İslam’ın bir savaş dini olduğunu iddia edenler, temelde böyle bir görüşün, İslam’ın öğretileri ile tamamen zıt olduğunu bilmezler.anlamalıdırlar. Kuran’da karşı tarafa saldırıda bulunmak için bir gerekçe yoktur. Kitap genelinde Kuran’dan delillerle ortaya koyduğumuz üzere Müslümanlara sadece kendilerini savunma hakkı tanınmıştır. Müslümanlar elinde silah kendisine saldıran birine karşı, silahı elinden alma imkanı olmadığında, kendini savunma hakkına sahiptir. Bu savunmanın da koşulları belirlidir ve bu koşullar günümüz uluslararası savaş kanunlarıyla uyumludur. Kuran, demokrasi ve özgürlüklerin en mükemmel tarifini yapar. Demokrasinin ve özgürlüklerin bulunduğu bir ortamda ise, karşı tarafı düşman ilan etmek veya onu susturmaya çalışmak söz konusu değildir. Çünkü böyle bir ortam herkese saygı duyulan ve herkesin rahatlıkla konuştuğu özgür bir ortamdır. İslam şeriatı asıl bu ortamı tarif eder.
Dolayısıyla, Kuran’da savaşın gerekçesi yoktur. Bu gerçeği Kuran ayetleri ile izah edelim:
Savaş, İslam’ı Zorla Kabul Ettirmek İçin mi?
Savaş, zor, dayatma veya baskı yoluyla bir insana İslam’ı kabul ettirme yöntemini uygulayanlar Kuran’a ihanet ederler. Kuran’daki en açık hükümlerden biri “dinde asla zorlamanın olmadığıdır”:
Dinde zorlama (ve baskı) yoktur… (Bakara Suresi, 256)
Bu açık ayet Kuran’ın hükmüdür. Hiçbir Müslüman bu hükmün dışına çıkarak bir başkasına dindar olması için baskı uygulayamaz. Bu Kuran’da yasaklanmıştır.
Peygamberimiz (sav) yalnızca bir öğütçüdür. Tebliğ yapmakla ve son gelen hak din İslam’ı topluluklara tanıtmakla yükümlüdür. O dönemde, İslam dinini Peygamberimiz (sav)’in ve diğer Müslümanların ağzından dinleyenlerin kimi iman etmiş, kimi ise etmemiştir. Kuran’ın açık hükmü gereği, Peygamberimiz (sav) de, beraberindeki Müslümanlar da kesin olarak baskı yoluna gitmemişlerdir. Kuran’da Peygamberimiz (sav)’e, “Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. ONLARA ‘ZOR VE BASKI’ KULLANACAK DEĞİLSİN” (Gaşiye Suresi, 21-22) hatırlatması yapılmış ve baskı kesin olarak yasaklanmıştır. Kuran’a göre tüm diğer Müslümanlar da İslam ahlakını tanıtmakla görevlidirler. Ama hiç kimseye “sen Müslüman olacaksın”, “dindar olacaksın” veya “ibadetleri uygulayacaksın” gibi bir baskı yapamazlar. Kuran’ın amacı dünyaya sevgi ve huzur getirmektir. Dolayısıyla böyle bir baskı ortamının Kuran’a uygun olmayacağı açıktır.
