Dövme yapan ve yaptırana, yüzdeki tüyleri aldıran ve estetik için dişlerini seyrelttiren kadınlara Allah lanet etsin. (Sahih-i Buhari)
Takma saç takan, taktıran, kaşları incelten, kaşlarını incelttiren, dövme yapan ve dövme yaptıran lanetlenmiştir. (Ebu Davut, Tereccul, 5)
Bağnaz zihniyetin Müslüman kadınları itici, çirkin, bakımsız ve ikinci sınıf varlıklarmış gibi gösterme gayretlerini besleyen ana mantıkların kaynağı işte bu mevzu hadislerdir. Tüm dünyada Müslüman kadınların genel anlamda son derece bakımsız hatta insanlıktan çıkmış, güzellikten, temizlikten, güzel konuşmaktan uzak varlıklarmış gibi tanınmalarına, bağnazların kadınları din adı altında soktukları bu görünüm neden olmuştur.
Yukarıdaki mevzu hadislerin çizdiği Müslüman kadın görünümü; kadının sosyal hayatta bulunmasını imkansız hale getiren bir modeldir. Çünkü bu modelde; bir kadın eğer Müslümansa o zaman güzel olması, temiz ve bakımlı olması gibi bir durum asla kabul edilemez. Bu modeli takva alameti gibi gösteren bağnaz zihniyet böylece kadını dış görünüşünden dolayı hem toplum içine çıkamayacak bir varlık haline getirmiş hem de yine aynı sebeple dini anlatabilme imkanını elinden almıştır.
Bir düşünün. Kendine bakım yapmaktan aciz, temizliğine hiç önem vermeyen, cahil, yüzündeki tüyleri temizlemeyi dahi akıl edemeyen ve o haliyle insanların arasına girmekten utanmayan birinin güya Müslüman kadın olarak temsil edildiği bu modeli hangi kadın yaşamak ister? Ya da kim böyle birinin kendisine dini anlatmasını arzu eder? Dinin kendine güya “güzel, temiz, bakımlı cazibeli olmayı yasakladığına” inanan aksinde Allah’ın lanetine uğrayacağını düşünen bir kadın nasıl böyle bir dine yanaşabilir? Müslüman olmasa bile, İslam’a ve Müslümanlara nasıl sevgi duyabilir?
İşte özellikle Batılı toplumlarda İslam’ın adeta uzak durulması gereken karanlık bir din olarak algılanmasının temelindeki sebeplerden biri budur. Bağnazlar bazı Müslüman kadınları Kuran’da kesinlikle olmayan, tamamen uydurma bir modelin içine hapsetmişler, böylece gerçek İslam’ı yaşamalarını ve tebliğ etmelerini engellemişlerdir. Oysa bir Müslüman kadın, sözle Kuran’daki güzel ahlakı, barışı sevgiyi anlatmakla yükümlü olduğu gibi, bunu hal ve tavırla da göstermek, yani yaşamakla sorumludur. Müslümanlığın güzellik olduğunu anlatırken güzel görünmeli, Müslümanlığın sevgi olduğunu anlatırken sevgiyi gerçekten yaşamalıdır. Böylelikle dinin güzelliklerini anlamaya gerçekten ihtiyaç duyan bir insan, bu dinin insana tüm bu güzellikleri getireceğini bilmeli, kendi gözleriyle bunu görmelidir. Zaten Kuran’daki tarif bu şekildedir. Kuran’da Müslümanların giyimlerinin çok güzel ve temiz olduğundan, bir araya geldiklerinde en güzel, en şık kıyafetleri ve takılarını kullanmalarından bahsedilir.
Ey Ademoğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size ‘süs kazandıracak bir giyim’ indirdik (varettik)… (Araf Suresi, 26)
Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının… (Araf Suresi, 31)
Ayrıca Kuran’da cennet halkının; özellikle de cennet kadınlarının temizlikleri, bakımları, güzellikleri ve giyimlerindeki şıklık da ayetlerde müthiş güzel detaylarla anlatılır.
