nsanın içinde heva ve vicdan şeklinde iki ayrı yön olduğunu daha önceki bölümlerde açıklamıştık. Bu hususta akıl ve akılsızlık kavramları da büyük önem taşımaktadır. Çünkü Kuran’da, hevaya uymanın akılsızlığı, vicdana uymanın ise aklı getirdiği haber verilir.
Az önce de belirttiğimiz gibi, hevasına uymuş, dolayısıyla Allah’tan uzaklaşmış bir insan, kısa sürede akletme özelliğini yitirir. Allah Kuran’da, inkarcılardan söz ederken, onların “akletmeyen bir kavim” (Haşr Suresi, 14) olduklarını bildirmektedir. İlk anda bunun nasıl olduğu anlaşılmayabilir. Çünkü çoğu kimse, her insanın belli bir akla sahip olduğunu ve bunun da değişmediğini sanmaktadır. Bu bir yanlış anlamadır ve aklın zeka zannedilmesinden kaynaklanmaktadır. Oysa zeka ve akıl çok farklı şeylerdir. Herkes zeki olabilir, ancak akıl yalnızca iman edenlerde bulunur.
Nefsin fücuruna, yani hevaya uymak insanın aklını örttüğüne göre, acaba aklı açan şey ne olabilir? Bunun cevabı açıktır: İnsan nefsinin fücuruna (hevaya) değil de, ona bu fücurdan sakınmayı telkin eden güce (vicdana) itaat ederse, akıl sahibi olur.
Nitekim Kuran’da kastedilen akıl, ruhta yaşanan manevi bir özelliktir. Kuran’ın birçok ayetinde “akleden kalplerden” haber verilir. Dolayısıyla gerçek akıl, beynin bir fonksiyonu olan zekadan çok farklıdır. Akıl, “vicdan”ın da yeri olan kalpte bulunur. Kuran ayetlerinde aklın kalpte olduğu ve “akılsız”ların kalplerinin kapalı olduğu için akledemedikleri açıkça ifade edilmektedir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları oluversin? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir. (Hac Suresi, 46)
Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)
(Savaştan) Geri kalanlarla birlikte olmayı seçtiler. Onların kalpleri mühürlenmiştir. Bundan dolayı kavrayıp-anlamazlar. (Tevbe Suresi, 87)
Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kuran’da sadece Rabbini “bir ve tek” (İlah olarak) andığın zaman, ‘nefretle kaçar vaziyette’ gerisin geriye giderler. (İsra Suresi, 46)
Kuran’da, ancak “kalbi olanlar”ın öğüt almaya ve dolayısıyla iman etmeye istidatlı oldukları da şöyle bildirilir:
Hiç şüphesiz, bunda, kalbi olan ya da bir şahit olarak kulak veren kimse için elbette bir öğüt (zikir) vardır. (Kaf Suresi, 37)
Dolayısıyla, Kuran’da sözü edilen gerçek akıl, doğrudan kalple ve vicdanla ilgilidir.
Dikkat çekici olan, bu aklın artıp-azalabilmesidir. Beynin bir fonksiyonu olan zeka, önemli bir yaralanma ya da hastalık dışında, artıp-azalmaz, herkesin “IQ”su sabittir. Ama akıl azalıp-artabilir.
