Hiç kimse hata yapmak istemez. Ama bu, dünya hayatındaki imtihanın önemli bir parçasıdır. İnsan pek çok konuda hata yaparak eğitilir ve çoğu zaman da, o hataları bir daha yapmamaya ancak bu şekilde karar verir.
Hata, insanın bir parçası olduğuna göre, insanın bu konuyu da kapsamlı olarak düşünüp kendini bu duruma hazırlaması gerekir: ‘Bir hata yapıldığında, hatadan vazgeçmek nasıl olmalıdır?’, ‘insanın, yaptığı hatadan dolayı Allah’a sığınması, Allah’tan bağışlanma dilemesi nasıl olur?’, ‘Kuran’a göre hatadan pişmanlık duymanın ölçüsü nasıldır?’, ‘hata yapan insanın suçluluk duygusu içerisinde olması gerekir mi?’, ‘insan yaptığı bir hatayı düzelttikten sonra unutmalı mıdır, yoksa sürekli o hatanın ezikliğini yaşamalı mıdır?’, ‘bir insan o hatayı bir daha tekrarlamamak için nasıl tedbirler almalıdır?’, ‘hatanın telafisi nasıl olmalıdır?’
Allah Kuran’da insanlara tüm bu soruların kesin cevaplarını vermiştir. Dolayısıyla insan bir hata yaptığında, hayatının bundan sonrasında bu konuyu nasıl değerlendirmesi gerektiğini Kuran’a göre belirlemelidir.
‘Bir hata yapıldığında, o hatadan vazgeçmek nasıl olmalıdır?’
Allah’tan korkan bir insan, kendisine yaptığı yanlışın doğrusu hatırlatılır hatırlatılmaz hiç gurur yapmadan tavrını değiştirir. Bu, bir Müslüman için çok önemli bir mümin alametidir. Eğer anladığı halde anlamazdan gelirse, bile bile doğru tavrı göstermekte ağırdan alırsa, bu da onun şüpheli bir insan olduğu imajını verir. Çünkü Allah korkusu, bir insanın yanlış bir tavır içerisinde olduğu halde bunu sürdürmesine izin vermez. ‘İnsanlar ne düşünür?’, ‘küçük düşer miyim?’, ‘tavrımı hemen değiştirmekle hatamı kabullenmiş konumuna gelir miyim?’, ‘insanlara karşı itibarım zedelenir mi?’, ‘böyle yaparsam gururumu kırmış olur muyum?’ gibi insanlara yönelik hesaplar içerisine girmez. O anda yalnızca Allah Katındaki konumunu düşünür. Allah’ın rızasına uygun olmayan bir tavırdan vazgeçip, Allah’ın beğeneceği bir tavır göstereceğini bilerek sevinçle hatasını terk eder.
İşte hatadan vazgeçmek bundan ibarettir. Karmaşık bir şey yoktur. Uzun uzun günlere, haftalara yayılması gereken bir durum yoktur. Yapılan hata her ne kadar büyük olursa olsun, insanın vazgeçmeye karar vermesiyle birlikte, Allah’ın en razı olacağı tavrı uygulamaya başlamasıyla birlikte, -Allah’ın izniyle- o hata da ortadan kalmış olur.
Ve ‘çirkin bir hayasızlık’ işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah’tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir.(Al-i İmran Suresi, 135)
‘İnsanın, yaptığı hatadan dolayı Allah’a sığınması ve Allah’tan bağışlanma dilemesi nasıl olmalıdır?’
Allah Kuran’da, ‘samimi olan kullarının kurtuluşa ereceğini’ bildirmiştir (Hicr Suresi, 40). Dolayısıyla bir hata yapıldığında, o insanı Allah’a en yakınlaştıracak olan şey de samimiyettir. Allah’a ne kadar temiz, samimi ve dürüst bir kalple yöneliyorsa, hatasını da o kadar iyi anlamış ve o kadar derinden pişman olmuş demektir. Eğer bu hata, o kişinin, Allah’ın huzurundaki aczini ve Allah’a olan muhtaçlığını çok daha iyi kavramasına vesile olmuşsa, bu da o kişinin samimiyetinin bir göstergesidir. Yaptığı hatadan dolayı Allah’tan saygıyla korkup sakınıyorsa, hesap gününde bu tavrından sorumlu tutulmaktan korkuyorsa, acz içerisinde Allah’ın lütfuna ve affediciliğine sığınıyorsa, Allah’ın izniyle Kuran ahlakına uygun bir ahlak içerisinde demektir. Böyle bir insan, Allah’ın tevbesini kabul etmesi ve kendisini affetmesi için can-ı gönülden dua eder. Bir daha aynı hatayı tekrarlamamak için Allah’a kendi içinden çok samimi olarak söz verir.
Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Maide Suresi, 39)
Ancak tevbe edenler, (kendilerini ve başkalarını) düzeltenler ve (indirileni) açıklayanlar(a gelince); artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim. (Bakara Suresi, 160)
Kötülük işleyip bunun ardından tevbe edenler ve iman edenler; hiç şüphesiz Rabbin, bundan (tevbeden) sonra elbette bağışlayandır, esirgeyendir. (Araf Suresi, 153)
‘Kuran’a göre, hatadan pişmanlık duymanın ölçüsü nasıl olmalıdır?’
‘Hata yapan insanın suçluluk duygusu içerisinde olması gerekir mi?’
‘İnsan yaptığı bir hatayı düzelttikten sonra unutmalı mıdır, yoksa sürekli olarak o hatanın ezikliğini yaşamalı mıdır?’
İman etmeyen insanlar ile Allah’tan korkan müminlerin hata karşısında yaşadıkları rahatsızlık çok farklıdır. İman etmeyen kimi insanlar, bir hata yaptıklarında, üzerinde tek bir saniye dahi düşünmeden umursuzlukla hayatlarına devam edebilirler. Ne Allah’a karşı bir pişmanlık hissi, ne telafi etme isteği, ne hatadan vazgeçme arzusu ne de bir daha tekrarlamamak için tedbir alma ihtiyacı içinde olurlar.
Müminler ise çok hassas bir vicdana sahiplerdir. Vicdanlarına uymayan en küçük bir tavır bile, manen bu durumdan müthiş rahatsız olmalarına neden olur. Allah’tan saygıyla korktukları için, Allah’ın razı olmayabileceği bir tavır göstermiş olma ihtimallerinden dolayı ciddi şekilde tedirgin olurlar. Ancak bu rahatsızlıklarını ve tedirginliklerini yine Allah’a sığınarak, Kuran ahlakıyla hareket ederek ortadan kaldırırlar. Cahiliye insanlarında olduğu gibi, tedirgin oldukları için ruhsal bir bunalıma girmezler. Hatalarını duygusal bir bakış açısıyla değerlendirip üzüntüye, sıkıntıya, karamsarlığa ya da umutsuzluğa kapılmazlar. Bu tedirginlikleri, onlarda yalnızca çok derin ve şiddetli bir pişmanlık hissi oluşturur. Ancak bu, ‘şeytani’ değil, ‘rahmani bir pişmanlık’tır.
Kimi cahiliye insanları ‘pişmanlık’ denilince bunun, ‘insanın içine kapanması, çevresindeki insanlardan uzaklaşması, bitmeyen bir suçluluk hissiyle yaşaması, bunalıma girmesi ve hayatının geri kalanında sürekli olarak bu hatasının acısını çekmesi’ olduğunu sanırlar. İşte bu ‘şeytani bir pişmanlık’ şeklidir. Ve bu pişmanlığın devamında, o hatanın düzeltilmesi de söz konusu değildir. Sadece şirke dayalı bir pişmanlığın sıkıntısı yaşanır.
Müminler ise yaşadıkları derin pişmanlık ile birlikte, çok üst bir samimiyet elde ederler. -Allah’ın izniyle-, Allah’a daha da yakınlaşırlar, Allah’a daha da derinden dua ederler. İman coşkuları, Kuran ahlakını yaşamaktaki kararlılıkları, Allah’a olan bağlılıkları, ahirete olan inançları, Allah korkuları çok daha fazla artar. Her konuda çok daha iyi olmak için çok daha samimi kararlar alır, çok daha fazla çaba harcayacak bir şevk ve enerji kazanırlar.