Sanki onlar, saklı bir yumurta gibi (çarpıcı ve pürüzsüz). (Saffat Suresi, 49)
… orada altın bileziklerle süslenirler, hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler giyerler… (Kehf Suresi, 31)
…orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler; oradaki elbiseleri ipek(ten)tir. (Hac Suresi, 23)
Onların üzerinde hafif ipek ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle bezenmişlerdir… (İnsan Suresi, 21)
Burada birkaçına yer verdiğimiz ayetlerden çok net anlaşıldığı gibi Allah kadın güzelliğini, ciltlerinin tüyden arınmış pürüzsüz halini “saklı bir yumurta gibi (çarpıcı ve pürüzsüz)” ifadesiyle makbul bir güzellik ölçüsü olarak vermiş, cennet kadınlarının böyle olacaklarını söylemiştir. Demek ki Allah pürüzsüz ve temiz bir cildi güzel görmektedir. Allah; güzelliği, temizliği, şıklığı, süsü, güzel giyimi sevmekte ve kullarını böyle görmek istemektedir. Allah’ın güzel gördüğü şeyleri Peygamberimiz (sav)’in de çok güzel göreceği ve Müslüman kadınları bu yönde teşvik edip, tavsiyelerde bulunacağı tartışmasızdır.
Estetik yönünün dışında zaruri olarak da bu tür bakım yöntemlerine başvurmak zorunda kalan bayanların da olabileceği unutulmamalıdır. Örneğin kadınlar, kimi zaman kemoterapi gibi bazı ağır ilaç tedavileri sonrasında peruk kullanmak zorunda kalabilirler. Bu son derece normal, hatta gerekli, söz konusu bayanlar için oldukça güzel bir bakım yoludur. Fakat bağnazlar, bu kolaylığı ve güzelliği, söz konusu uydurma hadislerle ortadan kaldırmaya çalışırlar.
Aynı şekilde deri altına çeşitli şekillerde dövme yaptırılması, kaş yapısından dolayı asimetrik görüntü oluşturan şekli bozuk bir kaşın dövmeyle düzelttirilmesi ya da yüzdeki tüylerin temizlenmesi konusunda bir yasak Kuran’ın hiçbir yerinde yoktur. Böyle bir yasaklama zaten Kuran’ın ruhuna aykırıdır. Güzel bir genç kızı yüzündeki fazla tüylerle dışarı çıkmaya zorlayan, onu insanların içinde mahcup eden, onu güzelleştirmek yerine çirkinleşmesi için uğraşan bağnazlar işte bu yüzden güzelliği bir türlü temsil edemezler. Oysa Allah inananların bakımı, güzelliği, şıklığı ve temizliğine ayetlerde özellikle dikkat çekip Müslümanları bu yönde teşvik etmektedir.
