Allah müminlerin karşılaşabileceği imtihanlardan birinin de inkar edenlerin inananlar hakkında sarf edecekleri sıkıntı verici konuşmalar olduğunu şöyle bildirmiştir:
… sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız (bu) emirlere olan azimdendir. (Al-i İmran Suresi,186)
Tarih boyunca yaşamış olan tüm peygamberler gönderilmiş oldukları kavimlerin çeşitli iftira ve suçlamalarıyla karşı karşıya kalmışlardır. Özellikle de bu kavimlerin inkarcı önde gelenleri bu tarz tavırların öncülüğünü yaparak kavimlerini iman edenlere karşı kışkırtmaya çalışmışlardır. Bunun en önemli sebebi ise kuşkusuz ki hak dinin bu kimselerin haksız yoldan elde ettikleri birtakım dünyevi menfaatleri zedeleyebilecek bir ahlak yapısı sunuyor olmasıdır. Bu kimseler yaşadıkları topluluklarda zenginlik, makam ve itibar açısından üstün konumda oldukları için halkı kolaylıkla sömürebilmekte, adaletsizliği, haksızlığı insanlara makul gösterebilmektedirler.
Kuran ahlakı ise insanlara dürüstlüğü, adaleti, yoksul olanın hakkını korumayı emretmektedir. İşte dinin bu özelliklerini kendi dünyevi menfaatleri açısından bir tehlike olarak gören bu kimseler, din ahlakının yayılmasını isteyen müminleri karalamak ve başarısızlığa uğratmak istemişlerdir.
Bu durumun en açık örneklerinden birini İsrailoğullarını köle olarak çalıştıran ve çeşitli eziyetlere uğratan Firavun’un tavırlarında görmek mümkündür. Çok ağır şartlar altında çalıştırılarak Firavun tarafından sömürülen bu insanlara Allah kurtarıcı olarak Hz. Musa’yı göndermiştir. Hak dinin İsrailoğullarına karşı adil, merhametli ve vicdanlı bir tavır göstermesini emrettiğini fark eden Firavun, Hz. Musa ve beraberindekileri halkın gözünde etkisiz hale getirmek istemiştir. Böylece peygamberin anlattığı dine kimsenin itibar etmeyeceğini ve kendi menfaatlerine yönelen bu tehlikeyi atlatmış olacağını düşünmüştür. Bir yandan da atılan iftiraların inananların morallerini bozup yıldıracağını ve dinin yayılması için gösterdikleri çabadan vazgeçebileceklerini ummuştur. Bu amaçla attığı iftiralardan bazıları Kuran’da şöyle aktarılmıştır:
Andolsun, Biz Musa’yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik; Firavun’a, Haman’a ve Karun’a. Ama onlar: (Bu,) Yalan söyleyen bir büyücüdür” dediler. (Mümin Suresi, 23-24)
Fakat o, ‘bütün kişisel ve askeri gücüyle’ yüz çevirdi ve: “(Bu,) Ya bir büyücü veya bir delidir” dedi. (Zariyat Suresi, 39)
Firavun ve onun yakın çevresinin Hz. Musa’ya söyledikleri bu sözler sadece onlara has bir davranış değildir. Tarih boyunca Allah’ın, din ahlakını anlatmakla görevlendirdiği tüm elçilere aynı suçlamalar yapılmıştır. Hepsi de yalancılıkla, büyücükle, mecnun ya da şair olmakla, çıkar sağlamaya çalışmakla itham edilmişlerdir. İman edenlerin her dönemde bu tür iftira içerikli sözlerle karşılaşmaları ise kesinlikle bir tesadüf değil, aksine Allah’ın müminlerin sabır ve tevekküllerini denemek için yarattığı özel olaylardır.
Kuran’da bunun eskiden beri süregelen bir durum olduğu şöyle bildirilir:
İşte böyle; onlardan öncekiler de bir elçi gelmeyiversin, mutlaka: “Büyücü ve cinlenmiş” demişlerdir. (Zariyat Suresi, 52)
Allah Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’e ve beraberindeki müminlere de bu yönde çeşitli iftiralar atıldığını haber vermiştir:
Ve (yine) onlara: “İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin” denildiğinde: “Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?” derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler. (Bakara Suresi, 13)
Kavminden, ileri gelen inkarcılar: “Biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine, biz sizi yalancılar sanıyoruz” dedi. (Hud Suresi, 27)
İçlerinden kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar. Kafirler dedi ki: “Bu, yalan söyleyen bir büyücüdür.” (Sad Suresi, 4)
İnkar edenlerin tüm bu iftiralarına karşılık Allah’ın elçilerinin ve salih müminlerin tavrı ise güzel bir sabır göstererek Allah’a sığınmak ve O’ndan yardım dilemek olmuştur. Bunun bir örneği Kuran’da şöyle bildirilir:
(Resulullah) Dedi ki: “Rabbim, hak ile hükmet. Bizim Rabbimiz, sizin her türlü nitelendirmelerinize karşı yardımına sığınılan Rahman (olan Allah)’dır.” (Enbiya Suresi, 112)
Allah, inkar edenlerin peygambere eziyet vermeyi amaçlayan bu tavırlarına Kuran’da şöyle yanıt vermiştir:
Şu halde sen, öğüt verip-hatırlat; çünkü sen, Rabbinin nimetiyle ne kahinsin, ne mecnun. (Tur Suresi, 29)
Kafirlere ve münafıklara itaat etme, eziyetlerine aldırma ve Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter. (Ahzab Suresi, 48)
Allah’ın ayette belirttiği gibi, müminin üzerine düşen sorumluluk her ne zorlukla karşılaşırsa karşılaşsın, Kuran ahlakını yaşamaya ve insanlara da bu yönde öğüt verip hatırlatmaya devam etmesidir. Bu nedenle müminler, inkar edenlerin bu tür tavırlarına aldırış etmez, tevekkül ve sabır ile doğru bildikleri yolda ilerlerler. Dahası inkar edenler, bu tavırlarıyla farkında olmadan inananların imanlarının ve din ahlakına karşı duydukları şevk ve heyecanın da artmasına sebep olurlar.