Cahiliye insanları, herşeyi Allah’ın yarattığını düşünmedikleri ve kadere iman etmedikleri için, hayatlarının sonuna kadar yaşadıkları pişmanlık hissinden ve suçluluk duygusundan kurtulamazlar. “Eğer şöyle yapmamış olsaydım, bugün bu durumlar oluşmazdı”, “Şu kişi bana şöyle yapmamış olsaydı, ben şimdi çok farklı bir durumda olurdum” gibi, halihazırdaki durumlarına hiç bir faydası olmayacak varsayımlar üzerinde düşünüp, üzülüp dururlar.
Müminler ise her hatalarından ders alırlar. Onlar da, “Şimdiki aklım olsaydı asla öyle düşünmezdim ya da öyle davranmazdım” derler ama olayların, Allah o şekilde dilediği için ve kaderde o şekilde olması gerektiği için öyle gerçekleştiğini hiç unutmazlar. Defalarca aynı tarihe döndürülseler, her seferinde de olayların aynı şekilde gerçekleşeceğini bilirler.
Dolayısıyla müminlerin yaşadığı pişmanlıkta ‘şirk yoktur’. Kendilerini kınarken, nefislerini eleştirirken ve yaptıklarından dolayı pişmanlık duyarken, bunların tümünün kaderde olduğu için o şekilde gerçekleştiğini unutmazlar. Bu nedenle de cahiliye insanlarında olduğu gibi, ‘kurtulamadıkları bir suçluluk hissiyle yaşamazlar’. Yaşadıkları pişmanlık da, “Nasıl yaptım?”, “Neden yaptım?”, “Keşke yapmasaydım…” gibi Kuran dışı mantıklara dayalı değildir. Herşeyin, yalnızca Allah öyle dilediği için yaratıldığının şuurundadırlar. En büyük hataları da yapmış olsalar, en büyük zararlara da yol açmış olsalar, tüm bunları Allah’ın yarattığını, hepsinin kaderin bir parçası olduğunu ve hepsinde insanlar için pek çok hayır ve hikmet olduğunu bilirler. Bu nedenle de o hatadan sonrasındaki hayatlarını suçluluk ve eziklik hisleri içerisinde geçirmezler. Hem Allah’tan korkarak hem de Allah’ın rahmetini umarak, samimi olduklarını bilerek, ellerinden gelenin en iyisini yapmak için sürekli olarak çaba harcarlar.
Elbetteki yaptıkları hataları unutmazlar. Ancak bu ‘unutamamalarından’ kaynaklanmaz. İmanın ve Allah korkusunun bir gereği olarak, hataları, müminlerin çok daha iyi olmalarına vesile olur. Müminler de hatalarını işte bu sebeple unutmazlar. Bir konuda belki bir kez hata yaparlar ama hayatlarının sonuna kadar o hatayı hatırlarında tutarak, o olaydan aldıkları dersten istifade ederek benzer bir tavır göstermekten sakınırlar.
Cahiliye insanları ise tevekkül edemedikleri, kadere ve Allah’ın herşeyi hayırla yarattığına inanmadıkları için, hatalarını unutmayı isteseler de başaramazlar. Hayatlarının sonuna kadar hep o hatalarının etkisinde kalarak; onun suçluluğu ve ezikliğiyle yaşarlar.
Doğrusu, temizlenip arınan felah bulmuştur;(A’la Suresi, 14)
(Savaştan) Geri bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı). Öyle ki, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti ve O’nun dışında (yine) Allah’tan başka bir sığınacak olmadığını iyice anladılar. Sonra tevbe etsinler diye onların tevbesini kabul etti. Şüphesiz Allah, (yalnızca) O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (Tevbe Suresi, 118)
‘Bir insan o hatayı bir daha tekrarlamamak için nasıl tedbirler almalıdır?’
Allah insana akıl, vicdan, irade ve muhakeme gücü vermiştir. Samimi olan her insana, bu özelliklerin kapısı sonuna kadar açılır. Gönülden iman eden, Allah’tan saygıyla korkan bir insan, yaptığı hatanın ardından, aklı ve vicdanıyla, eksik ve kusurlu olduğu yönlerini tüm detaylarıyla görüp kavrar. Allah korkusundan kaynaklanan güç ve iradeyle bu konuda müthiş bir titizlik gösterir. Karşısına çıkan her olayla elinden gelenin en iyisini yapmaya, Kuran ahlakına en uygun ahlakı uygulamaya çalışır. Allah’ın razı olmayacağı ahlaktan sakınmada çok kararlıdır. Vicdanının uyarılarına hemen kulak verir. Kuran’a uygun olmayacağını gördüğü bir tavırda bulunmaktan hemen Allah’a sığınıp sakınır.
