; siz dini yalanlıyorsunuz; Oysa gerçekten sizin üzerinizde koruyucular var, ‘Şerefli-üstün’ yazıcılar. Her yapmakta olduğunuzu bilirler. (İnfitar Suresi, 6-12)
Ancak tüm bu gerçeklere rağmen insan aldanıp yanılmaya, yanlış yola sapmaya, kendini kandırarak ömrünü boş işlere harcamaya yatkın bir varlıktır. Yeryüzündeki her detay son derece mucizevi olduğu halde, vicdansızlık yaparak bunları görmemeye, duymamaya veya görüp duyup da anlamazlıktan gelmeye meyillidir. Eğer insan Allah’ın varlığı ve büyüklüğü üzerinde düşünmez, aklını kullanmazsa dünyada yaşadıkları nedeniyle sonsuz bir pişmanlıkla karşılaşabilir. İşte bu yüzden insanların kendilerini kandırmaktan vazgeçmeleri, dünyadaki herşeyin bir amaç üzerine yaratıldığını, sahip oldukları tüm nimetlerin kendilerine bir hikmetle verildiğini ve hesap günü tüm bunlardan sorgulanacaklarını akıllarından çıkarmamaları gerekmektedir.
Din Ahlakını Yaşamak Samimiyet Gerektirir
Gerçek ve samimi imana sahip insanlar hiçbir konuda kendilerini kandırmaz ve gerçeklerden kaçmazlar. Çünkü bu insanlarda güçlü bir Allah korkusu vardır ve bu nedenle Allah’ın rızasını kaybetmekten, O’na kullukta kusur etmekten şiddetle sakınırlar. Ama Kuran’da bildirilen ifadeyle “kalbinde hastalık olan kişiler” Allah’a ibadet etmekte “ağır” davranırlar. Allah bu insanların varlığını Nisa Suresi’nin 72. ayetinde “Şüphesiz içinizden ağır davrananlar vardır” şeklinde bildirmiştir. Bu insanlar Kuran’a uygun olan yaşam ve ahlak modelini bilirler, ama din konusunda samimi olmadıkları için bu konuda isteksizdirler. İbadetleri yerine getirmemek için daima bahane ararlar. Sürekli böyle bir arayış içinde oldukları için de her şart ve ortamda kendilerini kandıracak ya da doğru olandan uzaklaştıracak sahte gerekçeler bulurlar. Allah’ın bir başka ayetinde bildirdiği gibi “bir ucundan dini yaşarlar” ve Allah’a gereği gibi kulluk etmezler. Halbuki onlar böyle samimiyetsiz bir ibadet anlayışıyla yalnızca kendilerini kandırırlar. Allah bu durumu Kuran’da şöyle açıklar:
İnsanlardan öyleleri vardır ki: “Biz Allah’a ve ahiret gününe iman ettik” derler; oysa inanmış değillerdir. (Sözde) Allah’ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlarlar ve şuurunda değiller. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır. (Bakara Suresi, 8-10)
Allah’ın dininde samimiyet esastır. Eğer bir insan sırf alışkanlıkları nedeniyle veya çevresinden tepki görmemek için bazı ibadetleri isteksizce yerine getiriyorsa, yukarıdaki ayette de bildirildiği gibi bununla yalnız kendisini kandırmış olur. Yaptıklarının Allah Katında bir geçerliliği olmasını bekleyemez. Allah Kuran’da isteksizce yapılan ibadetlerin kabul görmeyeceği ile ilgili olarak insanları şöyle uyarır:
İnfak ettiklerinin kendilerinden kabulünü engelleyen şey, Allah’ı ve elçisini tanımamaları, namaza ancak isteksizce gelmeleri ve hoşlarına gitmiyorken infak etmeleridir. (Tevbe Suresi, 54)
Samimiyetten uzak insanların Allah’a karşı olan sorumluluklarından kaçmak, ömürlerini dünyevi hırslarla tüketmek için bitmeyen tükenmeyen bahaneleri vardır. Genç yaşlarında, okul yıllarında, iş hayatına atılınca, eğlencede, yazın, kışın, çocuk sahibi olunca, üzülünce, sevinince… Her durumda ibadet etmelerine, Allah’ın emirlerine uymalarına engel olarak gösterebilecekleri suni sebepler üretebilirler. İlerleyen bölümlerde insanların bahane olarak öne sürdükleri konular günlük hayattan örneklerle açıklanacaktır. Burada önemli olan, insanların bu gerekçeleri öne sürerken samimiyetsiz olduklarının anlaşılmasıdır. Çünkü dünya üzerinde bir insanın Allah’ın emirlerini yerine getirmesine engel olabilecek hiçbir gerekçe olamaz. Eğer insan böyle bir gerekçe öne sürüyorsa, bu, kendi samimiyetsizliği veya iradesizliğinin göstergesidir.
