Müminler Allah’ın yarattığı fıtrat gereği karşılıklı sohbet ve muhabbetten zevk alırlar. Bu sohbetlerinde sürekli Allah’ı anarlar, O’nun şanını yüceltirler ve O’na Müminler Arasında Tartışma Çıkarmaya Çalışanlaryakınlaşma vesileleri ararlar. Bu açıdan bakıldığında, müminlerin aralarında tartışmaları dine ve fıtratlarına uygun değildir. Zaten “Allah’ın kalplerini uzlaştırıp-ısındırdığı ve O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahlamış” (Al-i İmran Suresi, 103) insanlar birbirleriyle ancak sohbet ederler. Eğer bir konuda aralarında farklı fikirler olursa, bunları “istişare” yolu ile birlikte değerlendirir ve en doğru olanını seçip kabul ederler. Çünkü müminin, kendi nefsini diğer kardeşlerinden üstün tutmak gibi bir çabası olmaz. Kibirli değildir ve dolayısıyla bir fikri sırf kendine ait olduğu için körü körüne savunmak gibi basit bir tavır göstermez. Bu tür bir ahlaka sahip olan insanların oluşturduğu bir toplumda da, doğal olarak tartışmaya uygun bir zemin oluşmaz.
Dolayısıyla, bir tartışma ortamı, bir mümin toplumunun içine ancak “dışarıdan” girebilir.
Dışarıdan girişin ise iki ihtimali vardır. Birinci ihtimal, bir ya da bir grup müminin gaflete düşerek kısa bir süre için de olsa Kuran ahlakından uzaklaşmasıdır. Böyle olunca da cahiliye kültürünün izleri tekrar ortaya çıkar ve bu durumun bir sonucu olarak, şeytanın da kışkırtmasıyla bir tartışma ortamı oluşabilir. Ancak bu tür bir hata içine giren müminler, diğer müminlerin hatırlatması ya da yalnızca kendi vicdanları ile hemen bunun Kuran’a muhalif bir tavır olduğunu görür, Allah’tan bağışlanma diler ve tartışmanın yaratmış olabileceği herhangi bir kalp kırıklığını da “aranızı düzeltin” (Enfal Suresi, 1) emrine uygun olarak telafi ederler.
İkinci ihtimal ise tümüyle farklıdır. Çünkü bu kez tartışma, “dışarıdan” içeriye bilinçli ve kasıtlı bir biçimde sokulur. Bu ise, iman etmedikleri halde kısa vadeli çıkarları gereği kendilerini mümin gibi göstererek, mümin toplumu içinde barınan münafıklara ait bir harekettir. Münafık karakterlilerin en başta gelen tartışma malzemeleri itaat kavramıdır. Peygamberin tavsiyelerine uymak, verdiği kararlara bağlı kalmak münafıkların zoruna gider, onlara sıkıntı verir. Özellikle kendi çıkarlarına ters düşen konularda tartışmak münafıkların belirgin özelliklerindendir.
Peygamberimiz (sav) döneminde, savaş ortamında münafıklar, Allah’ın ayetleri geldiği ve O’nun elçisi de yanlarında olduğu halde birçok konu sebebiyle ayrılık çıkarmaya çalışmışlardır. Bunların başında mücadeleden kaçma ve ölüm korkusu gelir. Peygamberimiz (sav) Allah rızası için savaşmalarını emrettiğinde, aslında herşey açıkça belli olmuşken savaştan kaçmaya çalışmışlardır. Kimisi evlerinin açık olduğunu bahane ederken kimisi de peygamberle hak konusunda tartışmalara girmiştir. Ayetlerde daha pek çok sahte bahaneleri anlatılır: Bazıları savaşmayı bilmediğini, bazıları da kendilerini ailelerinin meşgul ettiğini iddia ederler. Bazıları da sıcak havayı mazeret gösterirler. Allah’ın onlara cevabı son derece açıktır: “Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir.” (Tevbe Suresi, 81)
Tüm bunlar, münafıkların yaşadıkları dehşetli ölüm korkusundan kaynaklanır. Oysa herkes zaten kaderinde belirlenmiş bir zamanda ölecektir, kendi evinde ya da yükseklere kurulmuş şatolarda olması bile bunu değiştiremez. Bu sebeple münafıklar, cehennemin en alt katına atılacak ve en şiddetli azapları göreceklerdir.
Münafıkların bu tartışmacı özellikleri doğal olarak şeytana uymalarından ve onun karakter özelliklerini taşımalarından ileri gelmektedir. Allah bu durumu Kuran’da şu şekilde açıklamıştır:
Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah’ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar şeytanın Fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 19)
Ayette dikkat çekilen bir nokta, tartışmacı münafıkların bir özelliği olan Allah’ın zikrini unutmaktır. En başta da belirttiğimiz gibi, müminler Allah’ı çokça zikrederler ve böylelikle şeytanın kendilerini sarıp kuşatmasına izin vermezler. Allah Kuran’da şeytanın iman eden kulları üzerinde hiçbir zorlayıcı gücü olmadığını bildirmiştir.
Münafıkların şeytan ile ilişkileri onun karakterini tecelli ettirmekten daha da ileri gitmiş ve münafıklar, şeytanın emrinde işgören bir topluluk durumuna gelmişlerdir. Bu durumu Allah Nisa Suresi’nin 76. ayetinde şöyle açıklar:
“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar, öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır.” (Nisa Suresi, 76)
Allah münafıkları her zaman mümin topluluğunun içinden çıkarmış, onları tesbit edilmiş bir zamanda müminlerden ayırmıştır. Münafıkların küfre karşı verilen mücadeleye müminlerle birlikte çıkmalarına müsade etmemiştir, çünkü bu ortamda münafıkların tartışma ve ayrılık çıkarmaya çalışacaklarını bilmektedir. Tevbe Suresi’nin 47. ayetinde belirtildiği gibi birlikte girilen mücadele sırasında münafıklar, müminlere kötülük ve zarar vermeye çalışacak ve müminlerin arasına fitne sokmak üzere çaba yürüteceklerdir. Bu hareketlerini gerçekleştirmek için de Resulü ve Allah’ın dinini tartışma konusu yapmaya çalışacaklardır. Ancak Allah böyle bir duruma hiçbir zaman müsade etmeyeceğini Kuran’da bildirmiştir.
Münafıklara karşın, başta da belirttiğimiz gibi, müminlerin birbirleriyle tartışmaları fıtratlarına aykırıdır; kalplerini Allah uzlaştırmıştır ve aralarında bir ayrılık söz konusu değildir. Yapacakları işlere aralarında istişare yaparak karar verirler. Allah’a olan derin bağlılıkları ve kurmuş oldukları sıcak bağlantı, bu istişare ortamı tartışmaya doğru yöneldiğinde, onları hemen Allah’ı anmaya ve tartışmadan vazgeçmeye yöneltir. Tartışmacı karakterin şeytana ve münafıklara ait olduğunu bilirler ve Allah’a sığınarak tartışmaktan kaçınırlar.