Aklın bu artıp-azalabilme özelliği, insanın vicdanı ile ilgilidir. Vicdan güçlenir ve insan Allah’tan daha çok korkup-sakınırsa (takvası artarsa), “doğruyu yanlıştan ayıran bir anlayış” kazanılır. Tümüyle “metafizik” olan bu sır, bir Kuran ayetinde şöyle bildirilir:
Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)
Allah’tan korkup-sakınmayan bir kişi ise, bu “doğruyu yanlıştan ayıran nur ve anlayış”tan mahrumdur. Çok zeki olabilir, iyi bir fizikçi, sosyolog ya da herhangi bir “saygın kişi” olabilir, zeka ürünü yapıtlar ortaya koyabilir. Ama, gerçek vicdandan ve dolayısıyla gerçek akıldan yoksundur. İyi bir bilim adamı olup, sözgelimi insan vücudunun bilinmeyen sırlarını ortaya çıkarabilir, ama o vücudun kim tarafından yaratıldığını düşünecek vicdana ve kavrayacak akla sahip değildir. Keşfettiği şeyin mükemmelliği ile hayrete düşüp, o şeyi yaratan Allah’a yönelip ve Rabbimiz’i övecek (tesbih edecek) yerde, bulduğu şeyden dolayı gururlanıp akılsızca kendisini övmeye başlar, bu “bilim adamı”, hevasını ilah edinmiş ve bir bilgi üzere sapmıştır. Allah Kuran’da bu tür insanların durumunu şöyle haber vermiştir:
Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23)
Buna karşın Kuran’da müminler, “kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlar” olarak tarif edilir. (Rad Suresi, 28) Ayetin devamında, “… kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur”. şeklinde buyrulmaktadır.
Allah inkarcılarla ilgili olarak da ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlaradır. (Bakara Suresi, 7)
… O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir. (Al-i İmran Suresi, 167)
Zeki kişi bilimsel buluş yapabilir, başarılı bir iş adamı olabilir, mühendis ya da başka herhangi bir işte uzman olabilir. Ancak burada en önemli husus çoğu zaman yaptığı işlerin yarar ve zararını ayırt edecek bir anlayışa sahip olmadan bu işleri yapmasıdır. Defalarca dinlediği doğrulara karşı tepkisiz ve kör gözlerle cevap vermesi, ayetlerdeki körlük ve sağırlığı, yani kavrayışın ve anlayışın yok oluşunu gösterir. Tevbe Suresi’nin 87. ayetindeki “onların kalpleri mühürlenmiştir. Bundan dolayı kavrayıp anlamazlar” ifadesi kalbin kavrayıştaki önemini göstermesi açısından önemli bir örnektir.
Kuran’ın daha pek çok ayetinde, insan davranışlarının kalple olan ilişkisi konu edilmektedir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Allah’ın Kişi İle Kalbi Arasına Girmesi
Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Resulüne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O’na götürülüp toplanacaksınız. (Enfal Suresi, 24)
Kalp Uzlaşması
Ve onların kalplerini uzlaştırdı. Sen, yeryüzündekilerin tümünü harcasaydın bile, onların kalplerini uzlaştıramazdın. Ama Allah, aralarını bulup onları uzlaştırdı. Çünkü O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Enfal Suresi, 63)
Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)
Kalplerine Sindirilmesi
Hani sizden misak almış ve Tur’u üstünüze yükseltmiştik (ve): “Size verdiğimize (Kitaba) sımsıkı sarılın ve dinleyin” (demiştik). Demişlerdi ki: “Dinledik ve baş kaldırdık.” İnkarları yüzünden buzağı (tutkusu) kalplerine sindirilmişti. De ki: “İnanıyorsanız, inancınız size ne kötü şey emrediyor?” (Bakara Suresi, 93)
Kalplerin Takvası
İşte böyle; kim Allah’ın şiarlarını yüceltirse, şüphesiz bu, kalplerin takvasındandır. (Hac Suresi, 32)
Kalpleri Isındırılacaklar
Sadakalar -Allah’tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler, (zekat) işinde görevli olanlar, kalpleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmış(lar) içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 60)
Kalbin Tatmin Bulması
Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur. (Rad Suresi, 28)
Bu sefer (Havariler:) “Ondan yemek istiyoruz, kalplerimiz tatmin olsun, senin de gerçekten bize doğru söylediğini bilelim ve buna şahitlerden olalım” demişlerdi. (Maide Suresi, 113)
İman edip salih amellerde bulunanlar ve “Rablerine kalpleri tatmin bulmuş olarak bağlananlar”, işte bunlar da cennetin halkıdırlar. Onda süresiz kalacaklardır. (Hud Suresi, 23)
(Bir de) Kendilerine ilim verilenlerin, bunun (Kuran’ın) hiç tartışmasız Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri için; böylelikle ona iman etsinler ve kalpleri ona tatmin bulmuş olarak bağlansın. Şüphesiz Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltir. (Hac Suresi, 54)
Allah bunu (yardımı) size ancak bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla tatmin bulsun diye yaptı. “Yardım ve zafer” (nusret) ancak üstün ve güçlü, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah’ın Katındandır. (Al-i İmran Suresi, 126)
Kalbin Sağlamlaşması
Sana elçilerin haberlerinden -kalbini sağlamlaştıracak- doğru haberler aktarıyoruz. Bunda sana hak ve müminlere bir öğüt ve uyarı gelmiştir. (Hud Suresi, 120)
Kalplerin Boş Olması
Başlarını dikerek koşarlar, gözleri kendilerine dönüp-çevrilmez. Kalpleri (sanki) bomboştur. (İbrahim Suresi, 43)
Kalplerine Korku Salınması
Kendisi hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah’a ortak koştuklarından dolayı küfredenlerin kalplerine korku salacağız. Onların barınma yerleri ateştir. Zalimlerin konaklama yeri ne kötüdür. (Al-i İmran Suresi, 151)
Kalbin Öfkeyle Kabarması
Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa O’ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar. (Zümer Suresi, 45)
Kalplerin Meyletmesi
Bir de ahirete inanmayanların kalpleri ona meyletsin de ondan (bu yaldızlı ve içi çarpık sözlerden) hoşlansınlar ve yüklenmekte olduklarını yüklene dursunlar. (Enam Suresi, 113)
Kalplerde Onulmaz Bir Hasret Kılınması
Ey iman edenler, inkâr edenler ile yeryüzünde gezip dolaşırken veya savaşta bulundukları sırada (ölen) kardeşleri için: “Yanımızda olsalardı, ölmezlerdi, öldürülmezlerdi” diyenler gibi olmayın. Allah, bunu onların kalplerinde onulmaz bir hasret olarak kıldı. Dirilten ve öldüren Allah’tır. Allah, yaptıklarınızı görendir. (Al-i İmran Suresi, 156)
Kalplerde Olmayanı Ağızla Söylemek
Münafıklık yapanları da belirtmesi içindi. Onlara: “Gelin, Allah’ın yolunda savaşın ya da savunma yapın” denildiğinde, “biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik” dediler. O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir. (Al-i İmran Suresi, 167)
Kalplerde Gizli Tutmak
Ey iman edenler, sizden olmayanları sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışıyor, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz. (Al-i İmran Suresi, 118)
Kalplerin Parçalanması
Onların kalpleri parçalanmadıkça, kurdukları bina kalplerinde bir şüphe olarak sürüp-gidecektir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 110)
Kalplerin Kayması
“Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve Katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen.” (Al-i İmran Suresi, 8)
Andolsun Allah, Peygamberin, Muhacirlerin ve Ensarın üzerine tevbe ihsan etti. Ki onlar -içlerinde bir bölümünün kalbi nerdeyse kaymak üzereyken- ona güçlük saatinde tabi oldular. Sonra onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara (karşı) çok şefkatlidir, çok esirgeyicidir. (Tevbe Suresi, 117)
Kalplerin Benzemesi
Bilgisizler, dediler ki: “Allah bizimle konuşmalı veya bize de bir ayet gelmeli değil miydi?” Onlardan öncekiler de onların bu söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. kalpleri birbirine benzedi. Biz, kesin bilgiyle inanan bir topluluğa ayetleri apaçık gösterdik. (Bakara Suresi, 118)