Bu insan yalnızca daha önce yaptığı hatalardan ders almakla kalmaz, aklını ve vicdanını kullanarak yapabileceği muhtemel hataları da düşünüp önceden değerlendirir. Nefsini bu yönde gözden geçirir; eksik olduğu yönlerini tespit eder ve bu konularda kendisini önceden eğitmeye çalışır. Çevresindeki insanların tecrübelerinden, hatalarından, hatırlatmalarından da ders alır. İnsanları iyi, kötü, güzel ve eksik yönleriyle iyi analiz eder; ve gördüğü kusurları, kendisi daha o hataya düşmeden, kendi üzerinde kontrol edip düzeltir. Kuran’da bildirilen ayetler doğrultusunda, her insanın nefsinde bulunan eksiklikleri öğrenir. Bunların Kuran’da bildirilen çözümlerini tespit eder ve kendi nefsini bu şekilde eğitir.
Nefsinde özellikle belirli bir konuda bir sorun tespit ediyorsa; özellikle bir konuda nefsinin azgın olduğunu hissediyorsa, bu durumda da o konu üzerinde ‘ihtisas çalışması’ yapar. Örneğin tespit ettiği eksiklik gurursa, nefsini iyice ezip eğittiğine samimi kanaati gelene kadar, gururunu ezecek davranışlarda bulunur. Öfkeye karşı bir eğilim hissediyorsa, sürekli olarak alttan almanın, hoşgörülü, ılımlı, affedici olmanın denemelerini yapar. Kıskançlığa yatkın olduğunu düşünüyorsa, nefsini ezip hep önceliği başkalarına veren, onları onore eden, onları ön plana çıkaran tavırlara yönelir.
Eğer bir insan, bu kadar samimi bir gayretle kendini eğitmeye çalışıyorsa, Allah’ın izniyle Rabbimiz ona bu samimiyetinin karşılığını hem dünyada hem de ahirette verecektir. Allah nefsine karşı o kişiye yardım edecek ve umulur ki samimiyetle yaptığı hatalarını inşaAllah bağışlayacaktır.
Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir. “Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim Mevlamızsın. Kafirler topluluğuna karşı bize yardım et.” (Bakara Suresi, 286)
‘Hatanın telafisi nasıl olmalıdır?’
Bir hatanın en güzel telafisi, yine ‘Allah’a karşı olan samimiyettir’. Allah’a karşı samimi olan bir insan, Allah’ın izni ve yardımıyla çevresindeki insanlara karşı da tavrını en güzel şekilde telafi edebilir. Çünkü Allah’tan korkup sakınan bir insana Allah, hatasını telafi edebileceği en güzel imkanları ve fırsatları yaratır. Allah korkusu o kişinin yüzünde derin bir nur ve samimiyetle ortaya çıkar. Allah’tan korkan bir müminin yüzündeki bu samimi ifade, çevresindeki insanlara güven vermek ve kalplerinde sevgi, saygı oluşturmak için yeterlidir. Dolayısıyla en etkili telafi, müminin kendi kalbinde Allah’a karşı olan samimiyetiyle elde edebileceği telafidir.
Elbetteki mümin hangi konuda hatalı bir tavır gösterdiyse, bunun tam tersi eylemlerle, güzel söz ve tavırlarla da bu güveni, saygıyı ve sevgiyi sürekli olarak beslemeli, hatasından samimi olarak pişman olduğunu ve Allah’tan korktuğunu Kuran ahlakına uygun tavırlarıyla müminlere göstermelidir.
Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır... (Yunus Suresi, 26)
Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka; işte onların günahlarını Allah iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Furkan Suresi, 70)
İşte bunlar; yaptıklarının en güzelini kabul ederiz ve kötülüklerinden geçeriz; (bunlar) cennet halkı içindedirler. (İşte bu,) Onlara va’dolunan doğru bir vaaddir. (Ahkaf Suresi, 16)
… Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlara bir öğüttür. (Hud Suresi, 114)