Müslümanların her zaman bakımlı, güzel, şık ve temiz olmaları ayetlerde özellikle dikkat çekilen konulardandır. |
Bağnazlara Göre Müslüman Kadınların Kocalarına Olan Tutumları
Kişi kadınını yatağa davet eder de kadın kaçarak eşi sinirli bir şekilde gecelerse, melekler o kadına sabaha kadar lanet eder. (Sahih-i Buhari, 9/36)
“Bir kadın, kocasının yatağını (haklı bir mazereti olmadan, küs bir şekilde) terk eder ve (başka bir yerde) sabahlarsa, sabah açılıncaya kadar melekler ona lanet okur.” (Nehc-ül Fesaha, S.36, Hadis: 187)
Ey kadınlar! Eğer kocalarınızın size olan haklarını bilseydiniz, ayaklarının tozunu yüzlerinizle silerdiniz. (Hafız Zehebi, Büyük Günahlar Sayfa 187)
Kocanın vücudu irin ile kaplı dahi olsa ve karısı onu yalayarak temizlese yine de kocasının hakkını ödemiş olmaz. (İbni Hacer El Heytemi 2/121, Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 239)
Bir kadın kocasından boşanırsa o kadına cennet kokusu haram olur. (Kadınlara Dini Bilgiler, s. 61)
“Bir kadın, diliyle kocasına eziyet ederse, onu kendisinden razı edinceye kadar, Allah onun hiçbir tevbesini, kefaretini ve iyi amelini kabul etmez; hatta gündüzlerini oruç ve gecelerini ibadetle geçirse dahi.” (Bihar-ül Envar, C.103, S.244)
“Bir kadın, kocasının hakkını eda etmediği müddetçe, Allah’ın da hakkını eda etmiş olamaz.” (Mekarim-ül Ahlak, S.247)
İmam Musa-i Kazım’a kocasını gazaplandıran kadının durumu sorulunca, şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Kocası ondan razı oluncaya kadar, günahkar sayılır.” (Kısar-ul Cümel, C.2, S. 258)
John William Godward’nun “A Souvenir” adlı yağlı boya tablosu, 1920 |
Bağnaz zihniyette kadınlar; kendilerine olan davranış ve ahlaklarından razı olmasalar da kocalarına karşı “kadınlık görevi” denen cahilce mantığı yerine getirmeye mecbur tutulmuşlardır. |
Bu hadisleri konu konu ele alacak olursak;
Ey kadınlar! Eğer kocalarınızın size olan haklarını bilseydiniz, ayaklarının tozunu yüzlerinizle silerdiniz. (Hafız Zehebi Büyük Günahlar Sayfa 187)
Kocanın vücudu irin ile kaplı dahi olsa ve karısı onu yalayarak temizlese yine de kocasının hakkını ödemiş olmaz. (İbni Hacer El Heytemi 2/121 Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 239)
John William Godward’nun “A Tryst” adlı yağlı boya tablosu, 1912 |
Yukarıda yer verdiğimiz bu iki mevzu hadiste, -Yüce Rabbimiz’i, Kuran’ı ve İslam dinini tenzih ederiz- İslam dininin güya kadını sözde ikinci sınıf, kocasının boyunduruğu altında yaşamaya mahkum edilmiş bir varlık gibi lanse ettiği izlenimi verilmektedir. Bu şeytani mantıkta kocasının kadın üzerinde o kadar hakkı vardır ki kadın kocasının ayaklarının tozunu yüzüne sürse ya da irinli, pis cildini yalasa bile bu borcu ödeyemez. Bu garip mantığa rağmen, hiç kimse kocasının kadın üzerinde neden bu kadar büyük bir hakkı olduğunu yüz yıllardır sorgulama ihtiyacı bile duymamış ve körü körüne bu batıl inancın kökleşmesine vesile olmuştur. Öyle ki çoğu Müslüman, bu hastalıklı mantığı makul karşılamıştır.
Bu pis zihniyette kadınlar; kendilerine olan davranış ve ahlaklarından razı olmasalar da kocalarına karşı “kadınlık görevi” denen cahilce mantığı yerine getirmeye mecbur tutulmuşlardır. Aksinde aşağılanmış ve kötü muamele görmüşler, ellerindeki bir avuç hak da kısıtlanmıştır. Böylelikle güya ikinci sınıf, güçsüz, ezilmeye mahkum varlıklar oldukları inancı onlara zorla kabul ettirilmiş ve bu zihniyet İslam toplumlarında kökleşmiştir.