Allah’ın kendisini her an sarıp kuşattığını, kendisine şah damarından yakın olduğunu, herşeyi gördüğünü, işittiğini, herkesin gizlediklerini de açığa vurduklarını da bildiğini bilen bir insan, O’na olan kulluğunda asla samimiyetsizlik yapmaya kalkışamaz. Bir bahane öne sürecek olsa bunu, daha kalbinden geçirirken ve hatta henüz geçirmeden Allah’ın bileceğini ya da kullukta çekimser davranan bir insanın içindeki isteksizlikten Allah’ın haberdar olacağını çok iyi bilir. Ve böyle bir samimiyetsizliğe kalkışmanın karşılıksız kalmayacağını da düşünüp anlar. Dolayısıyla da kendisini kandırmanın bir kaçış olamayacağının aksine onu çok büyük kayıplara uğratacağının bilincindedir. Böyle bir insan hiçbir şartta Allah’ın rızasından taviz vermez. Çünkü Allah’a kesin bir bilgi ile iman ettiği için zaafı yoktur. Kayıtsız şartsız bir samimiyet içindedir.
Kalbinde hastalık olan bu insanlar ise, Allah’ı açıkça inkar etmeseler de imanlarında bir zaafiyet olması söz konusudur. Yani inançları belli koşullara bağlıdır. Nefislerinin rahatıyla ya da çıkarlarıyla çelişen ilk anda Kuran ahlakını yaşamada taviz vermekten çekinmezler. Bunun dışındaki zamanlarda da kendilerince kolaylarına gelen ibadetleri yerine getirerek vicdanlarını rahatlatmaya çalışırlar.
Bu insanlar kendilerini çok açık bir şekilde kandırırlar, ama bir türlü bunun şuuruna varmazlar. Siz de bu insanların Allah Katında düştüğü samimiyetsiz duruma düşmek istemiyorsanız dikkat edin ve sakın kendinizi kandırmayın. Eğer bilgi eksikliği içindeyseniz, Rabbimiz’i en iyi Kuran’ı okuyarak tanıyabilirsiniz. Çünkü Allah Kendisi’ni kullarına indirdiği kitabında tanıtmıştır. Böylelikle Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edebilir ve imanı bütün, samimi bir dindar olabilirsiniz. Ama Allah’ı ve dinini cahiliyenin bakış açısı ile değerlendirirseniz, telafisi mümkün olmayan büyük hatalara düşersiniz. Unutmayın; ancak Allah’a kesin bir bilgiyle iman ettiğinizde ve samimi bir kullukta bulunduğunuzda kurtuluş bulabilirsiniz.
Samimi Dindar Olmak Ahiret İnancının Güçlü Olması İle Mümkündür
Önceki bölümlerde de belirtildiği gibi, hayatını kendi istek ve tutkuları doğrultusunda, yaratılış gayesini unutmuş halde, değersiz işler peşinde koşarak, Allah’ın emir ve yasaklarını tanımadan geçiren bir insan, ölümden sonra dirileceğini, yaptıklarının tek tek hesabını vereceğini ve buna uygun bir karşılık göreceğini düşünmeyi istemez. Bundan dolayı her ne kadar ahiretin varlığını vicdanen bilse bile, vicdanını susturmayı ve kendini kandırmayı tercih eder. Sırf bu gerçekten kaçmak için bazı sapkın inançlara bile sarılır. Örneğin, özellikle son zamanlarda yaygınlaşan, öldükten sonra çeşitli kereler farklı yer ve zamanlarda ve farklı kimliklerle dirilerek yeniden dünyaya gelme şeklinde açıklanan reenkarnasyon inancının insanlar tarafından benimsenmesinin sebeplerinden biri de budur. Çünkü dünyada yaptıklarının karşılığı olarak ahirette cehennem gibi bir cezanın kendilerini beklediğini bilen ya da en azından buna ihtimal veren insanlar, öldükten sonra ahirete gidecekleri gerçeğinden rahatsız olurlar. Bu yüzden de mevcut hiçbir delili ve dayanağı olmamasına rağmen bu sapkın inancı veya bu tarz gerçek dışı inançları seve seve kabul ederler.