Kuran’da baskının açıkça yasaklandığı diğer bazı ayetler şöyledir:
Ve de ki: “Hak Rabbinizdendir; ARTIK DİLEYEN İMAN ETSİN, DİLEYEN İNKAR ETSİN… (Kehf Suresi, 29)
Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, ONLAR MÜ’MİN OLUNCAYA KADAR İNSANLARI SEN Mİ ZORLAYACAKSIN? (Yunus Suresi, 99)
Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. SEN ONLARIN ÜZERİNDE BİR ZORBA DEĞİLSİN; şu halde, Benim kesin tehdidimden korkanlara Kur’an ile öğüt ver. (Kaf Suresi, 45)
Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. ONLARA ‘ZOR VE BASKI’ KULLANACAK DEĞİLSİN. (Gaşiye Suresi, 21-22)
De ki: “Ey kafirler.” “Ben sizin taptıklarınıza tapmam.” “Benim taptığıma siz tapacak değilsiniz.” “Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim.” “Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz.” “SİZİN DİNİNİZ SİZE BENİM DİNİM BANA.” (Kafirun Suresi, 1-6)
Zor ve baskı Kuran’da yasaklandığına göre, savaş, saldırı, düşmanlık ve öfke için bir gerekçe kalmamaktadır. Eğer baskı ile dinin kabul ettirilmesi haram ise, Müslümanlar müşrik toplulukları neye zorlayacaklardır? Dolayısıyla Kuran’daki İslam’a göre, İslam’ı kabul ettirmek asla ve asla savaş gerekçesi olamaz.
Savaş, İdeolojik veya Etnik Üstünlük İçin mi?
İslam’da her ideolojiye, her millete, her etnik gruba, her düşünceye, her dine saygı vardır. İslam, tüm fikirlerin dinlendiği, fikir özgürlüğünün alabildiğine yaşandığı bir dindir. Böyle bir demokrasi anlayışının ve hürriyetin olduğu dinde, fikir çatışması veya etnik çatışma nedeniyle savaş olması elbette mümkün değildir. “Soy koruyuculuğu”nu yani kendi ırkını, soyunu, kavmini, aşiretini üstün gören anlayışı Kuran kesin olarak kaldırmıştır. Haksız da olsa kendi kavminin sözde üstünlüğü ispatlamak için şiddete başvuran saldırgan bir anlayış inkar edenlerin özelliğidir ve Müslümanlar bu tavır bozukluğundan sakındırılmıştır:
Hani o inkar edenler, kendi kalplerinde, ‘öfkeli soy koruyuculuğu’nu (hamiyeti), cahiliyenin ‘öfkeli soy koruyuculuğunu’ kılıp-kışkırttıkları zaman, hemen Allah; elçisinin ve mü’minlerin üzerine ‘(kalbi teskin eden) güven ve yatışma duygusunu’ indirdi ve onları “takva sözü” üzerinde ‘kararlılıkla ayakta tuttu. (Fetih Suresi, 26)
Bir ırkın diğerine üstünlüğü yoktur:
Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)
Irkların birbirine üstünlüğü iddiasını tamamen ortadan kaldıran İslam, ırk üstünlüğü gibi mantık dışı bir gerekçeyle savaşma hırsını da ortadan kaldırmıştır. Üstelik
Radikalizmin Temel Sebeplerinden Biri: Kabilecilik Kültürü
Kabilecilik geleneği, Ortadoğu medeniyetlerinin bir çoğunun yüzlerce hatta binlerce yıllık toplumsal doku ve kültürünün temelini oluşturur. Bugün Kuzey Afrika, Arap dünyası ve Orta Asya toplumlarının bir kısmı, her ne kadar modern devlet statüsüne geçmişlerse de kabilecilik ve aşiretçilik mantığı hiçbir zaman terk edilmemiş, yalnızca şekil değiştirmiştir. Dolayısıyla günümüz İslam dünyasını değerlendirirken bu somut durumun göz önünde bulundurulması gerekir. Birçok Ortadoğu ülkesinde, nesilden nesile aile içinde el değiştiren hükümdarlıklar, bu ailelerin mensup oldukları kabile ve aşiretlerin gücüyle iktidarlarını korur. Bu nedenle, kabilecilik mantığını, yalnızca eski feodal dönemlere özgü tarihi bir konu olarak değerlendirmek son derece yanlış olacaktır. ABD Savunma Bakanlığı’na bağlı araştırmacı-yazar Rick Docksai bu gerçeğe şöyle dikkat çeker:
“İleri düzeyde kabileci olan Yemen, Afgan ve Libya toplumları klan egemenliğinin açık ve somut örnekleridir. Pakistan, Kenya ve Güney Sudan gibi diğer ülkelerde ise kabileler sonu gelmeyen talep kavgalarında merkezi yönetimle aşık atarlar. “[i]
Yüzyıllardır kabilecilik kültürüne özgü değer yargıları, ahlaki kurallar, örf, adet ve geleneklerle yoğrulmuş Ortadoğu toplumunda bireylerin statü, kimlik, önem ve hiyerarşileri de yine bu kültür çerçevesinde belirlenir. Docksai bu durumu şöyle tarif eder:
“Gerçekte, kabileler içindeki kimlik Arap dünyasında hala arka planda güçlü bir etken olarak varlığını sürdürür ve bu durum Ortadoğu toplumlarında bireysel özgürlüğün gelişmesinde sarp bir engel teşkil edecektir.”[ii]
Kabileci kültürün yanlış değer yargıları, kan davaları gibi şiddetin sözde meşru görülmesine sebep olduğu gibi kadınlar üzerindeki baskıyı da artıran bir durumdur. Çeşitli İslam toplumlarında kızlar ve kadınlar, sözde iffetlerini koruma bahanesiyle aileleri tarafından jenital operasyona mecbur bırakılır, istemedikleri insanlarla evlenmeye mecbur edilir, kocalarının adeta kölesi haline getirilerek onlardan izinsiz, değil seyahate, alışverişe bile çıkamaz, her türlü şiddete maruz kalır, araç kullanamaz, seçme ve seçilme hakkına sahip olamaz, eğitimden, ekonomik hayattan uzak tutulur.
Bunlar salt kabile kültüründeki erkek egemen zihniyetin fayda ve çıkarlarını gözetme, onun kompleks ve kıskançlık güdülerini bastırma amacıyla ortaya atılmış uydurma kural ve uygulamalardır. Bu safsatalar zamanla toplumsal ve dini kurallara hatta devlet kanunlarına dönüşmüştür. Ne yazık ki bugün geniş ölçekte İslam dünyasını sözde bu ilkel ve vahşi zihniyet temsil ediyor. Bu zihniyetin ortaya koyduğu çirkin tablo da büyük bir haksızlıkla İslam’a ve Kuran’a malediliyor.
ŞİDDET…NEFRET… SEVGİSİZLİK RADİKALLERE AİT BİR ÖZELLİKTİR. İSLAM’DA YERİ YOKTUR |
Laikliği, demokrasiyi ve barışı savunan İslam’ın yanlış tanınmasının sebebi hurafecilerin Kuran dışı zihniyetleridir. |
Savaş, Dini Bir Liderin Getireceği İslami Kuralları Yaygınlaştırmak Amacıyla mı?
Daha önce detaylı açıkladığımız gibi, Kuran’a göre Müslüman bir lider, liderlik yaptığı topluluk içinde bulunan Hristiyanlar, Museviler, ateistler, komünistler, agnostikler, Budistler ve bunun gibi tüm diğer fikir ve ideolojileri birlikte kucaklayan bir lider olmalıdır. Tam anlamıyla fikir özgürlüğünü benimsemelidir. İnsanlara tam hürriyet vermelidir. Özgürlüklerin olmadığı bir ortamda kavgalar, kargaşalar, hakaretler ve ikiyüzlü insanlar ortaya çıkar. Bunların tümünü engellemeli ve Kuran’ın gereğini yapmalıdır. “Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun.” (Nisa Suresi, 135) ayeti gereği kişi, inanç, köken ayırt etmeksizin adaleti ayakta tutmakla yükümlüdür. Kendi aleyhine olsa bile.
Savaş, Düşmanların Ortadan Kaldırılması İçin mi?