Yüzyıllarca hiç kimse çıkıp; “Kuran’da böyle bir anlayış, böyle bir inanç yok. Kadın-erkek eşit. Allah kadınlara Kuran’da çok geniş haklar ve özgürlükler veriyor.” diyememiştir. Aksine hurafeci zihniyet asırlardır; “Din böyle emrediyor, yapmayanı Allah ve melekleri lanetler, günahkar olur, Allah’ın rızasını kazanamaz, cennetine giremez…” gibi Allah ve din adına söyledikleri bu tür yalanlarla bazı cahil Müslümanları Kuran dışı uygulamalara mecbur etmişlerdir. Çoğu Müslüman kadının kişiliği, bağnaz zihniyetin öğretileriyle eğitilmiş olan kocaları tarafından ezilip, yok edilmiştir. Çünkü bağnazların dininde kadın, kocası ne isterse ona uyup itaat etmek mecburiyetindedir. Kadınların büyük bir çoğunluğunun okumasına, çalışmasına, sosyal hayatın içine girmesine hatta camdan bile bakmasına izin verilmez. Dolayısıyla maddi ve manevi olarak kocalarına bağımlı hale getirildiklerinden, -toplumun o kesimine hakim olan örfler, gelenek ve görenekler de bu bağnaz zihniyeti beslediklerinden- kadınların kendilerini bu baskıdan kurtarmaları neredeyse imkansız hale gelir.
Burada sormak gerekir: Bağnaz toplumlarda erkek hangi özelliği ile bu kadar üstündür ki kadın bir türlü onun hakkını ödeyemez? Kuran’a göre üstünlük sadece takvaya göredir ve bunun da karşılığı Allah’tan beklenir. Bir erkeğin kadın üzerinde nasıl bir hakkı olur da üzerindeki pis irini yalasa bile kadın o hakkı ödeyemez? Kimdir ve nedir onu bu kadar hakkı ödenmez yapmış olan? Ona bu üstünlüğü takvası dışında hangi özelliği verebilir? Allah ona böyle bir ayrıcalık vermemiştir, dolayısıyla bu ayrıcalık Kuran’da da yoktur. O halde nereden elde etmiştir bu hak üstünlüğünü? Dindar veya dinsiz olmasına, müşrik veya münafık olmasına, günahkar veya zalim olmasına bakılmaksızın istisnasız “her koca” neye göre bu mertebeye erişmiştir?
Onları bu sahte mertebeye eriştiren, bağnaz zihniyetin İslam’a dahil ettiği söz konusu mevzu hadislerdir. Kuran’da olmayan, Allah’ın lanetlediği bu zihniyeti onlar, din adına yaygınlaştırmış ve uygulatmışlardır. Şu anda çoğu İslam toplumu, hatta bu İslam toplumlarında bu telkinle yetişmiş kadınlar bile bundan farklı bir zihniyet tanımamaktadırlar. Bağnaz dininin dünyaya getirdiği en büyük belalardan bir tanesi de işte budur.
Kadına Kuran’da Verilmiş Hak ve Üstünlükler Bağnazlık Dininde Yoktur
Kuran’da kadınlara tanınmış olan geniş hak ve yetkiler, bağnazlığın etkisindeki toplumlarda kesinlikle yoktur. Hatta böyle toplumlarda yaşayan kadınların bu hak ve özgürlüklerin varlığından dahi haberleri olmaz. Söz konusu kadınlar Kuran ahlakından tamamen uzak yetiştirilirler. Bu dışlamanın getirdiği bir sonuç olarak çoğu okuma yazma bile bilmez. Dolayısıyla yaşadıklarının İslam dini değil bağnazların batıl dini olduğunu fark edecek bir durumları yoktur. Ancak, sadece bu zavallı kadınlar değil dünya ülkeleri de yüzyıllardır süregelen bağnaz uygulamaların kaynağının Kuran olduğunu zannetmektedirler. Kuran’ın –haşa-; kadını böylesine değersiz, cahil, ezik, kişiliksiz, tüm hakları elinden alınmış, erkeklerin boyunduruğu altına alan bir dini anlattığını sanmaktadırlar. Oysa bu iftiraların hiçbiri Kuran’da yoktur.