Bu şekilde kendilerini bir yolla ahiretin olmadığına inandırarak avutmaya çalışan insanlar her dönemde yaşamıştır. Nitekim Allah Kuran’da bu insanların, sırf ahireti kabul etmemek ve bu gerçekle yüz yüze gelmemek için akıl ve mantıktan nasıl uzaklaştıklarını bizlere ibret olarak aktarmıştır. Bu ayetlerden biri şöyledir:
Derler ki: “Biz çukurda iken, gerçekten biz mi yeniden (diriltilip) döndürüleceğiz? Biz çürüyüp dağılmış kemikler olduğumuz zaman mı?” Derler ki: “Şu durumda zararına bir dönüştür bu.” (Naziat Suresi, 10-12)
Yukarıdaki ayetlerin sonunda da görüldüğü gibi ahireti ve dirilişi inkar eden bu insanlar, yeniden diriltilecekleri gerçeğinin kendi zararlarına olacağını vicdanen bilmektedirler. Bu yüzden bu gerçeği mümkün olduğunca akıllarına getirmemeye, demagojik konuşmalarla, sapkın düşüncelerle unutmaya ve unutturmaya çalışırlar. Cevabını çok iyi bildikleri halde, sırf gerçeklerden kaçmak için sordukları bu sorularla ilgili ayetler ise şöyledir:
Kendi yaratılışını unutarak Bize bir örnek verdi; dedi ki: “Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş?” De ki: “Onları, ilk defa yaratıp-inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir.” (Yasin Suresi, 78-79)
Ahiret konusunda bu şekilde kendilerini kandırma yolunu seçen insanların bu mantıkları, tüm düşünce ve tavırlarına yansır. Bir insan eğer kendi kendini ölümünden sonra bir hesap gününün olmayacağına ve cennet ya da cehennem hayatının olmadığına inandırırsa taşkınlıkta sınır tanımaz. Çünkü insanı korkup sakınarak hareket etmeye yönelten sebeplerden biri, ahirette yaptıklarına uygun bir karşılık göreceği inancıdır. Ama eğer aksi yönde bir düşünce geliştirirse, sorumluluklarını önemsememeye ve göz ardı etmeye başlar. Çünkü ancak ahirete inanan insanlar, bu dünyada kendilerini kandırarak gerçeklerden kaçmanın ahirette çok büyük bir acı ve hüsranla sonuçlanacağını bilebilirler.
Siz de biraz düşündüğünüzde kendiniz dahil etrafınızdaki hiçbir şeyin bir tesadüf eseri olmadığını, herşeyin Allah’ın sonsuz gücü, bilgisi, isteği ve kontrolünde gerçekleştiğini rahatlıkla görebilirsiniz. Ayrıca ahireti yaratmanın da yukarıdaki ayetlerde haber verildiği gibi Rabbimiz için çok kolay olduğunu, İlahi adalete en uygun olan olduğunu kavrayabilirsiniz. Dikkat edin, bunları sakın anlamazlıktan gelerek kendinizi kandırma yoluna gitmeyin. Çünkü bu konuda kendini kandıranlar ve ahiret gerçeğinden uzak yaşayanlar, ahirette yaptıkları hataları telafi edememenin sonsuz acısını yaşayacaklardır.
“Samimi Olmak İçin Vicdana Tam Uymak Ve En Güzel Tavrı Göstermeye Çalışmak Lazım”
SUNUCU: … “Muhammed Adnan Hocam bunu vicdanen size soruyorum. Samimi bir mümin olmak için ne yapmak lazım sayın Hocam? Allah razı olsun ve selametle.”
ADNAN OKTAR: Samimi olmak için kendini kasmamak, doğal olmak lazım. Vicdanına tam uymak, en güzel sözü seçmek, en güzel tavrı yapmaya çalışmak lazım yani kafasında şeytan at oynatmayacak. Çok samimi olacak, herkes için iyilik düşünecek, hayır düşünecek. Çünkü birine insan düşman olduğunda kasılır, birine kin duyduğunda kasılır, kötü bir şey düşündüğünde kasılır, küstüğünde kasılır, öfkelendiğinde kasılır; küsmeyi, öfkelenmeyi, intikam almayı bunların hepsini bırakacak, Allah’a tam teslim olacak. Vücut normal fonksiyonlarına gelecek yani normal çalışmaya başlayacak. Çünkü küsmeyi devreye soktu mu, öfkeyi soktu mu, vücut iptal olur, kafa gider.
Beyni gider, dengeli düşünemez artık. Mantıksız düşünmeye başlar, kontrolü kaybeder. Ama çok candan olursa bir insan herkese affetmek gözüyle, şefkatle, sevgiyle bakarsa, hoşgörülü, sevecen olursa, Allah’tan şiddetli korkar, Allah’ı çok sever, aşkla severse samimi olmuş demektir. İnşaAllah gerçek samimiyet budur.
ADNAN OKTAR: … Samimi olunduğunda genellikle insanların aleyhinde de olur samimiyet. Mesela birisine iyilik yaparsın, “merhametten maraz doğar” derler, doğsun yine de merhametli olacaksın. İnşaAllah.
Çok samimi olmak lazım. Candan olmak lazım. Allah öbür türlü rahatlık vermez zaten dünyada da ahirette de. (Adnan Oktar’ın 22 Kasım 2010 tarihli Adıyaman Asu Tv röportajından)