Kalplerin Karşı Koyması
Nasıl olabilir ki!.. Eğer size karşı galip gelirlerse size karşı ne “akrabalık bağlarını”, ne de “sözleşme hükümlerini” gözetip-tanırlar. Sizi ağızlarıyla hoşnut kılarlar, kalpleri ise karşı koyar. Onların çoğu fasık kimselerdir. (Tevbe Suresi, 8)
İmanın Kalbe Girmemesi
Bedeviler, dedi ki: “İman ettik.” De ki: “Siz iman etmediniz; ancak “İslam (müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah’a ve Resulü’ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Hucurat Suresi, 14)
Kalpte Hastalık Olması
Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır. (Bakara Suresi, 10)
İşte kalplerinde hastalık olanları: “Zamanın, felaketleriyle aleyhimize dönüp bize çarpmasından korkuyoruz” diyerek aralarında çabalar yürüttüklerini görürsün. Umulur ki Allah, bir fetih veya Katından bir emir getirecek de, onlar, nefislerinde gizli tuttuklarından dolayı pişman olacaklardır. (Maide Suresi, 52)
Şeytanın (bu tür) katıp-bırakmaları, kalplerinde hastalık olanlara ve kalpleri (her türlü) duyarlılıktan yoksun bulunanlara (Allah’ın) bir deneme kılması içindir. Şüphesiz zalimler, (gerçeğin kendisinden) uzak bir ayrılık içindedirler. (Hac Suresi, 53)
Kalbin Katılaşması
Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı. Çünkü taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır, ondan sular çıkar, öyleleri vardır ki Allah korkusuyla yuvarlanır. Allah yaptıklarınızdan gafil (habersiz) değildir. (Bakara Suresi, 74)
Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterdi. (Enam Suresi, 43)
Allah, kimin göğsünü İslam’a açmışsa, artık o, Rabbinden bir nur üzerinedir, (öyle) değil mi? Fakat Allah’ın zikrinden (yana) kalpleri katılaşmış olanların vay haline. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler. (Zümer Suresi, 22)
Kalbin Mühürlenmesi
Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah’ın ayetlerine karşı inkara sapmaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve “kalplerimiz örtülüdür” demeleri nedeniyle (onları lanetledik.) Hayır; Allah, inkarları dolayısıyla ona (kalplerine) damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar. (Nisa Suresi, 155)
Öyle olmasa, Kuran’ı iyiden iyiye düşünmezler miydi? Yoksa birtakım kalpler üzerinde kilitler mi vurulmuş? (Muhammed Suresi, 24)
(Bütün bunlar,) Sakinlerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanları doğruya erdirme(ye veya ortaya çıkarmaya yetmez) mi? Eğer Biz dilemiş olsaydık onlara günahları nedeniyle bir musibet isabet ettirirdik; ve kalplerine damgalar vururduk da onlar böylelikle işitmeyenler olurlardı. (Araf Suresi, 100)
Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlaradır. (Bakara Suresi, 7)
Ki onlar, Allah’ın ayetleri konusunda kendilerine gelmiş bir delil bulunmaksızın mücadele edip dururlar. (Bu,) Allah Katında da, iman edenler katında da büyük bir öfke (sebebi)dir. İşte Allah, her mütekebbir zorbanın kalbini böyle mühürler. (Mümin Suresi, 35)
Ey Peygamber, kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla “inandık” diyenlerle Yahudilerden küfür içinde çaba harcayanlar seni üzmesin. Onlar, yalana kulak tutanlar, sana gelmeyen diğer topluluk adına kulak tutanlar (haber toplayanlar)dır. Onlar, kelimeleri yerlerine konulduktan sonra saptırırlar, “size bu verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının” derler. Allah, kimin fitne(ye düşme)sini isterse, artık onun için sen Allah’tan hiçbir şeye malik olamazsın. İşte onlar, Allah’ın kalplerini arıtmak istemedikleridir. Dünyada onlar için bir aşağılanma, ahirette onlar için büyük bir azap vardır. (Maide Suresi, 41)
