Hayatın içerisinde hemen hemen her gün yüzyüze geldiğiniz; çok iyi bildiğinizi ve çok iyi kavradığınızı düşündüğünüz bazı konular vardır. Öyle ki hatta çoğu zaman o konuyu, daha iyi kavrayabilmenin mümkün olmadığını sanırsınız. Ama bazen öyle bir söz duyarsınız, öyle farklı bir anlatıma şahit olursunuz ki, o çok iyi bildiğinizi sandığınız konuda daha önce hiç düşünmediğiniz yepyeni bir kapı, yepyeni bir ufuk açılır. Bir anda tüm bakış açınız kökten değişir. O konuya karşı olan tüm ülfetiniz kırılır. O çok iyi bildiğiniz konuyu sanki hayatınızda ilk kez duyuyormuşçasına yeni bir kavrayış şekli elde edersiniz.
İşte insanın, hayatının çeşitli aşamalarında sürekli olarak yeni ve daha derin bir kavrayış kazanacağı bu konulardan biri ‘dua’dır. İman eden her insan, Allah’ın tüm dualara icabet edeceğini bilir ve bu gerçeğe tüm benliğiyle gönülden iman eder. Ancak kişinin Allah’a olan yakınlığı, iman derinliği, kaderi kavrayışı arttıkça, dua konusundaki bakış açısı da sürekli olarak daha derinleşir ve mükemmelleşir. Kuran ayetlerini çok iyi bilmesine rağmen, aynı ayetleri tekrar okuduğunda, Allah’ın o ayetler ile kalbine yerleştirdiği mana gücü de sürekli olarak artar. Ve imanda kararlı olan her insan için bu durum hayatın sonuna kadar sürekli olarak tekrarlanır.
İşte dua konusunda insanın duyduğunda bir kez daha kalbinin açılmasına vesile olacak bilgilerden biri de, ‘duanın kaderin anahtarı olduğu’dur. Bu, Allah’ın adetullahının bir parçasıdır. Müslümanlar aşkla, şevkle Allah’tan istediklerinde, Allah’ın izniyle bu dua gerçek olur.
Bu, dünyada pek çok insanın bilmediği bir sistem ve Allah’ın gizli bir sırrıdır. Dua edildiğinde Allah’ın kaderi hareket etmeye başlar. Özellikle de toplu duanın özel bir gücü vardır; Müslümanlar topluca ve ısrarla bir istekte bulunduklarında, ve bu yönde sebebe sarıldıklarında, insanların olmayacak zannettikleri şey dahi Allah’ın izniyle olur. Allah dünyayı bu adetullah ile yaratmıştır.
Allah insanların kaderin bu sırrını kavrayabilmeleri için Kuran’da pek çok örnek vermiştir: Hz. Yunus (a.s.) bir balığın karnında iken Allah’ı çokça tesbih ederek dua etmiş ve Allah, benzersiz bir şekilde onu bu durumdan kurtarmıştır. Hz. Musa (a.s.) ve kavmi de, deniz ile Firavun’un askerleri arasında kaldıklarında, Hz. Musa (a.s.) Allah’a tam bir teslimiyetle güvenerek dua etmiş, Allah ona ve kavmine mucizevi bir çıkış yolu yaratmıştır. Resulullah Efendimiz (sav) de arkadaşıyla birlikte mağarada iken Allah’ın sonsuz gücüne gönülden teslim olmuş, Allah onu inkar edenlerin tuzaklarından koruyup galip getirmiştir. Aynı şekilde Hz. Yusuf (a.s.) bir kuyunun dibinde bırakıldığında da, Allah ona sonsuz merhametiyle yardımını ulaştırmıştır. Hz. İbrahim (a.s.) ateşe atılmak üzere iken de yine Allah’ın sonsuz lütfu tecelli etmiş ve Allah, Hz. İbrahim (a.s.) için ateşi esenlik kılmıştır. Hz. Zekeriya (a.s.) ise Allah’a dua etmiş ve eşi de kendisi de ileri yaşlarda olmalarına rağmen Allah’ın lütfuyla Hz. Yahya (a.s.)’ın doğumuyla müjdelenmişlerdir.