Kuran’da olmayan, fakat mevzu hadislerle İslam dininin bir parçası gibi algılanmış olan kadına yönelik iftiralara cevap vermeye devam edelim:
Kocasından Boşanan Kadının Durumu
Frederic Leighton’nun “Wedded” adlı yağlı boya tablosu, 1882 |
Bir kadın kocasından boşanırsa o kadına cennet kokusu haram olur. (Kadınlara Dini Bilgiler, s. 61)
Öncelikle, eşlerin birbirlerinden boşanabilmeleri ve boşanmanın şartları ve hukuku Kuran’da açık bir şekilde anlatılmaktadır. (Bu konu ilerleyen satırlarda geniş olarak ele alınmıştır.) Allah boşanmayı iki tarafa da hak olarak tanımıştır. Oysa yukarıda yer alan hadislerde boşanan kadının cennete giremeyeceğine dair net bir açıklama yer almaktadır. İşte bu açıklama hadisin tamamen uydurma olduğunun en açık delilidir. Peygamberimiz (sav)’in Allah’ın helal kıldığı bir uygulamayı haram kılması, Allah’ın hükmüne tam zıt bir hüküm getirmesi asla söz konusu olamaz. Dolayısıyla kadın boşanmak istediği takdirde Allah bu özgürlüğü Kuran’da ona tanımıştır. Boşanma öncesi ve sonrasında kadının maddi ve manevi olarak korunmasına yönelik sayısız tedbirin yer aldığı ayetlerle de boşanmanın şartları bildirilmiştir. Bu nedenle mevzu hadiste geçen boşanmak isteyen “kadına cennet kokusu haram olur” ifadesi tamamen düzmece, yalan ve iftira yüklü bir sözdür. İslam diniyle hiçbir ilişkisi olmayan şeytani bir mantığın ürünüdür.
Şu çok önemlidir ki İslam dini insan fıtratına, aklına, ruhuna tam hitap eden Allah’ın kelamı olan ilahi hükümlerden oluşmuştur. Allah’ın Kuran’da yer alan tüm ayetleri, insanlar üzerindeki zorlukları kaldıran, baskıcı uygulamaları engelleyen, kişinin kendi hür iradesini ve aklını devreye sokan, fıtratına tam uygun hükümler içerirler. Bu hükümler ne kadını ne de erkeği baskı ya da zorluk altına sokmaz. Aksine insanlar arasındaki anlaşmazlıkları, adaletsizlikleri ve eşitsizlikleri çözer. Üzerlerindeki ağır zincirleri kaldırır. İnsanların ruhlarını rahatlatır. Taraflar arasında düşmanlık, nefret değil aksine güçlü dostluk ve sevgi bağları kurar. Hepsinden önemlisi de Allah’a tam bir teslimiyetle bağlı, yüksek ahlaklı, derin imanlı, asil bir insan modelinin oluşmasını sağlar.
Oysa söz konusu mevzu hadislerde bahsedilen evlilik modeli Kuran ahlakının son derece dışında bir anlayışı yansıtmaktadır. Kuran’a göre evli çiftler arasında hiçbir zorlama ve baskı olamaz. Eğer bir uyuşmazlık, anlaşmazlık varsa bu yine Kuran hükümlerine göre düzeltilir. Herşeyden önce evlilikte iki tarafın da kadın ve erkek müminler olarak Kuran’a tam uygun ahlakta olmaları ve mümkün olduğunca arayı düzeltmeye çaba göstermeleri esastır. Ancak buna rağmen yine de anlaşmazlık sürüyorsa boşanma iki tarafın da hakkıdır.
Ayrılma durumunda ise iki tarafın da Allah’ın koruması altında olacakları ayette bildirilmektedir:
Eğer ikisi ayrılacak olurlarsa, Allah her birine ‘genişlik (rızık ve ihsan) kaynaklarından’ kazandırır (ihtiyaçlardan korur.) Allah, (rahmetiyle) geniş olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 130)
Görüldüğü gibi Kuran’da kadın da erkek de hür iradeleriyle boşanmaya karar vermekte sonrasında da özgür şekilde yaşamlarına devam etmektedirler. Kadının eşinden boşandığı için cennete girmeme gibi bir durumu Kuran’da tek bir ayette dahi yer almamaktadır.