Sonra onun ardından kendi kavimlerine (başka) elçiler gönderdik; onlara apaçık belgeler getirmişlerdi. Ama daha önce onu yalanlamaları nedeniyle inanmadılar. İşte Biz, haddi aşanların kalplerini böyle mühürleriz. (Yunus Suresi, 74)
İşte bu ülkeler, sana onların “haberlerinden aktarmalar yapıyoruz.” Gerçekten, onlara elçileri apaçık belgelerle gelmişlerdi. Ama daha önceden yalanlamaları nedeniyle iman eder olmadılar. İşte Allah, inkar edenlerin kalplerini böyle damgalar. (Araf Suresi, 101)
Yol, ancak o kimseler aleyhinedir ki, zengin oldukları halde (savaşa çıkmamak için) senden izin isterler ve bunlar geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler. Allah, onların kalplerini mühürlemiştir. Bundan dolayı onlar, bilmezler. (Tevbe Suresi, 93)
De ki: “Düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah’tan başka getirebilecek ilah kimdir?” Bak, Biz nasıl ayetleri “çeşitli biçimlerde açıklıyoruz da” sonra onlar (yine) sırt çevirip-engelliyorlar? (Enam Suresi, 46)
Tüm bu ayetler çok açık bir gerçeği ortaya koymaktadır: İman, insanın kalbinin duyarlı olmasıyla ilgilidir. Kalbi katılaşmamış, mühürlenmemiş bir insan, Allah’ı tanımaya ve O’na itaat etmeye zaten eğilimlidir. Din kendisine anlatıldığında, Allah’ın kalbine verdiği kavrayışla gerçeği görür ve hemen iman eder. Oysa inkarcılar farklı bir ruh hali taşırlar. Onların kalpleri ölüdür, mühürlüdür. Kalplerinde bir duyarlılık olmadığı için, akıl sahibi de olamazlar. Kuran’ın farklı ayetlerinde, mümin yapısına sahip kimselerin kendilerine verilen öğütleri hemen dinledikleri, oysa inkarcı yapısına sahip kimselerin de ne olursa olsun iman etmeyecekleri haber verilir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
Andolsun, onların çoğu üzerine o söz hak olmuştur; artık inanmazlar. Gerçekten Biz onların boyunlarına, çenelere kadar (dayanan) halkalar geçirdik; bu yüzden başları yukarı kalkıktır. Biz önlerinde bir sed, arkalarında bir sed çektik. Böylelikle onları örtüverdik, artık görmezler. Kendilerini uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir; inanmazlar. (Yasin Suresi, 7-10)
Sen ancak, zikre (Kuran’a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah’)a (karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarırsın. İşte böylesini, bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele. (Yasin Suresi, 11)
Şüphesiz, inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için fark etmez; inanmazlar. Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlaradır. (Bakara Suresi, 6-7)
Çünkü gerçekten sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da çağrıyı işittiremezsin.
Ve sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin, işte Müslüman olanlar bunlardır. (Neml Suresi, 80-81)
Kalpleri katılaşmış ve dolayısıyla akletme yeteneğini yitirmiş olan inkarcılara karşı, bir de vicdan sahibi olan ancak henüz dini öğrenmemiş kişiler vardır. Bunlar, kendilerine din tebliğ edildiğinde, dinin hak olduğunu kalpleriyle kavrar ve hemen iman ederler. Bu iki taraf, yani kalpleri katı olan inkarcılar ile imana yakın olan ancak kendilerine tebliğ ulaşmamış kişiler arasındaki en büyük fark ise, bir tarafın kibirli, öteki tarafın tevazulu oluşudur. (İlerleyen sayfalarda kibir ve tevazuya daha ayrıntılı olarak değineceğiz.)
Mümin fıtratına (yaratılışına) sahip kimseler, dine davet edildiklerinde, “Rabbimiz, biz: ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağrıda bulunan bir çağırıcıyı işittik, hemen iman ettik…” (Al-i İmran Suresi, 193) ayetinde tarif edilen tavrı göstermekte ve hemen kabul etmektedirler. İnkarcılar ise sürekli bir tepki, hatta bir kısmı düşmanlık içinde bulunmaktadırlar.