Kuran’da Allah’ın, peygamberlerin samimi çağrılarına olan icabetini bildiren ayetlerden bazıları şöyledir:
Şüphesiz Yunus da gönderilmiş (elçi)lerdendi.
Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı.
Böylece kur’aya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu.
Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı.
Eğer (Allah’ı çokça) tesbih edenlerden olmasaydı,
Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı.
Sonunda o hasta bir durumdayken çıplak bir yere (sahile) attık.
Ve üzerine, sık-geniş yaprakla (kabağa benzer) türden bir ağaç bitirdik.
Onu yüzbin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (peygamber olarak) gönderdik.
Sonunda ona iman ettiler, Biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık. (Saffat Suresi, 139-148)
İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa’nın adamları: “Gerçekten yakalandık” dediler.
(Musa:) “Hayır” dedi. “Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir.”
Bunun üzerine Musa’ya: “Asanla denize vur” diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.
Ötekileri de buraya yaklaştırdık.
Musa’yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk.
Sonra ötekileri suda boğduk.
Şüphesiz, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler. (Şuara Suresi, 61-67)
Siz Ona (Peygambere) yardım etmezseniz, Allah Ona yardım etmiştir.Hani kafirler ikiden biri olarak Onu (Mekke’den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: “Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir.” Böylece Allah Ona ‘huzur ve güvenlik duygusunu’ indirmişti, Onu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkar edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah’ın kelimesi, yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 40)
Onlar şöyle demişti: “Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir; oysa ki biz, birbirini pekiştiren bir topluluğuz. Gerçekte babamız, açıkça bir şaşkınlık içindedir.”
“Öldürün Yusuf’u veya onu bir yere atıp-bırakın ki babanızın yüzü yalnızca size (dönük) kalsın.Ondan sonra da salih bir topluluk olursunuz.” (Yusuf Suresi, 8-9)
Nitekim onu götürdükleri ve kuyunun derinliklerine atmaya topluca davrandıkları zaman, Biz ona (şöyle) vahyettik: “Andolsun, sen onlara kendileri, farkında değilken bu yaptıklarını haber vereceksin.”(Yusuf Suresi, 15)
Bir yolcu-kafilesi geldi, sucularını (kuyuya su almak için) gönderdiler. O da kovasını sarkıttı. “Hey müjde… Bu bir çocuk.” dedi. Ve onu (kuyudan çıkarıp) ‘ticaret konusu bir mal’ olarak sakladılar. Oysa Allah, yapmakta olduklarını bilendi.
Onu ucuz bir fiyata, sayısı belli (birkaç) dirheme sattılar. Onu pek önemsemediler. (Yusuf Suresi, 19-20)
Onu satın alan bir Mısır’lı (aziz,) karısına: “Onun yerini üstün tut (ona güzel bak), umulur ki bize bir yararı dokunur ya da onu evlat ediniriz” dedi. Böylelikle Biz, Yusuf’u yeryüzünde (Mısır’da) yerleşik kıldık. Ona sözlerin yorumundan (olan bir bilgiyi) öğrettik. Allah, emrinde galib olandır, ancak insanların çoğu bilmezler.
Erginlik çağına erişince, kendisine hüküm ve ilim verdik. İşte Biz, iyilik yapanları böyle ödüllendiririz. (Yusuf Suresi, 21-22)
“Bizim ilahlarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz o, zalimlerden biridir” dediler.
“Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları diline doladığını işittik” dediler.
Dediler ki: “Öyleyse, onu insanların gözü önüne getirin ki ona (nasıl bir ceza vereceğimize) şahid olsunlar.”(Enbiya Suresi, 59-61)
Dediler ki: “Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun.”
Biz de dedik ki: “Ey ateş, İbrahim’e karşı soğuk ve esenlik ol.”
Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat Biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık.(Enbiya Suresi, 68-70)
Zekeriya da; hani Rabbine çağrıda bulunmuştu: “Rabbim, beni yalnız başıma bırakma, sen mirasçıların en hayırlısısın.”
Onun duasına icabet ettik, kendisine Yahya’yı armağan ettik, eşini de doğurmaya elverişli kıldık.Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak Biz’e dua ederlerdi. Biz’e derin saygı gösterirlerdi. (Enbiya Suresi, 89-90)
Orada Zekeriya Rabbine dua etti: “Rabbim, bana Katından tertemiz bir soy armağan et. Doğrusu Sen, duaları işitensin” dedi.
O mihrapta namaz kılarken, melekler ona seslendi: “Allah, sana Yahya’yı müjdeler. O, Allah’tan olan bir kelimeyi (İsa’yı) doğrulayan, efendi, iffetli ve salihlerden bir peygamberdir.”
Dedi ki: “Rabbim, bana gerçekten ihtiyarlık ulaşmışken ve karım da kısırken nasıl bir oğlum olabilir?” “Böyledir” dedi, “Allah dilediğini yapar.”(Al-i İmran Suresi, 38-40)
Kuran’da verilen bu örneklerin benzerleriyle kendi hayatlarında karşılaşan kimi insanlar, o anki bazı şartların değişmesinin “mümkün olmadığı” yanılgısına kapılırlar. Ümitsizlik ve inançsızlıkla yaklaştıkları için de Allah’ın gücünü gereği gibi takdir edemez, Allah’a samimiyetle ve kesin bir teslimiyetle güvenerek dua edemezler. İşte bu, söz konusu insanların kararlı duanın sırrını bilmemelerinden ve duanın kaderin anahtarı olduğundan habersiz olmalarından kaynaklanmaktadır.
Oysa Allah dilerse, insanların gafletleri nedeniyle “imkansız” dedikleri şeyler, hemen o anda dahi gerçek olabilir. Geçmişte nasıl ki Allah elçilerine, salih müminlere yardımını ulaştırdıysa, “imkansız” sanılan durumlar gerçek olduysa, bu durum, tüm insanların hayatları için de geçerlidir.
İşte her insanın hayatında, Allah’tan çok istediği, ama gerçekleşmesi çok zor görünen böyle durumlar olabilir. Bu zor şartlar insanı asla yanıltmamalıdır. Duanın kaderin anahtarı olduğunu ve dua edildiğinde Allah’ın kaderinin hareket etmeye başladığını asla unutmamak ve Allah’tan kesin inanarak istemek çok önemlidir. Nasıl ki Rabbimiz Hz. Musa (a.s.)’a yol açtıysa, Peygamber Efendimiz (sav)’e, Hz. Yunus (a.s.)’a, Hz. İbrahim (a.s.)’a, Hz. Zekeriya (a.s.)’a, Hz. İbrahim (a.s.)’a yardım ettiyse, onlar gibi tüm samimi Müslümanların da dualarına da mutlaka rahmetiyle icabet edecektir.
Ancak elbetteki bir şeyin gerçekleşmesini çok isteyen bir mümin de, aynı Hz. Yunus (a.s.) gibi Allah’ı çokça zikredecek; Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) gibi, Hz. Musa (a.s.) gibi, en zorlu şartlarda dahi yılgınlığa kapılmadan “Elbette Allah bizimle beraberdir” diyecek ve hiçbir şüpheye kapılmaksızın Allah’ın gücüne derin bir iman ile iman edip güvenecektir. İşte o zaman Allah’ın duadaki sırrı gerçekleşecek ve Allah’ın izniyle kader bu yönde hareket etmeye başlayacaktır.
Büyük İslam alimi İmam-ı Rabbani Hazretleri bir sözünde müminlere bu önemli ve kesin gerçeği şöyle hatırlatmaktadır:
“Bir şeyi istemek, ona nâil olmak (onu elde etmek) demektir; Zirâ Allahû Teâlâ kabul etmeyeceği duayı kuluna ettirmez.” (İmam-ı Rabbani)