Kadının, Kocası Ondan Razı Olana Kadar Günahkar Sayılması
İmam Musa-i Kazım’a kocasını gazaplandıran kadının durumu sorulunca, şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Kocası ondan razı oluncaya kadar, günahkar sayılır.” (Kısar-ul Cümel, C.2, S. 258)
Bir başka hadis yine yüce Resulullah (s.a.v)’den, şöyle buyurmuştur: “Bir kadın, kocasının hakkını eda etmediği müddetçe, Allah’ın da hakkını eda etmiş olamaz.” (Mekarim-ül Ahlak, S.247)
“Bir kadın, diliyle kocasına eziyet ederse, onu kendisinden razı edinceye kadar, Allah onun hiçbir tevbesini, kefaretini ve iyi amelini kabul etmez; hatta gündüzlerini oruç ve gecelerini ibadetle geçirse dahi.” (Bihar-ül Envar, C.103, S.244)
Yine yukarıdaki mevzu hadislerde geçen kadının “kocasını razı edememesi ya da hakkını eda etmemesi” durumları tamamen Kuran ayetlerine muhalif açıklamalardır. Müslüman kadın eşine karşı Kuran ahlakına uygun olmayan bir ahlak gösterdiyse kocasının değil Allah’ın rızasını kaybeder. Bir Müslüman için esas olan Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bu nedenle önemli olan eşinin razı olması değil Allah’ın kendisinden razı olmasıdır. Dolayısıyla Kuran’a göre Müslüman kadın hatasını telafi edip Allah’ın rızasını kazandıktan sonra ne eşinin ne de başka insanların kendisinden razı olup olmamasının kendisi için bir önemi olmaz. Zaten karşı taraf Müslüman fıtratındaysa Allah’ı razı edeceği umulan bu sonuçtan doğal olarak o da razı olacaktır.
Ancak söz konusu hadislerin genel mantığı görüldüğü gibi Allah’ı ve Kuran hükümlerini esas almayan, tamamen şirk üzerine kurulu cahiliye evliliklerini andırmaktadır. Oysa daha önce de ifade ettiğimiz gibi Kuran’a göre evlilikte kadın ve erkeğin ikisi de Allah’tan korkan, seçkin, asil ve üstün ahlaklı insanlar olmalıdırlar. Kuran’daki evlilik bu esasa dayanır. Evli kaldıkları süre boyunca birbirlerine karşı sevgi, saygı, merhamet, sadakat ve vefa duyguları daha da güçlenir.
Allah Kuran’daki evlilikte arada sevgi, merhamet, sükunet, mülayimlik olacağını şöyle bildirmektedir:
Onda ‘sükun bulup durulmanız’ için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Rum Suresi, 21)
Dolayısıyla yukarıdaki mevzu hadislerde anlatılan kavgaların, yoğun anlaşmazlıkların, aşağılamaların, küçük düşürücü eylemlerin olduğu evlilik modeliyle Kuran’daki evlilik modeli arasında çok büyük farklılıklar vardır. Şu unutulmamalıdır: İslam dininde iyilik, insanlardan karşılık görmek için değil Allah rızası için yapılır ve Müslüman da yaptığı hayırlı güzel işlerin karşılığını sadece Allah’tan umar. Ayette de Allah bu ahlakı şöyle bildirir:
Onun yanında hiç kimsenin karşılığı verilecek bir nimeti (borcu) yoktur. Ancak yüce Rabbinin rızasını aramak için (verir). Muhakkak kendisi de ileride razı olacaktır. (Leyl Suresi, 19-21)
Dolayısıyla Kuran’a göre kadın, yalnızca Allah’ı razı etmeye çalışır, Allah’a şükreder ve Allah’ın hoşnutluğunu ister. Onun üzerindeki tek hak sahibi Yüce Rabbimiz’dir, kocası değil. Bu sebeple kadının, kocasının “hakkını ödeyemediği” için türlü rezillikler içine girmesi gerektiğini söyleyen bu mantık Kuran’a tam olarak muhaliftir.