İslam’da nasıl “düşman” olabilir ki? İslam dini, temelinde bütün insanların eşit ve kardeş olması gerektiğini savunan bir dindir. İslam dinine göre rengi, dili, dini, ırkı, vatanı ve sosyal durumu ne olursa olsun insan, öncelikle sırf insan olduğu için saygıya layık bir varlıktır. Tüm hak dinlerin bildirdiği şekilde insanlar, Hz. Adem (as)’ın çocukları olarak kardeştirler. Bu kardeşlik ilkesi, dindar olmanın gereklerindendir.
İslam, ırk üstünlüğü fikrine dayanan, insanları gelişmiş ve ilkel diye ikiye ayıran tüm faşizan ideoloji ve fikirlere, materyalist ve Darwinist düşüncelere karşıdır. Dolayısıyla bu sapkın ideolojilerin beraberinde getirdiği çatışma, mücadele ve savaş kavramlarını da kendi içinde barındırmaz, bunlara karşı ilmi ve akli mücadele içindedir.
Her insanın saygıya layık olduğuna dair İslam’daki kural, insanlar arası her türlü ilişkinin de temelini oluşturur. Yanlış eylemlerde bulunan bir kişi bile İslam’a göre daima potansiyel iyiliğe yönelecek bir insandır. Dolayısıyla gerçek bir Müslümanın düşman edinmesi imkansızdır. Her Müslüman, bir başkasına şefkatle davranmak ve güzel ahlakı anlatmakla yükümlüdür, düşman edinip onu harcamakla değil.
Kuran ayetlerinde, insana hitap edilirken üstünlük konusunda herhangi bir ayrıma gidilmeden, “Ademoğulları” deyiminin kullanılması, bu konuda bütün insanların eşit olarak yaratıldıklarını gösterir:
Andolsun, Biz Ademoğlunu yücelttik; onları karada ve denizde (çeşitli araçlarla) taşıdık, temiz, güzel şeylerden rızıklandırdık ve yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık. (İsra Suresi, 70)
Savaş için bir gerekçe sunmayan bir dinin, bir savaş dini olarak lanse edilmesi yalnızca hurafecilerin uygulamalarından kaynaklanır. Dünyada bir kısım kişiler, İslam ile ilgili bu açıklamaları bilmediklerinde ve sadece radikallerin uygulamalarına şahit olduklarında İslam hakkında çoğunlukla yanılırlar. Radikal zihniyetteki kişilerin Kuran dışında başka hükümleri uyguladıklarının ve gerçekte İslam dışında başka bir din benimsediklerinin farkında değildirler. Bu kitap ile aydınlatmaya çalıştığımız konu da zaten budur.
Savaş için teşvik edilenler çoğunlukla radikal gruplardır; fakat savaşa kendi zalim emelleri için ihtiyaç duyanlar tüm bunları yönetenlerdir. |
Savaşı Kimler İster?
İslam adına geniş toplulukları yönlendiren bir kısım sözde alimlerden bahsederken, önemli bir noktayı da hatırlatmak gerekiyor: Silah sektörü, bir kısım odaklar için daima canlı tutulması gereken bir sektördür. Ekonomik krizden etkilenmeyen tek sektör. Arz-talebin bitmediği, daima en yenilerin piyasaya sürüldüğü canlı bir sektör. Neden canlı? Çünkü savaşlar canlı tutuluyor. Savaşların canlı tutulmasının birkaç yönteminden biri ise şudur: Kendi dinini savaş dini zanneden, bu sebeple ölmeye ve öldürmeye hazır cahil bir halk kitlesinin provoke edilmesi. Tanıma en çok kim uyuyor tahmin etmek elbette zor değil: İslam adına ortaya çıkmış radikal gruplar.
Bir kısım neoconlar ve Batıdaki diğer İslam karşıtları, vahşetin söz konusu radikaller tarafından dünyaya yayıldığı konusunda haklılar. Ancak bu insanlar, Usame Bin Ladin gibi bazı liderler konusunda yanılıyorlar. Genellikle böyle sözde liderler, İslam ve Müslümanlıkla ilgisi olmayan, fakat çeşitli istihbarat birimlerinin denetiminde hazır bulundurulan kişilerdir. Bir ortamda karışıklık çıkması gerektiğinde, bir yerde savaş gerektiğinde derhal devreye sokulurlar. Batı ülkelerinin barlarında, cafelerinde vakit geçirirken, emrin gelmesiyle sakal bırakır, kıyafet ve üslup değiştirir, tipik bir Ortadoğulu görünümüne bürünür ve yıllarca öğrendikleri hurafeleri uygulamak üzere harekete geçerler.
