İnsanlar genellikle bir sorun yaşadıklarında, hatayı öncelikle kendilerinde değil de, karşı tarafta arama eğilimindedirler. Bu bakış açısıyla baktıklarında, gerçekten kendilerini haklı çıkaracak delilleri de bulurlar. Ve bu delillere dayanarak da, olayları ya da konuları tek taraflı olarak yalnızca kendi yönlerinden değerlendirirler.
Oysa çoğu zaman bir olayda, genellikle her iki tarafın da haklı olduğunu düşünebileceği delil bulmak zor değildir.Bazen bir kişi %100 haklı olur. Ama çoğu zaman da, %5’lik bir oranda dahi olsa, karşı tarafın da kendine göre haklı olduğunu düşünebileceği bir yön vardır. Ve bu %5’lik bir bölüm de, tamamen haklı olduğuna inanması için o kişiye yeter. Az da olsa elinde haklılığına ait bir delil olması, diğer tarafın %95’lik haklılık payını ve buna ait delilleri görememesine neden olur.
Bazen de iki farklı bakış açısıyla bakıldığında, bir olayın iki farklı görünümü olur. Sözgelimi bir olayı sağ taraftan gören bir insanın yakaladığı ve dikkatini çeken detaylar çok başka iken, soldan bakan bir kimsenin gözüne takılan gelişmeler çok farklı olur. Örneğin bir kişi, uzaktan baktığında bir başkasını bir yemeği yerken gördüğünü sanır. Oysa ki ortada bir göz yanılması vardır. Yakından başka bir açıdan bakıldığında, aslında bu kişinin sadece yemekten bir kaşık alıp kokusuna baktığı ve sonra yerine geri koyduğu görülür. İşte bazen insanlar bu tarz durumlarda da, karşı tarafın şahit olduklarının bilgisine sahip olmadıklarından, kendi bildiklerinde ısrarcı davranır ve hatta diğer tarafı doğru konuşmamakla dahi itham edebilirler.
Bazen de, bir insan gerçekten çok açık bir şekilde tamamen haklı olur. Ama buna rağmen karşı taraf, kimi zaman gurur ve büyüklenme, kimi zaman nefsini savunma arzusu ya da öfke gibi nedenlerle konunun aksini iddia edebilir.
İşte burada birkaç örnekle açıklanan tüm bu durumlarda güzel olan, insanın –herşeye rağmen-, -haklılığından %100 emin olduğunda bile- hatayı önce kendinde arayan bir üslup içerisinde olmasıdır. Bu, herşeyden önce Kuran ahlakının bir gereğidir.Tevazunun, olgunluğun, hoşgörünün, alttan almanın, yatıştırıcı olmanın ve nezaketin bir gereğidir. İnsan ne kadar haklı olursa olsun, düz bir anlatımla karşı tarafı direk suçlayan bir üslup kullanması doğru değildir. Allah müminlere, birbirlerine “sözün en güzelini söylemelerini” bildirmiştir. Dolayısıyla bu tür bir durumla karşılaşıldığında güzel olan, bir kişinin karşı tarafı direk mahcup eden, rencide eden ya da kızgın bir üslup kullanarak haklılık iddiasında bulunması değildir. Mümin mutlaka tevazuyla “Ben yanlış görmüş olabilirim”, “Bana öyle gelmiş olabilir”, “Ben unutmuş ya da yanılmış olabilirim”,“Yanlış hatırlıyor olabilirim”, “Ben düşünememiş olabilirim” gibi samimi üsluplarla, öncelikle ortadaki yanlışın sebebini kendisinde aramalıdır.
Gerçekten de insan acz içerisindedir. Çok rahatlıkla unutabilmekte, yanılabilmekte, yanlış hatırlayabilmekte; olayları, isimleri birbirine karıştırabilmektedir. Dolayısıyla böyle bir acz içerisindeyken, kendisinin kesinlikle hatasız olduğunu iddia etmesi, bu açıdan da zaten yerinde değildir.
Bunun yanı sıra, mümin ahlakında nezaket çok önemli bir yere sahiptir. Bir konuda doğruyu savunmak demek, karşı tarafı kırmak, rahatsız etmek, kargaşa ya da tartışma ortamı oluşturmak değildir. Mümin bir hatırlatma veya bir eleştiri yapacaksa ya da bir gerçeği dile getirecekse bile, mutlaka karşı tarafı en az tedirgin edecek, ortamı en az gerginleştirecek en sevgi dolu, en nezaketli, en iddialaşmayan, en mülayim üslubu tercih etmelidir.
Nitekim böyle bir ahlak gösterildiğinde; yani haklı olduğu hatayı üstlenen kişi, tevazulu, sevgi dolu bir üslupla yaklaştığında, hatalı olan kişi de, gördüğü bu güzel davranış karşısında mahçup olup aynı tevazuyla karşılık verir. Böyle bir ahlak, hatalı olan kişinin, hatasını çok daha kolay bir şekilde görüp kabul edebilmesine güzel bir zemin hazırlar. Dolayısıyla Müslüman, ahlakıyla güzel bir örnek sunarak, karşı tarafın da aynı ahlakı almasına vesile olur. Kızgınlıkla, haklılık iddiasıyla, tartışmayla karşı tarafa haksızlığını göstermektense, bu samimi ahlak Allah’ın dilemesiyle çok daha güzel bir sonuca vesile olur.
Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra Suresi, 53)
İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. (Fussilet Suresi, 34)