İnsanların geneli Allah’a ve Kuran’a inandıklarını, ancak ibadetleri ileri yaşlarında yerine getireceklerini söylerler. Hacca gitmek, tesettür, namaz kılmak gibi ibadetler hemen herkes tarafından yaşlılık dönemine ertelenir. Bunun bilinçaltındaki nedeni, bir insanın kendisini dine adaması ile birlikte tüm dünyevi zevklerden mahrum olacağını zannetmesidir. Oysa Allah Kuran’ın birçok ayetinde dünya nimetlerini müminlere hem dünyada hem de ahirette sunduğunu bildirmektedir:
… İnsanlardan öylesi vardır ki: “Rabbimiz, bize dünyada ver” der; onun ahirette nasibi yoktur. Onlardan öylesi de vardır ki: “Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru” der. İşte bunların kazandıklarına karşılık nasibleri vardır. Allah, hesabı pek seri görendir. (Bakara Suresi, 200-202)
Dahası bir başka ayette, tüm nimetlerin gerçekte müminler için olduğu müjdelenir:
De ki: “Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?” De ki: “Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır.” Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Araf Suresi, 32)
Ayrıca bir insanın bir nimetten gerçek anlamda zevk alabilmesi için o kişinin ruhen huzurlu olması gerekir. Vicdani bir rahatsızlık içinde olan kişi, her türlü nimet içinde bulunsa da hiçbir şeyden zevk alamaz. Bu nedenle dünya hayatını kendilerince doyasıya yaşayabilmek için vicdanlarına uymayanlar veya vicdanlarının emrettiklerini erteleyenler, büyük bir hataya düşmektedirler.
Bu yanılgı içerisindeki insanlar, doğruyu aslında bilmektedirler ve vicdanlarının emrettiklerine uyduklarında tüm yaşantılarını buna göre düzenlemeleri gerekeceğinin de farkındadırlar. Örneğin namaz kıldıkları zaman vicdanlarının sesi daha da ağır basmaya başlayacaktır. Yaptıkları kötülükler ve vicdansızlıklar belirginleşecektir. Nitekim bir ayette, namazın insanları doğruya yönelttiği şöyle bildirilmektedir:
Sana kitaptan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah’ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir. (Ankebut Suresi, 45)
Bazı insanlar bu gerçeği anladıkları için, ibadetlerin getirdiği vicdani sorumluluklardan kendilerine bir mazeret bularak kurtulmaya çalışırlar. Allah’ın kesin olarak emrettiği bu hükümleri inkar edemez, ama ileride hepsini yapacaklarına dair kendilerine ve çevrelerine vaatte bulunurlar.
Erteleme sadece ibadetler için geçerli değildir. Günlük yaşantıda karşılaşılan her olayda vicdanın emrettiği doğrular ertelenir. İnsanlarda hep “şimdilik böyle yapayım, bir dahaki sefere düzeltirim” mantığı vardır. Oysa Allah insanın ertelediklerini de hesap gününde karşısına çıkaracaktır:
O gün, ‘sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)’ yalnızca Rabbinin Katıdır. İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir. (Kıyamet Suresi, 12-13)
Ertelemek ancak ahireti ve ölümü düşünmeyen, kendilerine yakın görmeyen insanlara mahsus bir tavırdır. Herşeyden önce insan ne zaman, nerede ve ne şekilde öleceğini bilmemektedir. Örneğin şu an bu kitabı okuyan kişi kendisini güvencede hissediyor olabilir. Ancak ansızın meydana gelebilecek bir olay veya bu kitabı okuduktan yarım saat sonra bineceği arabanın kaza geçirmesi, merdivenlerden inerken tansiyonunun düşmesi ve yuvarlanması kolaylıkla ölümüne neden olabilir.
Peki ölüm vakitlerini bilmedikleri halde bazı insanlar nasıl vicdanlarının emrettiklerini bu kadar kolay erteleyebilmektedirler? Oysa Allah kesin olarak bildirmektedir ki, ölüm meleğini karşısında gören her insan ertelediği şeylerden dolayı büyük bir pişmanlık duyacaktır ve “keşke hepsini yapsaydım” diyecektir. Bu, tarifi mümkün olmayan ve asla dönüşü de bulunmayan bir pişmanlıktır:
O gün, zulmeden, ellerini (hınçla) ısırarak (şöyle) der: “Ah keşke, elçiyle birlikte bir yol edinmiş olsaydım,” “Vah yazıklar bana, ne olurdu da filanı dost edinmeseydim.” “Çünkü o, gerçekten bana geldikten sonra beni zikirden (Kuran’dan) saptırmış oldu…” (Furkan Suresi, 27-29)
Ayrıca Allah’ın vereceği cezanın ertelenmiş olması da insanları yanıltır. Eğer Allah yapılan her vicdansızlığın karşılığını anında verseydi, insanlar bir kez karşılık aldıktan sonra bir daha vicdansızlık yapamazlardı. Ancak cezanın ertelenmiş olması insanların hakka uyup uymadıklarının ortaya çıkmasını sağlamakta ve deneme ortamı böylelikle oluşturulmaktadır. Allah’ın azabı ertelemesi, bunu hak edenlerin en şiddetli azapla karşılık görmelerinin yanı sıra insanlara dünyada iken tevbe etme imkanı oluşması açısından da önemlidir. Bu, Allah’ın sonsuz merhametinin bir tecellisidir. Bir ayette şöyle bildirilir:
Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azab ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir. (Fatır Suresi, 45)
Bu yüzden Allah’ın yapılan vicdansızlıklara hemen karşılık vermemesi insanları aldatmamalıdır, çünkü her birinin karşılığı ahirette eksiksiz olarak verilecektir. Allah bu yanlış mantıkta olanları bir ayette şöyle haber vermektedir:
… Ve kendi kendilerine: “Söylediklerimiz dolayısıyla Allah bize azap etse ya.” derler. Onlara cehennem yeter; oraya gireceklerdir. Artık o, ne kötü bir gidiş yeridir. (Mücadele Suresi, 8)