Bazı sözde dini liderler, gerekli zamanda savaş ve karışıklıkların çıkarılması için devreye sokulan piyonlardır. Çeşitli istihbarat birimleri tarafından denetlenir ve görevlendirildikleri savaş planını yerine getirmek için rol yaparlar. |
Bu olay, dünyada pek çok defa hayata geçirildi. Usame Bin Ladin bunlardan sadece biriydi. Peygamber Efendimiz (sav)’in ahir zamandaki en büyük müjdesi olan Hz. Mehdi (as)’ın gelişi ve Müslümanların bu konudaki samimi beklentisi kullanıldı ve bir kısım odaklar tarafından Bin Ladin adeta Hz Mehdi (as) görünümünde lanse edildi. Bir çok kişi de bu yönde ikna edilmeye çalışıldı. Bin Ladin ile başlayan süreç sadece Afganistan’ı değil bütün Müslüman alemini vurdu. Senaryonun en sonunda ise Bin Ladin’in ölmüş görüntüleri yer alacaktı. Bu, tüm planın belki de en can alıcı parçasıydı. Plana göre, Müslüman alemi Mehdilerinin ölmüş olduğunu görecek ve tüm beklenti ve umutlarını yitirecekti. İslam aleminin güçsüzleşmesi ve daha fazla sömürülmesi için inşa edilmiş sistemli bir senaryoydu bu.
Radikal zihniyettekiler bu konuda tabi ki suçlular ama onları besleyen bir kısım odakların da görmezden gelinmemesi gerekiyor. Silah sanayii bu kadar güçlü ve karlı iken, savaş daima birilerinin işine yarar. Savaş için teşvik edilenler çoğunlukla radikal gruplardır fakat savaşa kendi zalim emelleri için ihtiyaç duyanlar tüm bunları yönetenlerdir. Söz konusu “yönetenler” için, cehalet içindeki, savaşa hazır bu gruplar tamamen biçilmiş kaftandır. Savaşa kolayca yönlendirilebilecek birer piyondurlar.
Radikallerden şikayetçi olan Amerikalı veya Avrupalıların bu yöneticilerin yanı başlarında olduğunu unutmamaları gerekir. Bu elbette radikal grupların ve hurafelerin pençesine düşmüş ve mezheplere ayrılarak birbirini düşman ilan etmiş kişilerin suçunu hafifletmiyor. Fakat yine de bu önemli gerçeğin göz ardı edilmemesi gerekir. Nitekim, özellikle Müslüman ülkelerdeki protesto ve ayaklanmaları açıkça düzenleyen ve yöneten çeşitli organizasyonlar bu hedeflerini açıkça dile getirmekten çekinmemektedirler.
John William Godward’nun “The Signal” adlı yağlı boya tablosu, 1918 |
De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur.” |
Bölüm Sonu:
Bu bölümde, İslam’a karşı bir argüman olarak delil gibi kullanılan Kuran’daki savaş ayetlerinin açıklamalarını ve gerçek İslam’ın savaş ve cihat kavramlarına nasıl baktığını inceledik. Sonraki bölümlerde ise bağnazların dininin kaynağı tarif edilecektir. Uydurma hadislere göre üretilen batıl din anlayışlarının Kuran ile nasıl çeliştiği gösterilecektir. Bağnazların savaş, nefret ve öfke isteyen dinlerinin gerçek İslam dini ile hiçbir ilgisinin olmadığı tüm delilleriyle izah edilecektir.
De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur.” (İsra Suresi, 81)